Bilimkurgu Röportaj

Levent Şenyürek ile Röportaj

Pınar: Sevgili Levent Şenyürek bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederiz. Bilimkurguya meraklı okurların yolu mutlaka adınızla kesişmiştir ama yine de bize kendinizden biraz bahseder misiniz?

Levent Şenyürek: Röportaj için ben de size teşekkür ederim. Bilimkurguya meraklı okurların yolunun adımla mutlaka kesiştiğinden emin değilim 🙂 Kendimden bahsetmekte güçlük çekerim genelde. Yazar olma çabasıyla mühendis (hatta bilim insanı) olma çabasının çelişkileri yüzünden olabilir. Mühendislik tarafını kısaca geçmek gerekirse ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü ve Boğaziçi Üniversitesi Sistem ve Kontrol Yüksek Lisans Programı mezunuyum. İki yıl özel sektörde mühendislik yapamadıktan sonra TÜBİTAK’ta çalışmaya başladım ve uzun süredir de BİLGEM Bilişim Teknolojileri Enstitüsü’ndeyim. Algoritma geliştirme odaklı çalışıyorum. Son zamanlarda daha çok simülasyon projelerinde, otonom davranış modelleme çalışmalarında görev alıyorum. Bu işi de neredeyse yazarlığı sevdiğim kadar seviyorum -ve ekmeğimi de buradan kazanıyorum. Zaten bir yazarın başka bir iş de yapması, en azından yapmış olması, yazarlık açısından da oldukça faydalı bence.

Yazar olarak daha çok bilim kurgu türünde yazıyorum. Belki biraz da mecburen teknik dünya ile edebiyat dünyası arasındaki sınırlardayım yani. Öykü yarışmalarında dereceye giren, dergilerde yayımlanan öyküler derken 2007 ve 2008’de ilk dosyam iki ayrı kitap halinde Çitlembik Yayınları tarafından yayımlandı. (Çıldırtan Kitap adlı öykü kitabı ile Alacagöl Efsanesi adlı uzun öykü – ya da belki kısa roman). Alacagöl Efsanesi o yıl Newsweek Türkiye dergisinde yılın dikkat çeken romanları arasında gösterildi. 2011’de yayınlanan ilk roman Cennetin Kalıntıları o zamanki Sabitfikir Dergisi tarafından Türkçe’de yayımlanmış, yılın en iyi 100 romanı listesine alındı. Hem bu kitap, hem de daha sonra 2013’te yayımlanan İsa’yı Beklemek Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nin (FABİSAD) düzenlediği GİO ödüllerinde finalist oldu. Ama görünür gelişmeler orada kaldı şimdilik. 7 yıldır yeni bir şey yayımlat(a)madım. Buna karşılık altı buçuk yaşında bir oğlum var ve eşimle oğlum hayatımın en gerçek ve hoş üçüncü tarafını oluşturuyor.

 

Pınar: Yazma tutkunuz küçük yaşlardan itibaren mi başladı?

Levent Şenyürek: Annem iyi bir roman okuyucusuydu. Ben de edebiyat derslerinde okuduğum parçalardan kimi zaman gerçekten haz aldığımı hatırlıyorum ve heyecanla okuduğum bilim kurgu-korku türünde kitaplar oldu ama o kadar. Hatırladığım kadarıyla, üniversiteye kadar yazar olmakla, yazmakla ilgili bir tutkum yoktu. Yani sorunun cevabı kısaca hayır.

 

Pınar: Sizi bilimkurgu yazmaya iten neydi? Kaleminizi etkileyen yazarlar oldu mu? Bilimkurgu dışında da yazmaktan keyif aldığınız türler var mı?

Şiiri de değerli ve heyecan verici buluyorum, şiir sayılamaz ama daha çok güfte, besteler yapıyordum ama bu yolda devam etmeyi seç(e)medim.
Levent Şenyürek: Paylaşmak istediğim, geleceğe dair öngörüler, inançlar nedeniyle yazmaya başladım. Aynı nedenle de bilimkurguya odaklandım. Önceki soruda sözünü ettiğim, annemin kütüphanesinden heyecanla okuduğum Dean R. Koontz kitaplarının belli bir etkisi –hatta ilk üslubuma, yazdıklarıma kadar bir etkisi– olmuş olabilir. Ama Dean R. Koontz veya benzerlerini okuyup da yazmaya heves etmedim. Yazar olabileceğimi düşünmezdim. Hala da şüpheliyim. Sayısalcıydım ben 🙂 Özellikle etkilendiğimi söyleyebileceğim bir yazar yok. Özel olarak kimse gibi olmaya, yazmaya çalışmadım ama bunun sebebi daha çok yapamayacağımı daha başından bilmem. Bu konuda bir umudum yoktu yani.

Aynı zamanda pek çok yazardan etkilendiğimi de söyleyebilirim, sevdiğim yazarlardan yerli ve yabancı uzun bir liste yapabilirim. Bunların önemli bir bölümü bilim kurgu türünde, hatta kurgu bile yazmıyor.

Bilimkurgu dışında (aslında bilimkurgunun içinde) korku yazmayı seviyorum. Çünkü bilimkurgu-korku türündeki kitapları okumayı da seviyorum. Savaş da giderek daha fazla dehşet ama başından beri biraz ilgi duyduğum bir alan, tür. Keza aşk konusu var. Bazen yazdıklarımın, çözülmesi gereken bir gizem gibi polisiyeye yakın bir tarafı da olabiliyor, bilimsel araştırmayla bir olayı aydınlatmaya çalışmak birbirine çok benziyor zaten ama polisiye nedense çok meraklısı olduğum bir tür değil. Her şeyi bilimkurgu çerçevesinde anlatmak mümkün ve şart da değil. Önemli olan anlatılmak istenen ve sanat. Fantastik olması gerektiği için fantastik formda yazdığım bir öyküm de var ve en sevdiğim öykülerimden biri. Aslında belki birbirini biraz dışlayan fantastik ve bilim kurgu dışında bunların hepsi iç içe. Türlere ayrıştırmak anlamak açısından önemli olabilir ama yazarken şu ya da bu türde yazacağım diye bir şey tuhaf olur, sanatsal açıdan olmaması gerekir.

Bu dışarıda kabul edilmiş “tür”ler dışında aslında ana akım denen alanda yazmayı da seviyorum, yazıyorum ve yazmayı planlıyorum da. Öykülerimden pek çoğu bir bakış açısından ana akım sayılabilir zaten. Örneğin evet uzaylılar gelmiş olabilirler bazı öykülerde ama gelmemiş de olabilirler, bunun için kesin kanıtlar yok, öyleyse bu aslında insanların bir takım hayaller kurdukları bir ana akım öykü de olabilir. Büyülü gerçekçilikten ilhamla bilimkurgulu gerçekçilik diyorum ben buna:) Zaten bilim kurgu ile ana akımı ayıran sınırların hele ki hızla gelişen teknolojiyle belirsizleştiğini düşünüyorum. Şiiri de değerli ve heyecan verici buluyorum, şiir sayılamaz ama daha çok güfte, besteler yapıyordum ama bu yolda devam etmeyi seç(e)medim.

Bir yandan da kurgu dışına çıkma hayalim ve bu konuda bazı hazırlıklarım var. Tarih kitapları, bilimsel içerikli kitaplar, felsefe büyük heyecanla okuduğum şeyler. Felsefe sanatın, bilimin ve hatta dinin temelinde var. Şu anda çevremizde kültür alanında gördüğümüz karmaşanın temelinde duruyor ve onu bilmek bu karmaşayı da daha iyi, daha kolay anlamlandırabilmemizi sağlıyor. Her alanda her şeyi bilemeyiz ama felsefeyi yeterince bilmeden sanırım hem sanatımız hem bilimimiz biraz eksik kalır. Öykücülük, romancılık hakkında yazmak istiyorum en başta. Felsefeyi de belki bu işe karıştırarak. Oradan da felsefenin farklı alanlarına cüret edebilirim bir süre sonra.

 

Pınar: Yazmanın en zor yanı nedir sizce?

Levent Şenyürek: Kurgu yazmanın saçma olduğu hissine kapılmak (ya da bu gerçeği ara ara fark etmek). Bunun dışında, gerçekten çok emek gerektirmesine rağmen maddi bir getirisi yok ülkemizde, o yüzden de yaşamın hayati taraflarından ödün vermeden yazmak –ve bunun gerektirdiği kadar çok okumak– için zaman buluşturmaya çalışmak –hep bir şeylere yetişmeye çalışmak– da yazmanın en zor yanlarından biri. Ayrıca sanatsal beğeninin göreceliliği işleri epey karıştırıyor. Daha çok bununla ilgili olarak, yayımlat(ama)ma süreci de acılı olabilir. Karmaşık bir sistem söz konusu burada. Önce iyi yazmak konusunda yazarın belli bir sorumluluğu var ama geriye kalan dünyanın da hayati bir rolü var. Bir yazarın kendi değerini bilememesi de önemli bir sorun. Çünkü bir yazarın değerinin belirlenmesi de karmaşık bir problem ve ancak çok fazla insanın devreye girmesi ve uzun zamanlar içinde kabul edilebilir bir karara varılabiliyor.

 

Pınar: Bir kitabı bitirmek ne kadar zamanınızı alıyor? İstediğiniz kadar süre ayırabiliyor musunuz yazmaya? Belli rutinlere sahip misiniz?

Levent Şenyürek: Kitabına göre değişir 🙂 Aslında ta üniversiteye başladığım yıllardan beri benimle birlikte dolaşan kitap projeleri var. Aynı anda hepsi için yeri geldikçe notlar alıyorum. Şu anda yazmakta olduğum romanım hakkında ne zaman çalışmaya başladığımı hatırlayamıyorum mesela. Bir yirmibeş-otuz yılı vardır. (Gerçekten.) Ama bu biriktirme süreci. Ardından bu dosyalardan birini seçip yazmaya başladığımda bitirmek birkaç yılımı alıyor. İlk yıl genelde kurguyu, karakterleri, mekânları, sahneleri belirlemek, araştırmayı sürdürmek ve biriktirdiklerimi bunlar arasında paylaştırmakla geçiyor. Sonraki yıl da –genellikle ilk sahneden başlayarak– oturup yazıyorum. (Oturduğum yer masadan çok servis otobüsünün koltuğuydu son dönemde.) Tabii bu sırada kurgu, karakterler, mekânlar, sahneler yine değişim geçirebiliyor. Dolayısıyla evet belli rutinlerim var ama bunlar da evrimleşiyor. Yazmaya istediğim kadar süre ayıramıyorum ancak zamanla tecrübe kazandıkça yapmak istediklerimin oluşturduğu yığını süzebiliyorum ve gerçekten önemli olan şeyleri ayrıştırıp gerisini eleyebiliyorum. Koşullarım da biraz daha iyileşiyor zaman geçtikçe. Böylece artık yeterince zaman bulamamaktan o kadar da şikâyetçi değilim. Sanırım yeterince zamanım var. (Umarım.)

 

Pınar: İnandırıcı karakterler yaratmak gerçekten ustalık işi. Siz nelerden besleniyorsunuz karakter oluştururken? Gerçek hayattan ilham alıp yarattığınız karakterler oluyor mu?

En başta kendimden besleniyorum ben. Gerçeğin kendisi her zaman olmasa da genellikle epey gerçekçi. İçimde yaşayan, belki yaşamış -ve notlarını bana miras bırakmış- olan, kimi çok da gün yüzü göremeyen farklı kimlikler iyi bir kaynak.
Levent Şenyürek: Gerçekçi karakterler yazabiliyor muyum? Bu sorunuzda çok net değil de:) Neyse. Karakterin önemini zaman geçtikçe daha iyi kavrıyorum. Yazar olmaya çalışanların en sık yaptıkları yanlışlardan, takılıp kaldıkları noktalardan biri karakterlere yeterince özen göster(e)memeleri (diğeri de biçim konusu sanırım, nasıla önem verme ve nedenden ayırmamayı başarma). En başta kendimden besleniyorum ben. Gerçeğin kendisi her zaman olmasa da genellikle epey gerçekçi. İçimde yaşayan, belki yaşamış -ve notlarını bana miras bırakmış- olan, kimi çok da gün yüzü göremeyen farklı kimlikler iyi bir kaynak. Güvenilir de bir kaynak bir yandan. İnsanların birbiri arasında çok büyük farklılıklar olduğuna inanmıyorum çünkü. Mehmet Rifat Varlık Dergisi’ndeki bir yazısında Joyce, Proust gibi yazarlardan, Freud’un bilinçaltı araştırmalarından sonra kişileri birbirinden ayıran bölmelere artık pek de inanamadığımızı söylemişti haklı olarak. Aynı yazısında Nathali Sarraute’nin “Kuşku Çağı”ndan alıntılar da yapmıştı. Romancıya düşenin bu durumda kendi üzerine eğilmek olduğu söyleniyor. Çünkü orada aslında çok ve yeterince şey bulunabilir. Romalı bir yazardı sanırım bunu söyleyen, şöyle ünlü bir söz var: İnsanım. İnsana ait olan hiçbir şey bana yabancı değildir.

İkinci sırada çevremdeki insanlar gelir. Farklı insanlardan edinilmiş farklı, uygun izlenimler birleşerek belli karakterlerde bütünleşiverebilir. Elbette çevremizde gördüğümüz insanları alıp doğrudan karakterlere dönüştürmek etik olarak tartışmalı bir konu –ve pek yapılamaz. Ama bu insanlar bizden uzaklaştıkça, değiştikçe, bazen de kaybolup gittikçe onları yazmak daha mümkün ve hatta bazen bir sorumluluk gibi olabilir. Ben ve yakın çevremin dışına çıkılması gerektiğindeyse, mesela bir dönem öyküsü yazılıyorsa, daha fazla araştırma yapmanın, belgesel niteliğinde çalışmaları incelemenin ve o döneme ait kurgu metinlerin de faydası oluyor tabii. Karakterler konusunda bir önemli ipucu da belki şu: Mümkün olduğunca çok karakterimizi mümkün olduğunca gerçekçi hale getirmemiz gerektiği için en başta karakter sayısını mümkün olduğunca azaltmalıyız.

 

Pınar: Kitaplarınız altyapısı için önceden araştırma yapıyor musunuz?

Levent Şenyürek: Önceki cevaplarda da biraz bahsettiğim gibi araştırmayı yaşam boyu yaptığım söylenebilir. Sonra herhangi bir kitabın sırası geldiğinde ona özel bazı araştırmalar da tabii yapıyorum. Yazmaya başladıktan sonra da bu araştırmalar devam ediyor ama çoğunluğu yazmaya başlayana kadar sürüyor.  

 

Pınar: Kayıp Dünya’nın değerli yazarlarından Müge’nin de size bir sorusu var. Alacagöl Efsanesi’nin fikri aklınıza nereden geldi?

Levent Şenyürek: Müge Hanım’a kitapları okuduğu ve kitaplar hakkında güzel şeyler de yazdığı için –fırsat bulmuşken– teşekkürler ve selamlar. Bir gazeteden yırttığım, Afrika’daki askerlerin sebebi anlaşılamayan ölümüyle ilgili bir kupür vardı elimde. İlginç bir başlangıç olabileceğini düşünmüştüm. Daha sonra bir bilim dergisinde, spoiler vermeden söylemek gerekirse:), bazı göller çevresinde gerçekleşebilecek/gerçekleşen ürkütücü, üzücü olaylarla ilgili bir yazı okudum ve bu daha önceki bahsettiğim kupürle bir araya geldi. Olaylar Afrika’da geçiyordu ama benzeri Türkiye’de de olabilirdi. Dağlık –hatta volkanik– ve göllerin de bulunduğu bir bölgeye ihtiyaç vardı. Zaten uzun süredir Güneydoğu Anadolu’daki trajedi hakkında yazmak istiyordum. Askerden de yeni dönmüştüm. Uygun bir fırsattı bu kurgu bunun için. Hepsi bir araya geldi ve Alacagöl Efsanesi’nin çatısını oluşturdu.

 

Pınar: Keşke ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?

Levent Şenyürek: Harika kitaplar var. Türk Edebiyatı için de geçerli bu. Ama bunu ben yazsaydım demem. Bu mantıklı da gelmiyor zaten. Olabilecek bir şey değil. O zaman o yazar olmayı da istemek gerek. Belki kurgu dışı kitaplar için söylenebilir. Kuantum fiziği konusundaki herhangi iyi bir kitabı yazmış olmak isterdim mesela. Çünkü o zaman bu çok önemli ve karmaşık konuyu özümsemiş olurdum herhalde.

 

Pınar: İnsan eserleri arasında ayrım yapmakta zorlansa da bir favoriniz var mı? En gurur duyduğunuz kitabınız hangisi?

Levent Şenyürek: Evet, hepsini severek, heyecan duyarak yazdım. Ama – Müge Hanım diğerleri kadar beğenmese de 🙂 – şimdilik Cennetin Kalıntıları diğerlerinin yanında biraz öne çıkıyor gibi. Ancak diğer kitapların da daha üstün yanları var. Okuyucuların beğenisi gerçekten çok göreceli ve şaşırtıcı. Bazıları bazı kitapları el üstünde tutarken diğerleri bunlardan hiç hoşlanmayıp diğerlerini çok sevebiliyor. En azından her kitabımı çok seven birileri var ve böyle bir şey olduğunda kendimi şanslı ve yapılması gereken bir şeyi yapmış, doğru bir iş yapmış, işimi sonunda tamamlayabilmiş gibi hissediyorum.

 

Pınar: Kısa öykü mü yoksa roman mı? Hangisi daha zor ve siz hangisini daha çok seviyorsunuz?

Levent Şenyürek: Kısa öyküyü romana geçiş olarak düşünmüştüm ve roman yazmayı daha çok seviyordum bir süredir ama sanırım yeniden öykü yazmaya da girişeceğim önümüzdeki dönemde. Öyküleri, kısa sürede sonuç alabilmeyi ve başka bir sahneyi akılda tutmadan odaklanarak detaylarla süslenmiş tek bir sahnede bütünlüklü bir şey anlatabilmeyi özledim. İyi öyküler okudukça da bu hevesim güçleniyor. Öyle şeyler var ki, uzun da olsa tek bir kurguya (romana yani) sıkıştırılmaya çalışınca kurgulama imkânsız bir probleme dönüşüyor ama birbiriyle bağlantılı çok sayıda öyküyle sanırım anlatılabilir. Özetle roman yazmayı daha zor buluyorum ama öykülerin hepsi için, her birkaç, en fazla 10-15 sayfa için yepyeni bir dünya kurmak da kolay değil. İkisini de seviyorum ama. Bir o, bir öteki.

 

Pınar: Üretkenliğiniz düşüşe geçtiğinde kendinizi yeniden nasıl teşvik ediyorsunuz?

Levent Şenyürek: Çalışma biçimim gereği o kadar çok tıkanma yaşamıyorum. Yaratıcı olamadığım zaman daha az yaratıcılık ve daha çok işçilik gerektiren kısımlarıyla ilgilenebiliyorum yazma işinin. Tekrar tekrar düzeltmeler için işin üzerinden geçtikçe kendiliğinden yeni bir şeyler uç vermeye başlayabiliyor. Ayrıca konu bulamamak, yaratamamak gibi kaygıların karşısına asıl varoluşun doğurganlığına yetişememe kaygısını koymak gerek. Yine de dip noktalar oluyor. En dip noktada, yazmaktan vazgeçiyorum (zorunda değilim ki!). Sonra her şey yeniden başlıyor.

 

Pınar: Üzerinde çalıştığınız bir projeniz var mı şu an? Ufukta görünen yeni bir kitap olacak mı bekleyenleriniz için?

Levent Şenyürek: Epeydir tamamlamış olduğum bir dosyam vardı. İnteraktif bir formatta yayınlatmaya yakınım sanırım değerli bir mecrada ama kesin konuşmak mümkün değil. Bunun dışında da yeni bir kitap daha bitmek üzere. Şu yirmi-beş otuz yıldır aklımda dolaşan işlerden biri. İlk kez bu kadar eski bir dosya kapanıyor. Bekleyenler için, yayımlatmak için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum:)

 

Pınar: Kitaplarınızdan bazıları İngilizce’ye çevrildi. Bu konuda da biraz bilgi verebilir misiniz?

Önce Çıldırtan Kitap (The Book Of Madness), ardından da Cennetin Kalıntıları (Paradise in Ruins). Çitlembik’in ortağı Amerika’daki Nettleberry yayınları kitapların dağıtımında, satışında destek verdi ama fazla bir tanıtım imkanı olmadı.
Levent Şenyürek: İlk kitaplarımın yayımlandığı Çitlembik Yayınları aynı zamanda bir tercüme bürosu olarak çalışıyor ve bu onların da –sağ olsunlar– büyük desteğiyle mümkün oldu. Önce Çıldırtan Kitap (The Book Of Madness), ardından da Cennetin Kalıntıları (Paradise in Ruins). Çitlembik’in ortağı Amerika’daki Nettleberry yayınları kitapların dağıtımında, satışında destek verdi ama fazla bir tanıtım imkanı olmadı. Yine de yurt dışından çok az sayıda da olsa birileri, eleştirmenler, okuyucular, fark ettiler, okudular, beğendiler, yorumladılar. Türkiye bilim kurgusunu çok dar kapsama alanıyla da olsa yurt dışında yüzümüzü çok da kara çıkarmadan temsil ediyor bu kitaplar bir süredir. İçerdikleri dertleri bir an için unuttuğumda çocukça heyecan duyduğum bir şey.

 

Pınar: Kitaplarınız dışında okurlar ile buluştuğunuz bir platform var mı?

Levent Şenyürek: Bazen, nadiren bazı etkinliklerde konuşmalar yapıp sohbetlere katıldığım oluyor. Sosyal medyada pek aktif değilim. Sadece Twitter hesabım var ama orada da daha çok dinlemede kalmayı tercih ediyorum şimdilik.

 

Pınar: Sosyal mesafeli günler geçirirken, bu kısıtlanmışlık hali yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Levent Şenyürek: Bir süre için evde daha fazla kalmak, evden çalışsam da işe gidip gelme sırasında zaman ve enerji yitirmemek olumlu etkiledi. Daha fazla ve kaliteli zaman ayırabildim yazmaya. Kısıtlanmışlık zamanla insanı boğsa da adapte oldum gibi şimdilik ama keşke olmasaydı.

 

Pınar: Türkiye’de yerli bilimkurgu üretimi ve kalitesi ile ilgili düşünceleriniz neler? Görece kötü de olsa türün adının ülkemizde sağlamlaşması açısından eser sayısının artmasından mı yanasınız yoksa aksine kötü ve klişe yapıtların bilimkurgunun işini zorlaştırdığını mı düşünüyorsunuz?

Bizim bilim kurgu yazarları olarak, aşılması gereken hedef çıtası olarak yetkin ana akım Türk edebiyatını hedeflememiz gerekiyor. O zaman beklenmedik sonuçlar elde edebiliriz. Niceliğin artmasının niteliğin artışının şartı olduğunu düşünmüyorum. Sadece olasılığı artırır.
Levent Şenyürek: Üretim az. Tamamını bilmiyor da olabilirim. Gözden kaçırmamamız gerek ama her yapılana yetişemiyoruz. Yetişebilmeliyiz aslında. Kaşif okurlar olmalıyız. Yazarlar da kendilerini -karanlık tarafa geçmeden- biraz daha fazla tanıtmaya uğraşabilirler. Siz şu anda bu açıdan iyi bir iş yapıyorsunuz. Ne yazık ki yayımlanmayan çok iyi yazarlar da mutlaka vardır. Yayımlanmış ve benim görebildiğim kadarı kapsamında bakarsak biraz dağınık durumdayız. Derneklerimiz, kulüplerimiz var ama bunlar etkileşim kurmaktan çok farklı gruplar (okullar değil ama gruplar) oluşturmuş gibi görünüyor. İnsan doğası, biraz da içinde bulunduğumuz kuru ortamdan kaynaklı ve bu kuruluğu daha da artıran bir takım çekişmeler, küslükler var. Kalite genel olarak parlak değil ama kimi zaman uç veren çok güzel –en azından bana öyle gelen– öykülerle karşılaşıyorum. Bunların bir kısmı kitapları yayımlanmış yazarlara, arkadaşlarıma ait. Bir kısmı da yepyeni öykücülere.

Geçen sene FABİSAD GİO yayınlanmamış öykü ödülü jürisindeydim. Yarışmaya öykülerini göndermiş genç arkadaşların bazıları –az da olsa– gerçekten de farklı, etkileyici işler yapmış. Şu beğeni konusundaki görecelilik nedeniyle bunların bir kısmına ödül de veremedik ama hepsine güzel bir şeyler yazmaya çalıştık. Bu öykülerden bir kısmını kitaplı yazarların öyküleri ile birleştiren bir Türkiye Bilimkurgu seçkisi yayınlamayı isterdim. Bilimkurgu adına şaşırtıcı bir seviyede olduğumuz ya da en azından böyle bir seviyeye ulaşıyor olduğumuz ortaya çıkabilirdi. İyi bilim kurgu iyi sanattır denir. Bu bilimkurgunun dışlanmaması için söylenen bir söz daha çok ama bilimkurgucuya işin sanat tarafına biraz daha özen gösterme sorumluluğu da getiriyor bence. İyi bilim kurgu iyi sanattır ama belli ölçüde sanat olmayan da bilimkurgu da olamaz. Bizim bilim kurgu yazarları olarak, aşılması gereken hedef çıtası olarak yetkin ana akım Türk edebiyatını hedeflememiz gerekiyor. O zaman beklenmedik sonuçlar elde edebiliriz. Niceliğin artmasının niteliğin artışının şartı olduğunu düşünmüyorum. Sadece olasılığı artırır. Nicelik düşükken nitelik yüksek olabileceği gibi tersi de olabilir. Toplumdaki karmaşık, anlaşılmaz devinimlere bağlı. Nicelik seçme mekanizmaları düzgün çalışmadığında bir sorun haline gelebilir. Çok doğal olarak herkes yayımlatmak istiyor. Ama seçimler daha geniş kapsamlı ve nesnel olabilirse nicelik dezavantajdan avantaja dönüşür. Yayınevlerine, editörlere zor bir görev düşüyor bu konuda tabii. Ama, öyle ya da böyle, zamanla iyi olacak.

 

Pınar: Sorularıma içtenlikle yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Umarım en kısa zamanda yeni kitaplarınızla da kavuşabiliriz. Sizin Kayıp Dünya’lılara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Levent Şenyürek: Düşüncelerimi paylaşma fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Sayfalarınızı okuyarak özellikle bilimkurgu edebiyatımız, yazarlarımız hakkında ben de daha fazlasını öğrenme fırsatı buluyorum. Bu konuda yıllardır verdiğiniz emeklerden dolayı da ayrıca teşekkürler. Yeniden görüşmek dileğiyle.

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Pınar KARACA

Tam zamanlı okur, yarı zamanlı yazar.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da