Bilimkurgu Ön Okuma Ön Okuma

Ön Okuma: “Bilimkurgu Öykü Seçkisi 2020” – Yerli Bilimkurgu Yükseliyor

Bilimkurgu Öykü Seçkisi 2020

Yazar: Yerli Bilimkurgu Yükseliyor
Sayfa Sayısı : 440
Liman Yayınevi – Ağustos 2020

Yerli Bilimkurgu Yükseliyor platformunun gelenekselleşen öykü seçkisinin üçüncüsü ile sizlerleyiz. Seçki, bu yıl 42 yazarın kaleme aldığı birbirinden güzel öyküyle hayat buluyor. Ayrıca bu yıl diğerlerinden farklı olarak seçkide iki çizgi romanımız var.

2020 Bilimkurgu Seçkisi’nin bu yılki onur konuğu, “Üç Kuşağın Yazarı” unvanlı, Sevgili Gülten Dayıoğlu! Yazarlık kariyerinin her dönemini ödüllerle taçlandıran Dayıoğlu, kendisine ithaf ettiğimiz bu seçkiyi; “Dünya Çocukların Olsa” romanının ilk bölümüyle renklendirerek bizleri onurlandırdı.

Ön Okuma

*Kitapta yer alan her öyküye özel çizimler Sezai Özden’e aittir.

Saklanan, sürekli tehdit altındaydı.

O ve onun gibiler bizimle doğar, bizimle büyür, hatta kendini biz sanarak yaşardı… Varlığı beynin tek bir merkezinde veya lobunda değil, genel yapısına dağılmış hâldeydi. Bu yüzden onun negatifliklerini kendi düşüncelerimizden ayırmak zordu. Aksiydi, terse çalışırdı, çünkü sürekli tehdit altındaydı… ve aslında korkmakta haklıydı.

Saklanan, giderek yitmeye, tanınmaz hâle gelmeye, Alije’nin beyni evrildikçe onun içinde asimile olup hakimiyetini yitirmeye mahkûm olduğunun farkındaydı. Bunun için Yaratıcı unsura her gün küfrediyordu zaten: Madem bağırta bağırta yok edecekti, dalga geçer gibi kendisini niye vücuda getirmişti ki? Madem getirdi ve madem her şeye o kadar kadirdi, niye hayatta tutmanın bir çaresini bulamıyordu ki? Saklanan’ı önce tüm canlı kalma güdüsü ile hayata getirip sonra da her gün biraz daha darbeleyerek uzun uzun eziyetle yok etmekten başka bir yolu yok muydu bunun yani?

O ve onun gibiler her türlü kandırmacayı kullanmakta iş birliği yapar, ortalığı sürekli korku üreterek karıştırır, beyinlerin henüz birbiriyle bağlantı kurmamış bölgelerinin iletişimini olabildiğince geciktirirlerdi. Hepsi nafileydi, ama onlar yine uğraşırdı. Saklanan, Zaman’ın aşıldığı yerde gücünün tamamen tükendiğini biliyordu ve Alije’nin o farkındalığa erişmesine engel çıkarmalıydı.

Durumu bir kez daha yokladı. “Bugün elimizde ne malzeme var bir bakalım… İlk günlerimiz sırasında bıraktığım ebeveyn izleri hâlen yerinde, programlar zihinde çalışıyor… Onlara hâlen yüklenebilirim ve… Aha… Güzel… Şu kız arkadaş olayını olduğundan daha üzücü gösterebilirim, her bastırdığımda acıyı biraz daha hissedecek… Enfes.”

Hemen işe koyuldu Saklanan. Elinde fazla malzeme kalmamıştı, Alije günden güne evriliyordu. Kalan nirengi noktalarını çok iyi kullanmalıydı.

O ve onun gibilerin hayatta kalması bunlara bağlıydı.

* * *

Alije bir düzine hava trafik kuralını ihlal ederek hava otosunu ağaçlık bölgenin üzerinden geçirdi. Parkın çıkışından rezidans bölgesine doğru yürümekte olan kız arkadaşına yetişmeyi başarmıştı. Uçuşan uzun düz siyah saçları, hızla yürüyen biçimli bacakları izleyerek havada manevrasını tamamladı. Dosdoğru genç kızın önüne iniş yaptı, araçtan çıktı. “Dila, lütfen dur. Konuşmamız lazım.”

Genç kız ona sanki inanamıyormuş gibi baktı. “Sen ciddi misin? O gördüklerimden sonra konuşacak bir şeyimiz kaldığını mı sanıyorsun gerçekten?”

Alije parmaklarını kumral saçlarının arasından geçirdi, yatıştırmak ister gibi bir hareketle ellerini kaldırdı.  “Sadece konuş benimle. Bilgisayarımda ne gördün bilmiyorum ama oradaki hiçbir şey aslında göründüğü gibi değil.”

Kızın yüzünden yarı ürker yarı iğrenir gibi bir ifade geçti. “Zaten hissediyordum. Bıraksam beni nelerin içine çekeceksin kim bilir. Düpedüz sapıksın oğlum sen! O çakır gözlerin arkasında hasta bir beyin yatıyor…”

Alije “sapık” lafını onun ağzından duyduğunda kendini yumruk yemiş gibi hissetti. Bir an için gözleri kapanmış, soluğu tutulmuştu. “Yok öyle bir şey.” dedi adeta acıyla. “Nereden çıkartıyorsun bunları? Hayal gücünde şişirmişsin her şeyi, inan bana. Sadece aralarında dolaşmak zorundayım, ama aslında onlardan biri değilim.”

“Sen onu benim külahıma anlat. Sana en karanlık arzularını ilk sorduğumda dürüstlükle anlatmış olman gerekiyordu, demek ki altından daha neler çıkacak o da belli değil. Ben de bunların objesi olarak hayatımı geçirmek zorunda değilim. Çekil yolumdan, seninle konuşacak bir şeyim yok benim.”

Alije bir süre daha dil döktü, kızı dinlemesi için ikna etmeye çabaladı. Onun bu kadar sıradan bir şeyden neden bu denli etkilendiğini kestiremiyordu. Kim bilir, belki de başka bir tereddütü vardı ve onu dile getiremeyeceği için bunu bahane ediyordu… Ama belirtmezse ortaya koymazsa Alije ne yapması gerektiğini nereden bilebilirdi ki?

Etraftaki insanların çoğu, rastladıkları bu melodrama şöyle bir baktıktan sonra yürüyüp yoluna gidiyordu, ama Alije gözünün ucuyla onların gittikçe artan bir bölümünün durup kendilerini izlemeye başladıklarını fark etmişti.

Ben yanlış bir şey yapmadım, diye tekrarladı içinden, kendi kendine. Ama bunu şu anda ne kıza ne de dünyanın geri kalanına gerektiği isabetle anlatamayacaktı. Bir noktada sustu, uğraşmayı bıraktı, ellerini beline koydu. Yürüyüp giden Dila’nın arkasından uzun uzun baktı.

Gerek içgüdülerinden gerekse etrafındaki ana akım herkesten gelen telkinler ona sürekli savaşmasını, direnmesini, tehlike anında ya kaç ya saldır tepkisi vermesini söylüyordu. Alije ise zihninin ta ilk varoluş günlerinden beri gelen bir izi asla yitirmemişti: ‘Karşı koymaksızın Mücadele’nin gücü ile ilgili bir çağrıydı bu. Hayatta bunun yankısını hangi olay akışında fark etse içine ılık bir his yayılırdı. İzi takip ettikçe kafasında güçlenen bir başka ses vardı: “Gerilim telkinlerinin hepsi birer tuzak, gör ve çık. Sadece güven, izle. Acı seni caydırmasın, gerçek cesaret budur, hiç çekinmeden yüzleş ve içinden geç, çünkü canını yaksalar bile aslında seni yok edemezler. Korku ve suçluluk onların oyuncağıdır, al ellerinden ve sen geri oynama, evrilenlerin oyun alanını seç.”

Bütün bunlara dair insan yaşantılarını ise ana akıma göre düzenlenmiş hiçbir ortamda bulamazdı. Farklı tiplerin, marjinallerin, uç noktaları hayata geçirenlerin, artı bütün bunları yaparken kendine ve birbirine hiçbir zarar vermemeye özen gösterenlerin yarattığı ortamları bu yüzden incelemeye başlamış, bu yüzden merak salmıştı.

Ama bunları oracıkta, ateşli bir tartışma sırasında, herkesin ortasında toparlayıp da sevdiği kıza anlatamamıştı işte… Döndü, hava aracına geri yürüdü, içine girip oturdu. İçi yanıyordu. Denk gelmeyen, doğru açıda örtüşüp oturmayan rastgele koşullar yüzünden suçlanıp durmaktan yorulmuştu.

 * * *

Kim bilir kaçıncı kahvesini alıp bilgisayarın başına geçti… Evin servis robotuna yemek yemeyeceğini söyledi, sofra kurulmasına gerek yoktu. İştahı sıfırın altındaydı. İçinde debelendiği derin üzüntü hissini aşmak için dikkatini dağıtmaya çabalıyordu.

Hadi ama oğlum, dedi kendi kendine. Dünyada kız problemi yaşayan ilk kişi değilsin, sonuncusu da olmayacaksın.

Tamam, çok etkilenmiştim ondan… Hâlen de etkileniyorum… İzin verseydi onu hayatımın merkezine koyacaktım… Ama bana ve arzularıma güldü, yargıladı, hafifsedi… Kendini haklı görerek, göstererek, havasını ata ata çekip gitti.

Benim en karanlık arzularım ne ki?

Ve onlara neden “karanlık” deniyor, neymiş o kadar karanlık sayılan?

Prototip insanlarla uğraşıyorsun burada, dedi içinden yükselen bir ses. Aynı isteklerde bulunursan aynı sonuçları alacaksın, bu profiller hep böyle hareket eder, şaşacak bir şey yok.

Deme öyle, diye yanıt verdi içindeki bir başka ses… Daha titrek çıkmıştı bu seferkinin tonu. “Öyle dersen hiçbir umut kalmaz… bunca birikmiş, asılı kalmış, karşılanmak için sürekli ağlayan isteklerle başka nasıl başa çıkılacak?”

Ya istemeyi kesecek bu sinir yollarının çıkış uçları…

Ya da eldeki malzeme birbirinin anahtarı/kilidi olacak.

Psilocybin ararken piyasada bulduğu, “uzaylı” diye tabir edilen ürünü içeceğine kattı Alije.

Hayır, bir kız yüzünden intihara kalkışmıyorum. Hayır, madde bağımlısı filan da olmayacağım.

Ve hayır, onu ve onun gibileri ciddiye almıyormuş, umursamıyormuş gibi de yapmıyorum… Bu kez gerçekleri inkâr üzerine yapı kurmayacağım. Yanılsamanın kuyruğunu dik tutma masrafı benim Psiko’mdan kesilmeyecek. Ne ise o, direkt yüzleşip modemleri tokalaştıracağım.

İçeceğe kattığı “uzaylı” ürünün etkisini hissetmeye başladı. Zihninde hem pozitif hem negatif sesler yavaş yavaş birbirine karışıyordu.

Kendine izin verecek olan sensin… Onu güzellikle de olsa, zorla da olsa başkasından koparamazsın… çünkü verecek mercii başkası değil, sensin.

Cehennemi boyladıysan yürümeye devam et ki oradan çıkasın!

Şu anda korkuyor olmasaydın ne yapardın?

Derken bir ses daha karanlıklardan yükseldi. Karışmış gibi duran, ama aslında kendini pekâlâ düzene sokmaya başlayan zihnin bilgelik sembollerinden biri, vardığı sonuçları açıklıyordu… “İnsan beynini yönetmek çok kolaydır evlat. Önlerine bir kontrat koyarsın, “ya öyle ya böyle” dersin… üçüncü bir ihtimal olabileceğini akıllarına getiremeyecekleri kadar da korkutursun. Çıkışları kapalı gösterecek birkaç argümanla zihinlerini tıkarsın. Kurduğun tuzakların içine tıpış tıpış yürürler. İsteseler kontratı feshedip özgürce çekip gidebileceklerini fark edemezler bile.”

Durumu anladın mı şimdi?..

Bu şartlar altında, önünde uzanan matriksi neresinden delip çıkacaksın?

* * *

Alije hepten transa girdiğini fark ederek etrafına bakındı. Buraya daha önce hiç gelmediğini biliyordu. Ama öte yandan içinde sanki daha önce burada çok bulunmuş gibi bir his de vardı.

Omuzunu silkti. Her durumda sonuç aynıydı. Ayrıntıların yan sokaklarına dalıp kaybolmamalıydı. Zihnine dosya indirir gibi gelen veriyi dinledi: Başkalarının varlığı değil, ama sana nasıl davrandığı, tamamen senden gelir. Söyledikleri senin henüz evrilmemiş bölgelerinin yansımasıdır. O yankıları dikkatinle besleme ki onların korkuları senin kararsızlıkların hâline gelmesin.

Çağırıldığı yere doğru yürümeye başladı. İsmiyle seslenilerek değil, kavramsal olarak yapılan çağrıya uyum göstererek girmişti kalabalığa. Sakıncası olup olmadığının pek farkında değildi. Ona kendi ayağıyla yakalanmış muamelesi yapan bir Sorgucu, herkesin içinde salonun diğer tarafından seslendi. “Seni aptal gen ekspresyonu parçası! Kimsin ki bu dünyayı değiştireceksin?”

Alije bir an için durakladı, içinden gelecek yanıtı bekledi. Geldiğinde de ortama duyurdu. “Kendi evrenimin Tanrısı’yım.”

Sorgucu’nun kaşları havalandı. Ortamdakilerin yanıtı tuhafsadığını belirten yüz ifadeleri oluştu. “Sen ne dediğinin farkında mısın? Buradaki herkesten farkın olduğunu mu sanıyorsun?”

“Hiçbir ayrıcalığım yok.” dedi Alije. “Ben de herkes gibiyim. Herkes, kendi evreninin Tanrısı’dır. Herkes, kendininkini uygun gördüğü şekilde değiştirecek.”

Bir uğultu koptu.

Sorgucu, problemin farkına vardı: Ortamdakiler, genç adamın söylediklerinde bir iş olduğunu sezmişlerdi. Ona tarihte şimdiye kadarki kolay tetiklenen linç güruhlarının yaptığı gibi tepki vermeyecek, susturmaya ihtiyaç hissetmeyeceklerdi.

“O kadar güçlüysen niçin acının altında bekliyorsun?” diye gürledi Sorgucu, bu gidişatı daha fazla ilerlemeden kontrol altına almayı hedefleyerek. “Affettirmen gereken suçun nedir, itiraf et herkese!”

Alije neredeyse gülecekti. “Bekliyorum çünkü haklı hissettiğim tek yer orası.” dedi parmağını Sorgucu’ya uzatarak. “Çünkü sen ve senin gibiler bana kendimle uzlaşacak başka nokta bırakmadı şimdiye dek. Asılsız suçlamaların hepsinden muaf olduğum tek yer acının ortası idi; orada kıvranırken kimse insanın başına gereksiz ek vergi çıkarmıyor!”

Sorgucu çaresiz öfkesinden neredeyse boğulacaktı. “Asılsız mı dedin… Utancını inkâr mı ediyorsun?”

“Olmayan şeyi inkâr etmek senin tuzağına yürümektir.” dedi Alije. Sorgucu’nun ajitasyon çabasına cevaz vermiyor, inadına sakin konuşuyordu. “İnkâra filan zahmet etmiyorum. Suçluluğa ve utanca hiç hak etmediği bir önem verdiriyorsun. Bu aslında gereksiz bir yan yol. Bizi bu yan yolda oyalayan da sensin. Kes artık ve bize katıl ki hep beraber dikkatimizi rasyonel şeylere odaklayalım.”

“Kimseyi etkileyecek güçte değilsin.” dedi Sorgucu. Ellerini açarak etraftaki tüm dinleyici ve izleyicileri kapsayan bir tarama hareketi yaptı. “Bu söylediklerin kimseyi ikna etmeye yetmiyor. Aptal gen ekspresyonu parçası! Kimsin ki bu dünyayı değiştireceksin?”

Başa dönmüştü. Alije’nin kendi düşünme prosesini aynı isabetle takip edemeyip bu kez daha zayıf bir yanıtla gelmesini umuyor, “kafa dağıtma” yöntemini uygulamaya yelteniyordu.

Alije bu taktiğe ömrü boyunca yenilmişti. Yenile yenile, acısını çeke çeke bugüne dek gelmiş, nasıl başa çıkabileceğine dair gittikçe büyüyen bir bilgi-veri-analiz dağarcığı oluşturmuştu. Sorgucu’nun gözlerinin ta içine baktı. “Sana beni suçlu ilan etme iznini vermiyorum.”

“Buna buradaki kimseyi ikna edemezsin!”

“O onların problemi, benim değil.” diyerek omuz silkti Alije. “Herkes nasıl uygun görüyorsa öyle düşünecek, izni neye göre korkutulduysa ona göre verecek. Benden ise sana izin yok… Ve bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yokkk.”

Sorgucu’nun ağzı hayret ifade eden bir “O” şeklinde açıldı. Zihinleri karıştırmak için yol arama refleksiyle hızla düşünüyor, ama “İzin Gücü”nü Alije’nin elinden alacak kudrette bir etki oluşturamıyordu.

Felaket, diyordu Saklanan, Sorgucu’ya. “İzin güçlerinin kudretini sezerlerse bu her şeyin sonu olur.”

Alije burada işinin bittiğini düşünerek arkasına döndü. Tam yürüyüp gitmeye hazırlanıyordu ki karşısında Saklanan’ın hayattaki son oyunu tekrar belirdi: Dila karanlıklardan çıkıp karşısına dikilmiş, siyah saçları uçuşarak, suçlayan ve hafifseyen gözlerle ona bakıyordu. “Seninle konuşacak bir şeyim yok dediğimde bunun neresini anlamadın?”

Alije duraksadı. Verilebilecek yanıtlar, girilebilecek sözel-sinirsel savaşlar bir anda geçti zihninden ama o hiçbirine sapmadı. Gerçek güçlüydü, sağlamdı, direktti, dahası enerji alıcı değil vericiydi. “Aslında hiçbir tarafını. Niye yok ki benimle konuşacak bir şeyin? O kadar mı anlamsızdık?”

Dila bir an duraksadı. Evet dese kendi kendini de inkâr etmiş olacaktı. “O anlamı sen mahvettin. Seninle neredeyse hayatımı geçirecek bir kapana girecektim, düşünebiliyor musun? Sana baktıkça beni daha fazla korkutuyorsun!”

Etraflarındaki mekânın değiştiğini fark etti genç adam. Grimsi mavi bulutlar uçuşuyor, arada Dila’nın evinin ayrıntıları ve arkasında bekleyen servis robotunun vücut hatları görünüyordu. Demek ki hâlen transtayım, diye ayrımsadı. Ama bulup çıkarmam ve hayata geçirmem gereken yanıtlar hâlen gerçek.

“Hayır korkutmuyorum.” dedi sakin sakin. “En azından derdim bu değil. Pardon da, tepende yönetici niyetine çöreklenmiş onca psikopatı kabullenmekten korkmuyorsun, hatta öylelerinin emirlerini göz kırpmadan takip eden zayıf zihinlilerden de ürkmüyorsun, ama benden çekineceğin tuttu öyle mi? Haydi ama Dila, gerçekte olayın nedir?”

Genç kız bir an durakladı, Alije’yi baştan aşağı süzdü, gözleri kısıldı. “Benden sakladın. Sorduğumda söylemedin. Sinsi hesabına uymadı herhâlde? Hayatta tepeme çöreklenmeye hazırlanan o psikopat yöneticilerden biri de sensin demektir bu. Benim kimseyle hayat birleştirmeye filan ihtiyacım yok, canımı da sokakta bulmadım…”

Alije gülümsedi. “Aha. Senin bütün derdin aslında bu, değil mi? Bildiğin bağlanma korkusu.”

O kadar kapalıysan ben ne desem tersinden anlamanın bir yolunu bulacaktın elbet. Ama cidden anlamaya belki niyetlenirsin diye söylüyorum: Kimseyi irademe köle etmek diye bir derdim yok, ben birlikte evrilmeyi seviyorum.

Hazır değilsen değilsindir, bu ne benim ne de senin “suçun” değil, sabırdan başka sunacak bir şey yok.

Grimsi mavi bulutlar yavaş yavaş seyrelip dağıldı, Dila’nın hayali de çözülüp onlara karıştı.

Alije uyandı, kendini yattığı yerden flaster sökercesine zorlukla kaldırdı. Vücudu birkaç raund maç yapmışçasına yorgundu, ama zihni yeterince berraktı. Bilgisayarın başına geçip bir Mutlu Kutlamalar mağazası ile bağlantı kurdu. Dila için bir paket yaptırıp içine bir not yazdırdı, adresine göndertilmek üzere hazırlattı.

“Sıra dışı çarelere başvuran insanları merak ettim, hâlen de ediyorum. Çözene kadar da bakmaya devam edeceğim. Ana akımda hayat yok Dila… Yaşayacaksak kendimize sahip çıkıp yolumuzu çizmemiz gerekiyor. Sevgiler, A.”

* * *

Saklanan, artık hâkim olamadığı Alije’nin ruhundaki evrimi üzüntüyle izliyordu.

İçeri’deki düzenlemeler, Dışarı’ya da kaçınılmaz olarak yansımış; Alije’nin Evreninde bir şeyler değişmeye başlamıştı. Zaman toparlanıyordu… Zihinler, “kendilerine ulaşabilecekleri Her şey”e dair izin alma gereğini bir kenara bırakıyordu. Merkeziyetin Ana Akımı, ağırlığını yavaş yavaş yitiriyordu. Korkular yenilmeye, cesaretle deneyler yapılmaya, risklere girilmeye başlandı. Enerjinin aslında bedelsiz olduğu, çünkü aslında kimsenin iznine tabi olmayacak şekilde içeriden geldiği idraklanmaya koyuldu. Güvenlik bir seraptı; limanlarda çakılıp kalmış gemiler silkinip enginlere doğru süzüldü, zira yapılış amaçları limanlarda çürümek değildi.

Tepkisel düğümler birer birer çözüldü. Bu önemliydi, zira o düğümleri düzleyene dek bu dünyada gerçek anlamda hiçbir şey yapamazdınız. Öyle parmak şaklatırcasına halledilen bir şey de değildi bu, başlı başına bir süreçti. İzin Gücü’nün değeri ve kudreti anlaşılıyor, ön kabuller sorgulanıyor, daha önce ait olmadığı yerlere kandırmacayla verdirilmiş onaylar geri çekiliyordu.

Saklanan’ın saklanacak yani bizzat ismini oluşturan tanımı devam ettirecek yeri kalmamıştı. Yanılsamalarla Alije’yi oyalayacak nirengi noktası bulamıyordu. Yavaş yavaş ve parça parça asimile olarak Alije’nin enginliğine eridi. Artık kendini eski bildiği şekilde tanıyamayacaktı; Varlığı bir anlamda bitmiş, bir anlamda da Alije’nin entegre ve uyumla çalışan örgüsüne karışmıştı.

Kendine ve yeni hâline şöyle bir baktı. Artık endişe, kaygı, gerilim, korku, suçluluk üretmiyordu. İyi vakit geçirmenin anlamı farklılaşmış, iyi bir Şimdi’ye dönüşmüştü.

Ey kendi evreninin Tanrısı… Bugün kuantum dalga formunu şekillendirmek için neler yaptın, neler düşündün, izin verdin, kabullenip inandın, duygudurumsadın?

* * *

Kapı sinyali yükseldiğinde Alije duştan çıkmış, elindeki su emici ağsı yapıyı saçlarında dolaştırarak kurulamakla meşguldü. Servis robotu, beklenen kimsenin bulunmadığına dair rapor verip kapıya yollandı.

Alije, ellerini kurulayarak sürpriz ziyaretçinin kim olduğuna baktı. Geleni fark ettiğinde donakaldı. İşte bunu gerçekten hiç beklemiyordu, ummaya bile kalkışmamış ve konuyu kafasında kapatmıştı.

Dila, gülümseyerek dikilmekteydi karşısında. Güzelim siyah saçları, kapıdan gelen hava akımında hafifçe kıpırdanıyordu. Mutlu Kutlamalar mağazasından gelen hediye ve not elindeydi. Sözsüzce elini uzattı. Konuşmaların anlamının bittiği noktaydı.

Ona bir şans daha vermek istiyor muyum, diye kendi kendine sordu Alije.

Eli kalktı, kendisine doğru uzanan eli parmaklarıyla kavradı. Ortamda gri bulut filan yoktu, olanlar gerçek ve somuttu.

Gözlerine gülümseyerek bakan gözler de elindeki el de gerçekti, somuttu ve sıcacıktı.

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Kayıp Dünya

Kayıp Dünya Editörleri tarafından yayınlanmaktadır.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da