Selim Erdoğan
Bilimkurgu Röportaj

Selim ERDOĞAN ile Röportaj

Pınar: Merhaba, bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için öncelikle teşekkür ederiz. Aslında yerli bilimkurguya meraklı okurlarımız sizin adınıza aşina fakat yeni başlayanlar için Selim Erdoğan kimdir, kim değildir bize kendinizden biraz bahseder misiniz?

Selim Erdoğan: İnsanın kendinden bahsetmesinden daha zor çok az şey vardır herhalde. 1970 Kocaeli doğumluyum. Eğitim hayatım İzmit ve Ankara’da geçti. Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. İş hayatım büyük ölçüde finans ve son zamanlarda enerji piyasalarında geçti. Evliyim. İki çocuk sahibiyim. Gezmeyi ve motosikletleri severim. Motosikletle gezmeyi ise çok severim. Edebiyattan başka başta fizik olmak üzere bilime meraklıyım. Belki bir bütün olarak insan uygarlığının binlerce yıldır yarattığı her türlü sanat dalı ve bilim disiplininin değişen derecelerde ilgimi çektiğini söylemek daha doğru olur. Ne yazık ki insan hayatı kısa ama külliyatı büyük. Müzik, üzerimdeki etkisine hep hayret ettiğim bir sanat. Johann Sebastian Bach tüylerimi en çok diken diken besteci sanıyorum. Denizatı Vadisi, İkibinseksendört, Gofer Ağacı, Trinidad’ın Dönüşü ve Kurbağa Adası adlı beş yayınlanmış kitabım var. Bilimkurgu Kulübü’nün İthaki Yayınları’ndan çıkan Yeryüzü Müzesi adlı öykü derlemesine bir öykümle katıldım. Yine Bilimkurgu Kulübü’nde zaman zaman yazı ve öykülerim yayınlanır. Sorunun kim değildir kısmına gelelim. Sinema oyuncusu, şair ve tarih kitabı yazarı Selim Erdoğan’la ilgim yok.

Bazen öyle güzel bir yorumla karşılaşırsınız ki o gününüzü iyi geçirmenize neden olur. İşte bunun için yazdım dersiniz.

Pınar: Teşekkür ederiz, bizde de motosiklet delileri var. Yeryüzü Müzesi de en sevdiğimiz antolojilerden biri. İsterseniz biraz da yazarlıktan bahsedelim. Yazarlık üzerine ilk başarınız neydi?

Selim Erdoğan: Başarıdan kastınız bir ödül falansa bu türden bir başarım yok. Tanımadığım insanların kitaplarıma olan beğenilerini dile getirmeleri benim için en büyük başarı. Bazen öyle güzel bir yorumla karşılaşırsınız ki o gününüzü iyi geçirmenize neden olur. İşte bunun için yazdım dersiniz.

Pınar: Bir yorum bile insana nasıl şevk verebiliyor değil mi? Haklısınız. Peki, bilimkurguya merakınız nasıl başladı? Sizi ya da kaleminizi etkileyen yazarlar oldu mu? Bilimkurgu dışında da yazmaktan keyif aldığınız türler var mı?

Selim Erdoğan: Bilimkurgu filmlerini çocukluktan itibaren sevdim. Belki dramayı sıkıcı bulduğumdandı. Belki zaten bir drama içinde yaşıyor olmamızdan. İnandırıcı bir sihirdi bilimkurgu. Çünkü teknolojik bilgi birikimine bağlı olarak gerçekleşebilirdi. Bir nevi eğlenceli bir ütopya.

Ama insan değişiyor. Çocukluktan edebi zevkinizle birlikte çıkıyorsunuz. Doktor Who’dan, 2001 Space Odyssey’e, Asimov’dan Stanislav Lem’e geçiyorsunuz. İnsan psikolojisini içermeyen, karakterleri derinliksiz, iri sorular sormayan metinleri iki boyutlu ve karton bulmaya başlıyorsunuz. Lem’in tarzını ve iri sorularını, Arthur C. Clarke’ın bilimsel titizliğini, Philip K. Dick’in zengin kurgusunu severim. Elbette bilimkurgu dışında pek çok yazar var sevdiğim. Ernest Hemingway, George Orwell, D.H. Lawrence, William Golding, Vladimir Nabakov, J.G Ballard, Cormac McCarthy ilk akla gelenlerden.

Bilimkurgu dışında da yazıyorum elbette. Kara mizah içeren bir kitap üzerinde çalışıyorum. Sonra da suç drama türünde bir kitap projem var.

Pınar: Yazma, üretme süreçleri her yazara sorduğumuz bir soru ve çok farklı cevaplar alabiliyoruz. Size de sormak istiyorum; belli bir yazma rutinine sahip misiniz? Birçok ünlü yazarın belli sayıda kelime yazmadan gününü sonlandırmadığını biliyoruz. Katılıyor musunuz bu kurala?

Selim Erdoğan: İki küçük çocuğu olan bir baba olarak böyle bir rutinim yok maalesef. Yazmak derin konsantrasyon gerektiren bir eylem. Tam sessizliğe ihtiyacım oluyor. Çatı katında bir çalışma odasına da sahip değilim. Yazmak için herkesin uyuduğu geç saatler ya da hala uyanmadığı erken saatler kalıyor. Ama bir gece kuşu da değilim maalesef. Gündüz kendime sessiz bir köşe bulursam yazabiliyorum. Öte yandan kendini her gün yazmaya zorlamak ne kadar verimli onu da bilmiyorum açıkçası. Bazen hiç havanızda olmazsınız. Yazdıklarınızın bir anlamı olmalı. Yani boşluk doldurmamalısınız. O da her zaman olmuyor.

Pınar: Bilimkurguyu sert yazanlardansınız kanımca. Son kitabınız “Kurbağa Adası”nın arka kapağında ‘Neden inatla dünyanın sonunun gelmesini bekliyorsunuz?Yatakta ölme düşüncesini sıkıcı bulduğunuz için göktaşı felaketi peşinde koşuyorsunuz.demiştiniz. Mesela bazı eserlerin içinden başka gezegende geçme durumunu çekip çıkarıverseniz, bas bas ben dramım ya da aşk romanıyım diye bağıracak sanki. Bilimkurgu nedir sizin için?

Selim Erdoğan: Benim beş kitabımdan sadece biri başka bir yıldız sisteminde geçer. Diğerleri dünyalıdır. Ben galiba sınıflandırmaya pek inanmıyorum. En azından yazdıklarım belirli bir sınıfa girmiyor diye düşünüyorum. Denizatı Vadisi’nin fonu bilimkurgusaldır. Ama başta hukuk sistemi olmak üzere bilgi ve insan ilişkisini sorgular. Bilginin sınırsızca tüketilmesinin sonuçlarını irdeler. İkibinseksendört insan bilincinin doğası üzerinde bir tartışmayla açılır. Bilinçli gibi davranan bir internet ağının başta batı dünyası olmak üzere Dünya’nın önemli bölümünü yönettiği bir büyük birader ortamıyla ilgilidir. Ama bu ağın gerçek bilincinin olup olmadığı belli değildir. Bunu anlamak da teorik olarak mümkün değildir. Gofer Ağacı doğanın temel güçlerinden birini yenecek bir teknolojinin gerek bilim dünyasında gerek finans dünyasında yarattığı şokla ilgili bir kitap. Trinidad’ın Dönüşü, tek dünyalı olmayan kitabım yine insan psikolojisinin aynı olguyu açıklamakta ne kadar farklı yorumlara yol açabileceği ile ilgili bir kitap. Einstein’ın teorisinin tartışıldığı bir kitap bir yandan da.

Kurbağa Adası zaten günümüzden belki elli yıl sonra geçiyor. Kanalın yapıldığı, İstanbul Avrupa yakasının bir adaya dönüştüğü bir hikaye. Küresel ısınma, göçler, gıda krizi, aşırı nüfus o distopyaya götüren tohumlar. İzlerini, ipuçlarını her gün çevremizde gördüğümüz bir distopya. Zannediyorum kitaplarım ve konuları bilimkurguya bakışımla ilgili bir fikir verebilir.

Pınar: Biraz da ülkemize dönelim. Türkiye’de yerli bilimkurgu üretimi ve kalitesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Görece kötü de olsa türün adının ülkemizde sağlamlaşması açısından eser sayısının artmasından mı yanasınız yoksa aksine kötü ve klişe yapıtların bilimkurgunun işini zorlaştırdığını mı düşünüyorsunuz?

Selim Erdoğan: Güzel bir soru. İstatistik açısından bakarsak ne kadar çok o kitap o kadar çok iyi kitap anlamına gelebilir. Yani yılda yüz yerli kitap çıkıyorsa çoğu çöp olsa da belirli bir oranı iyi olacaktır. İyi bilimkurgu iyi edebiyat gibi çöp dağı üzerinde yükselir. Diğer alanlarda da böyle. Tarihsel, polisiye, dram türündeki kitaplarda da durum değişmiyor. Bu istatistik kuralının sakıncası iyi kitapların kötüler arasında kaybolması. Bir kitabın iyi olup olmadığını anlamak için okumanız gerekiyor. Bir şarkı için iki dakika ayırmanız yeterli. Kitapta bu daha zor. En azından bir kaç sayfa. Bunu da kitapçıda yapabilirsiniz. Ön okuma denen kolaylığı önemsiyorum. Kitabın kalitesiyle, yazarın diliyle ilgili önemli ipuçları verir. Ama bilimkurgu zaten biraz küçümsenen bir türdü. Dram ya da tarihsel kitaplarda da iyi kötü oranı benzer belki. Ama bilimkurgu diğer sınıflara göre daha dezavantajlı. Kötü, özenti, yüzeysel üretim bu kötü üne katkıda bulunuyor diye düşünüyorum.

Zaman zaman yayınevinden bir bakmam için dosyalar da gönderilir. İlk göze çarpan sorun dil oluyor. Dil kendini hemen belli ediyor. Bazen gerisini okuyamıyorsunuz bile. Kurgusal problemler ilerledikçe kendini gösteriyor. Bilimsel kısımlar genellikle çok zayıf ve kulaktan dolma bilgilere dayalı oluyor. Belirli bir düzeyde bilime aşina olmak gerek zannediyorum. Yoksa yunan alfabesinin harfleri iyi bilimkurgu yazmak için yeterli değil. Bir diğer husus Dünya’yı Kurtaran Adam sendromu adını verdiğim bir durum. Bilimkurgunun Türkiye’ye yakışmaması, yani ülkemizin teknoloji öncüsü ülkeler arasında olmaması, iki tür yazar tepkisine neden oluyor. Yazar ya bilimkurgusal mizah yazıyor ya da bir Türk karaktere Dünya’yı kurtartıyor. Bunu da ünlü filmdeki gibi değil, ciddi olarak yapıyor. Ülkemizde bütün Dünya’yı ilgilendiren bir şey oluyor mesela. Türk karakterler bir Amerikan aksiyon filmindeki klişeler üzerinden yürüyerek Dünya’ya ders veriyor. Belki bunların da geçilmesi, komplekslerin yenilmesi, bunlara doyulması gerekiyor bilemiyorum. Ama son zamanlarda bilimkurguya ilginin arttığını, yazarların sayısının çoğaldığını, dolayısıyla nitelikli eser sayısında da artış olduğunu gözlemliyorum.

Pınar: Dediğiniz gibi de yapıyorsunuz kitaplarınızda. Yazdıklarınızda bilimsel altyapısına çok dikkat ettiğinizi görüyorum. Bir fikrin aklınıza düştüğü andan, olgunlaşıp doğmasına kadar geçen süreyi biraz anlatabilir misiniz? Sizin süreciniz nasıl?

Selim Erdoğan: Konuların özgün olmasına dikkat ediyorum. Aklıma iyi bir fikir iyi bir sahneyle birlikte gelirse hikaye üzerinde düşünmeye başlıyorum. Bilgisel eksikliğim varsa onu kapatıyorum. Kendimi iyi hissetmezsem, yani kendime güvenmezsem yazamıyorum zaten. Belirli bir süre yok. Yıllara yayılan kitaplar da oldu. Ama bu daha çok hayatın dayatmalarından kaynaklandı. Bazen araya bir sürü şey girer ve aylarca yazamazsınız. Metinden soğursunuz. Onu alıp okumak, ısınmak, üzerinde yeniden düşünmeye başlamak bazen büyük bir kütleyi itmek gibi zor gelebilir.

Selim Erdoğan
Selim Erdoğan

Pınar: İnandırıcı ya da bağ kurulabilen karakterler yaratmak önemli. Siz karakterlerinizi yaratırken nelerden besleniyorsunuz?

 Selim Erdoğan: Deneyim. Sürüyle her türden insan tanıyorsunuz. İnsanın bir doğası olduğunu ve çok da değişmediğini düşünüyorum. Yani Roma İmparatorluğu topraklarında yaşayan insanların da temel güdüleri önce hayatta kalmak, mümkünse güç sahibi olmak falandı. Yirmi bin yıl önce de farklı olduğunu sanmıyorum. Gelecekte de değişeceğine dair bir emare yok. Kognitif bilimde hard wired denen bir şey bu sanıyorum. Tanık olduğum karakterlerin değişik koşul ve ortamlarda verecekleri tepkileri tahmin etmek çok zor gelmiyor bana. Ama insanları tanımak ve anlamaya giden yolun çıkış noktası kendiniz. Sonuçta insanlarla ilgili yazıyorsunuz ve ne şans ki siz de bir insansınız.

Pınar: Eskiden beri bir kitap koleksiyonerliğim vardır. Son zamanlarda da, kendi adıma, yerli yazarlara şans vermeye başlamamın üzerinden çok bir zaman geçmedi itiraf edeyim. Dini göndermeli ya da Osmanlı temalı bilimkurgu kitaplara da rastladım bu süreçte. Bu eğilim hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Selim Erdoğan: Zamanın ruhu. İnsanlar merkeze yönelir. Hangi ülke güçlüyse o ülkenin kültürü trend olur. Amerika Birleşik Devletleri savaşı kazanmasaydı Rock’n Roll dünyaya yayılır mıydı? Benzeri ülke içindeki kültür savaşlarında da geçerli. Bugün iktidar muhafazakar tonlu. Edebiyat da payını böyle alıyor siyasal durumdan.

Altuğ: Ben de bir soru sormak istiyorum, İkibinseksendört, Trinidad’ın Dönüşü, Denizatı Vadisi ve Gofer Ağacı’nın ardından şimdi de Kurbağa Adası. Üretken bir yazarsınız. Peki kitaplarınızı bastırma aşamasına gelene kadar zorluklar yaşadınız mı? O dünyaca ünlü yazarların aldıkları ret mektupları gibi, sizi yolunuzdan yıldırabilecek durumlar oldu mu?

Selim Erdoğan: Olmaz mı? Daha da kötüsü ret mektubu bile alamamak. Dosya gönderirsiniz aylarca dönüş olmaz. Ararsınız muhatap bulamazsınız ya da aradığınız için dosyanız reddedildi derler. Hangi dosya olduğunu bile bildiklerini sanmıyorum. Küçük bir inceleme ve ret gerekçesi içeren tek bir cevap bile almadım. Ama yazmaya devam ettim. Bu benim için gezmek gibiydi çünkü. Geziyor, fotoğraflıyor, yazıyorsunuz. Ama gezi kitabınızı basacak yayınevi bulamıyorsunuz. Gezmekten vazgeçer misiniz?

Altuğ: Vazgeçmemek lazım! Kesinlikle katılıyorum. 

Pınar: Kısa öyküler de yazıyor musunuz? Romanlarınız dışında, okuyucular ile buluştuğunuz bir platform var mı?

Selim Erdoğan: Yazıyorum. İthaki’den çıkan Yeryüzü Müzesi’nde bir öyküm yer aldı. Bunun dışında Bilimkurgu Kulübü’nde zaman zaman yazı ve öykülerim yayınlanır.

Pınar: Bazılarına göre kısa öykü yazmak roman yazmaktan daha zor. Sizce de öyle mi?

Selim Erdoğan: Sanmıyorum aslında. Bir romanın gerektirdiği çalışma muazzamdır. Büyük bir metni sadece bir kez daha gözden geçirmek bile bir kez daha okumaktır. Kısa öykünün ilk draftını bir oturuşta çıkartmak mümkün. Aynı şey roman için söylenemez.

Pınar: Devam eden salgın sebebiyle, maskeleri günlük rutinine almış bir toplum olduk şu günlerde. Günlük dilimize yerleşen bir sürü yeni terimimiz de oldu bu vesileyle. Kendini dış dünyadan soyutlama, sosyal mesafelerle yaşama, yazarlığınızı ve yaratıcılığınızı nasıl etkiledi ya da insani yönünüzü?

Selim Erdoğan: Fiziksel izolasyon ve psikolojik yalnızlık benim metinlerimin bir yerlerinde rastlayabileceğiniz bir olgu. Trinidad’ın Dönüşü tam bir izolasyon metnidir. Dünya’dan dört ışık yılı uzaklaşan ve dönmeme olasılıklarının farkında üç bilim insanının romanı. Yaşadıklarımızın bu anlamda çok ilham verici olduğunu söyleyemem. Diğer yandan çok uzun süre insanlardan kopuk yaşamak belki de yazarlık açısından çok olumlu bir şey değildir. Yazar farkında olmadan bir kütüphane oluşturur kafasında. Kendi deneyimleri, başkalarından duyduğu deneyimler, tanıdığı insanlar, okuduğu kitaplar, izlediği filmler bu kütüphanenin ögeleridir. Bir kır evinde yıllarca yaşamak kütüphanenin kişisel deneyim kanalını kurutur. Oradan bir şey gelmez olur. Yazmak için eşsizdir yalnızlık. Ama malzeme için kötü.

Altuğ: Malum kısıtlamalar yüzünden kitapları satın almak da zorlaştı bu günlerde. Birçok insan e-kitaplara yöneldi. E-Kitap için siz ne düşünüyorsunuz? Kitaplarınız bu şekilde dağıtılacak mı?

Selim Erdoğan: E-kitap denen şeyi seviyorum. Benim de bir Kindle’ım var. Son yıllarda en çok o ekrandan kitap okudum. Yanınızda devasa bir kütüphane taşımaktan farksız. Kitaplarımdan sadece Trinidad’ın Dönüşü e-kitap olarak mevcut.

Pınar: Sizin Kayıp Dünya’lılara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Selim Erdoğan: Buraya kadar ilgilerini esirgemedikleri için teşekkür ediyorum.

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Pınar KARACA

Tam zamanlı okur, yarı zamanlı yazar.

1 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

  • Selim Erdoğan ile Denizati Vadisi kitabi ile tanistim. O kitap beni çok etkiledi. Sonrasinda diger kitaplarini da aldim hemen. Yeni kitabi Kurbaga Adasi’ni da hemen alip okumak istiyorum.

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da