Bilimkurgu Röportaj

Olcay ŞEKER ile Röportaj

Bu hafta, yerli bilimkurgu yazarlarımızdan Olcay Şeker ile videolu bir sohbet gerçekleştirdik. Sıcak ve samimi tavırlarıyla bize zaman ayırdıkları için kendilerine teşekkürü bir borç biliriz.

Kayıp Dünya Ekibi: Olcay bey bize katıldığınız ve bu röportaj için vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Bize önce kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Olcay Şeker: Merhaba, kendimi tanıtmadan önce sizinle tanışmaktan dolayı çok mutlu olduğumu ifade etmeliyim. 1984 yılında İstanbul’da doğdum. Evliyim, 8 yaşında bir oğlumuz var.Lise ve üniversite eğitimlerimi İstanbul’da aldım. İstanbul Üniversitesi inşaat mühendisliği bölümü mezunuyum ve yaklaşık 13 yıldır bu mesleği icra ediyorum. Bir yandan da yazmaya, üretmeye gayret gösteriyorum.

 

Altuğ: Siz çeşitli türlerde üreten bir yazarsınız ama ben bilimkurgu tarafından soracağım izninizle, Türkiye’de yerli bilimkurgu üretimi ve kalitesi ile ilgili düşünceleriniz neler?

Olcay Şeker: Son yıllarda yerli yazarların çok başarılı eserler verdiğini görüyorum ve bu beni çok mutlu ediyor. Maalesef okurlarımızın büyük bir çoğunluğunun sahip olduğu bir önyargıyı yıkmaya çalışıyoruz. “Yerli yazarlarımız bilimkurgu yazamaz, korku gerilim yazamaz.” Bu, daha iyi eserler verebilmenin önünde duran kocaman bir duvar ve yavaş yavaş bu duvarın yıkılmaya başladığını görmek gurur veriyor. Çünkü yerli yazarlar kaliteli, keyifli ve parlak fikirlere sahip kitaplar yazıyorlar. Bu duvarı yıkmak için mücadele edenlerden biri olduğum için de ayrıca mutluyum. 

 

Altuğ: E-Kitap için ne düşünüyorsunuz? Sizin kitaplarınız da bu şekilde dağıtılacak mı?

Olcay Şeker: Bu soruya önce bir okur, sonra da bir yazar olarak cevap vermek istiyorum. Bir okur gözüyle e-kitapları çok sevdiğim söylenemez. Zira ben kitapları elimde hissetmeyi, kokusunu almayı seviyorum. Okumaktan böyle keyif alıyorum. Tablet veya telefon ekranlarından kitap okumak; hem gözlerimi yoruyor, hem de kitabın içine tam olarak girmemi engelliyor. Ancak bir yazar olarak düşünürsem e-kitaplara daha kolay ulaşıldığını görüyorum. Özellikle bu salgın döneminde birçok şeyi tecrübe etme fırsatını yakaladık. Bunlardan biri de kitaplara ne kadar ihtiyacımız olduğuydu. Ancak kitapçılara gidemiyorduk ve internet üzerinden siparişlerimiz de zamanında elimizde olmuyordu. İşte bu tecrübe de bize, e-kitapların kolay ulaşılabilir olması açısından ne kadar faydalı olduklarını gösterdi. 

 

Altuğ: Pekiyi ya sesli kitaplar?

Olcay Şeker: Sesli kitaplar çok hoşuma gidiyor. Özellikle de yazarın kendi sesinden dinlemeye bayılıyorum. Çok değerli seslendirme sanatçılarımız var, onlara büyük saygı duyuyorum ancak sesli kitapları yazardan dinlemenin; hikayenin içinde olmak, duyguyu yaşayabilmek açısından daha verimli olduğuna inanıyorum. Bir kitabı en iyi yazarı bilir ve sayfalar arasındaki heyecanı, endişeyi, korkuyu, sevinci ve hüznü en iyi yazar aktarabilir görüşündeyim. Bu vesile ile kendi kitaplarımı bir gün seslendirmek arzusunda olduğumu da paylaşmak isterim. 

Sesli kitapların başka bir faydası daha olduğuna inanıyorum. Çocuklara kitapları sevdirmek için de sesli kitaplar, çok değerli bir yere sahipler. 

 

İlker: Eserlerinizde kapı, geçit, anahtar gibi öğeler gördüm. Ben de oynattığım masa-üstü oyunlarda çok kullanırım bunları. Geçit ve kapılara özel bir ilginiz mi var sizin de?

Olcay Şeker: Evet, var. Kapı ve pencereler, birçok filmde ve kitapta kendine yer bulmuştur ve çoğunda da hikayede önemli görevler üstlenmiştir. “Lost Room” diye bir dizi vardı hatırlarsanız. Orada da çok kullanılıyordu, anahtarlar kapılar. Son olarak Joe Hill’in kitabından uyarlanan Lock & Key’de de sıklıkla kullanılıyor. Kapı, pencere ve benzeri fantastik öğeleri ben de kullanıyorum.

Yedi pencere adlı kitabımda da hikayenin merkezinde pencereler bulunuyor.  Yedi Pencere, bir üçlemenin ilk kitabı olarak yazıldı. Şu anda ikincisini yazmaktayım. Burada geçitler, kapılar, pencereler; başka dünyalara gidiyor. 

Yedi Pencere’yi alıp okuduğunuzda, gökyüzünde bir anda ortaya çıkan bu pencerelerin (aslında ışık huzmeleri) dünya üzerindeki yansımalarını göreceğiz. Yani insanlar üzerindeki etkilerini… Toplamda 11 ayrı şehirde, farklı karakterlerin yer aldığı bir roman ve yedi ayrı şehirde pencereler görülüyor. Bu pencerelerin farklı şehirlerde farklı ruh halleriyle karşılandığını okuyacaksınız. Çok fazla karakter, çok fazla yer var ve bu anlamda zengin bir içeriğe sahip olduğunu söylemeliyim. Kitabı okurken, İran’da yaşayan birinin bu olaya bakış açısını göreceğiz mesela. New york’taki ve Londra’daki sıradan insanların bakış açısını da göreceğiz. Aslında bilimkurgunun farklı bir yönünü yazmak istedim orada. Belki 400-500 sayfada da anlatabileceğim bir hikayeyi, biraz daha uzatmak istedim. Bunu yapmak istememin sebebi, bilimkurgularda çok az rastlanan psikolojik etkenlere dikkat çekmek istememdi. Mesela bunu Stanislaw Lem’in Solaris kitabında yaşamıştım. Türü bir bilimkurgudur ama aslında psikolojik bir bilimkurgudur. Başka bir gezegende keşfedilen bir okyanusu araştıran birinin; okyanusun anılarını canlandırması sebebiyle psikolojisi değişir. Bu durum derinden etkiler. Bu benim çok hoşuma gitmişti. 

Dolayısıyla bu kitapta biraz bunu yaşatmaya çalıştım. İkinci kitapta da biz diğer tarafın hikayesini okuyacağız. Bir de pencerelerin ardındaki dünyayı öğreneceğiz. Neden böyle bir yola giriyorlar, neden o kapıları pencereleri açıyorlar, amaçları ne? Onları bu yola iten olaylar ne, ne yaşadılar? Finalde de bütün bağlantıları birleştirip karakterleri de bir araya getirip sonuçlandırmayı düşünüyorum. 

 

Pınar: Yazmaya ilk olarak bilimkurgu ile mi başladınız?

Olcay Şeker: Küçük yaşlardan beri biraz da ailesel sebeplerden, çok kitap okuyorum. En yakın arkadaşlarım kitaplardır diyebilirim. Genelde Stephen King, Dean R. Koontz, Isaac Asimov, H. G. Wells, Arthur C. Clarke, Agatha Christie, son zamanlarda da Neil Gaiman okuyorum. Bu tarzları okuduğum için herhalde fazlasıyla etkilendim. Hem bilimkurgu hem gerilim konusunda düşlemeyi, hayal etmeyi, kurgulamayı seviyorum. Yani bilimkurgu yazarı olarak mı anılmak istiyorum? Hayır, yalnızca bir bilimkurgu yazarı olarak anılmak istemiyorum ama sadece bir gerilim yazarı olarak da anılmak istemiyorum. ikisini de yazabilen, ikisinde de keyifli eserler verebilen bir yazar olmak istiyorum. 

 

Pınar: Aslında birçok bilimkurgu yazarı fantastik de yazıyor. Birbirine çok yakın bulundukları için. Bir de, mesela sizin şu an bilimkurguya dair sadece bir öykünüzü okuyabildim. Bugün ön okumalarına baktığım kitaplarınızı da yeni baskıları çıkar çıkmaz alacağım. Yerli bilimkurgu kütüphanemde mutlaka yer alacaklar. 

Olcay Şeker: Teşekkür ederim. 

 

Pınar: Olcay Bey, sizin tarzınız saf bilimkurgu mu yoksa bilimkurguyu biraz fantastik gibi yazanlardan mısınız? 

Altuğ: Biraz mistik de var galiba Olcay bey’in hikâyelerinde bence.

Olcay Şeker: Fantastikten daha çok mistik var, evet. Yani gerilimi, gizemi çok seviyorum. Kitaplarımda, okuyucuya olabildiğince gizemli bir atmosfer yaratmayı seviyorum. Bu bilimkurgu da olsa, gerilim de olsa o sisli ortamın içerisine okuyucuyu sokup, finale kadar olabildiğince soru işaretlerini gidermemeyi tercih ediyorum. Hatta kimi zaman bu soruları çoğaltmayı, ama bu işi yaparken de okuyucuyu bıktırmamayı amaçlıyorum. Yani okuyucunun “çok fazla soru işareti var, sıkıldım artık sorulardan, kitap bir türlü gitmiyor,” demesine fırsat vermemeye çalışıyorum. Tam aksine kitabı; her sayfada daha büyük bir açlıkla, daha büyük bir iştahla okuma isteğini uyandırmak, ama finalinde de kesinlikle okuyucuyu ters köşe yapmak; bir numaralı hedefim diyebilirim. Yani bir kere düz kurgudan olabildiğince uzak kalmayı seviyorum. Ayrıca mutlu sonlardan ve bilindik, klişe sonlardan nefret ediyorum. Ben bir kitabı açıp okuduğumda finalinde şaşırmalıyım. Beni kesinlikle sarsmalı, neye uğradığımı şaşırtmalı. Dolayısıyla kendi kitaplarımda da bunu verebilmeyi amaçlıyorum. O yüzden ilk okuyuşta okuyuculara biraz ters ve sert gelebiliyorum. Mesela son kitabım Gölgeler’de bir aileden bahsediyorum. 8 yaşında bir çocukları var. Ailenin ilgisizliğinden dolayı çocuk üzgün, yalnız hissediyor ve bir hayali arkadaşı var. Çocuk bu  hayali arkadaşından etkilendiğinden ötürü farklı davranışlar sergilemeye başlıyor. Kötü sözler söylüyor. Şiddet içeren, daha önce hiç sergilemediği davranışlarda bulunuyor arkadaşlarına. Öğretmeni bir uzmana götürülmesini tavsiye ediyor. Uzmana götürüyorlar ve olaylar beklenmedik şekilde karmaşıklaşıyor. Soru işaretlerinin sayısı artıyor ve karakterlerin hepsi geçmişleriyle yüzleşmek durumunda kalıyorlar ama bu yüzleşme, hiçbiri için kolay olmuyor. Finalde herkesin bitmesini istediği son olmuyor çünkü ben, öyle sonlar sevmiyorum. Şu sıralar sosyal medya üzerinden, bir sürü okurdan yorumlar alıyorum. “Ya ben finali böyle beklemiyordum, final beni çok şaşırttı,” diyenler çoğunlukta. Onların aslında bu tarz sonlara alışkın olmadığını ama bu tarz sonları da sevebileceklerini fark ediyorum.Yani aslında hepimiz mutlu sonlara alıştırılmışız. Belki de her şeyin mutlu bitmesini istiyoruz. Ancak gerçek hayatta çoğu şey mutlu sonla bitmiyor. Bitmeyecek de. Biraz da buna alıştırılmamız gerektiğine inanıyorum. Okurlar buna da alışıyorlar zamanla. Sakın sözlerim yanlış anlaşılmasın. Ben karamsarlığı savunmuyorum. Sadece alışılmadık, beklenmedik sonlar yazmayı sevdiğimi söylüyorum. Bunu yaparken de biraz gerçek hayattan yararlanıyorum. 

Altuğ: Korku öğelerini de kitaplarında kullanan bir yazar olarak, sizce şu sıralar Türkçe eserlerde korku edebiyatı ne durumda?

Olcay Şeker: Yerli korku konusunda da çok başarılı ve takip etmekten, okumaktan keyif aldığım isimler var. İlk aklıma gelenlerden biri Mehmet Berk Yaltırık örneğin. Kalemini seviyorum. Tarih bilgisini, korkuyla mükemmel şekilde harmanlıyor ve ortaya karanlık, kasvetli ama içine girmekten keyif aldığınız hikayeler çıkıyor. Yerli korkunun geldiği noktaya olumlu baktığımı söyledim fakat eklemek gereken başka bir şey de var. Biz, sadece cin ve perilerden korkan, bu tarz korkuları okumayı, izlemeyi seven bir toplum değiliz. Başka korkularımız da var ve bunların da yazılması gerektiği kanatindeyim. Ben de bunların üzerine eğilmeye gayret ediyorum.

 

Pınar: Korku da yerel olarak çok yapılmaya çalışılan ama geleneksel korkumuz ‘inler cinler’den pek fazla ileriye gitmeyen bir tür benim fikrimce ya da ben hep onlara rastladım. Korku türünde çok fazla eser veriliyor ama itiraf etmeliyim ki okumaktan pek de zevk aldığım eserler yok. Mesela bazı kitapların yorumlarını okuyorum. “Korkmadık ki,” diye bir olay var. Yani korkudan beklenti nedir? Mesela siz az önce bahsettiniz, kitabınızda, satırlarınızda korku var. Korku diye çıkarılıp ama aslında hiçbir şekilde o tarzda okumak isteyen insanları tatmin etmeyen eserler de var. Yani acaba doğru şekilde kategorize edilmiyor olabilir mi bazı kitaplar? 

Olcay Şeker: Şöyle izah edeyim. Birincisi herkesin kendi korkuları vardır. Kimisi cinlerden, hayaletlerden korkar, bir diğeri kurt adamlardan, vampirlerden korkar. Ama bazıları bunların hiçbirinden korkmaz ve hatta bunlara gülüp geçer. Fakat buna rağmen altını tekrar çizmekte fayda görüyorum herkesin korkuları vardır. Ben Karanlık Çökerken adlı bir öykü derlemesi yazdım. Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda satışa sunuldu fakat yayınevi değiştiği için şu sıralar satışı yok. Yakında Ahbap Kitap etiketi ile yeniden basılacak. 6 tane kısa hikaye var orada. Bu kitabın arka kapak yazısında aşağı yukarı şöyle söyledim; “Herkesin kendi korkuları vardır. Birçoğu bu korkuları gizlemeyi seçer.”

Önemli olan sizi korkutan şeyin ne olduğunu bulmak. Dolayısıyla beni korkutan şeyleri, beni korkuttuğu haliyle kafamda düşlediğim, okusam korkarım dediğim haliyle yazıyorum. Okuyucunun bunu korku olarak alması veya gülüp geçmesi tamamıyla okuyucuyla alakalı. Örneğin Stephen King’in birçok kitabının korkunç olduğu söylenir. Hatta Stephen King de bir korku yazarı olarak anılmaktan rahatsızdır ve “Çekler karşılıksız çıkmadığı müddetçe benim için bir sorun yok ama ben aslında yalnızca bir korku yazarı değilim,” der. Stephen king’in birçok kitabını okumuş, büyük hayranı biri olarak şunu söyleyebilirim ki; ben korkmuyorum yazdıklarından. Ama inanılmaz derecede  geriliyorum, merak ediyorum ve beni büyük bir açlıkla sınıyor. Çünkü onun yazdıklarını büyük bir iştahla okuyorum. Sonuç olarak ben istediğimi alıyorum eserlerinden. Okurlar da kitabı bitirdiklerinde, benden veya başka bir yazardan istediğini aldığını hissediyorsa; korkup korkmamasının ve eseri korku/gerilim veya başka bir tarzda kategorize etmesinin benim için, okur için önemli olduğunu düşünmüyorum.

 

Altuğ: Eserlerinizde gördüğüm kadarıyla biraz karanlık bir tarzınız var. Bu tercihinizin özel bir sebebi var mı? 

Olcay Şeker: Karanlığı, gizemi sevdiğimden ötürü seviyorum. Belirsizliğin, herkes için korkutucu olduğunu biliyorum ve bunu kullanmayı seviyorum. Uzay boşluğunun ne kadar ürpertici geldiğini ele alalım mesela. Oysa yıldızlar, gezegenler ve boşluk dışında bir şey yoktur. Ancak o sonsuz boşluk, belirsizdir. Ucu bucağı yoktur ve bu durum, korkutur. Mutlu sonları sevmediğimi söylemiştim. Ancak içinde zerre mutluluk barındırmayan kitaplar yazdığımı söylemiyorum. Karamsarlığın edebiyattaki savunucusu değilim. Sadece bilimkurgu ve gerilim yazıyorsanız; okuyucunun karanlığı istediğine inanıyorum. 

 

Altuğ: Bu soruya farklı yazarlardan çok farklı cevaplar aldım şimdiye kadar; Hikaye ve Romanlarınızın ortaya çıkışında ilk kıvılcım nasıl oluyor? Sizi ne tetikliyor?

Olcay Şeker: Ben genelde aklıma gelen bir fikri sorgulamaya başlarım. Şöyle olsa ne olurdu? Böyle bir şey olsa, nasıl olurdu? Bu soruları cevaplamaya çalışırım ve sonra kafamda giderek uzayan, uzadıkça detaylanan ve detaylandıkça beni heyecanlandıran hikayeler ortaya çıkar. Avcı adlı kitabımı yazarken, çok soğuk bir günde, kimselerin olmadığı dağlık bir arazide bir trafik kazası yaşansa ve üç kişilik bir aile zor durumda olsa neler olur, diye düşünmüştüm. 

 

Pınar: Avcı, Kasaba ve Gölgeler adlı kitaplarınızın Ahbap Kitap etiketi ile satışa sunulduğunu görüyoruz. Bize biraz Ahbap Kitap ile olan birlikteliğinizden bahseder misiniz? 

Olcay Şeker: Geçtiğimiz sene içerisinde Ahbap Kitap Genel Yayın Yönetmeni Ayhan Aslan bana ulaştı ve benimle uzun yıllar çalışmak istediklerini söyledi. Çok şaşırmıştım ve aynı zamanda memnun olmuştum. Kalemime güvendiklerini söylediler. Geçtiğimiz aylarda satışa çıkan kitaplarımızın hem baskı kalitesi hem de tasarımı, birçok okur tarafından takdir edildi. Ahbap Kitap, yeni kurulan bir yayınevi ancak çok büyük hedefleri olan bir ekibe sahipler. Daha önce farklı yayınevlerinde görev almış, ciddi deneyime sahip kişilerin kurduğu Ahbap Kitap ile yolculuğumuz yakın zamanda çıkacak yeni kitaplarımızla devam edecek. 

 

Pınar: Yazarların yaşadığı sıkıntılardan birinin de kendisine, ailesine ve yazmaya zaman ayırmak olduğunu biliyoruz. Siz bu konuyu nasıl çözüyorsunuz?

Olcay Şeker: Açıkçası bu konuda bana her zaman destek olan ve beni anlayışla karşılayan bir eşim olduğu için şanslıyım. Eşime ve oğluma zaman ayırmayı çok seviyorum ve bunu çoğunlukla ihmal etmiyorum. Ancak bazı dönemler, yazmaya yoğunlaştığımda ipin ucunu biraz kaçırdığım olabiliyor. Bu durumlarda da sağ olsun eşim beni idare ediyor. 

Kayıp Dünya ekibine, bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Yerli bilimkurgunun gelişimi için gösterdiğiniz çabayı da büyük bir merakla ve ilgiyle takip ediyorum. 

Kayıp Dünya: Bu güzel sohbet için biz de Olcay Şeker’e içtenlikle teşekkür ediyor ve başarılarının devamını diliyoruz.

 

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Kayıp Dünya

Kayıp Dünya Editörleri tarafından yayınlanmaktadır.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da