Bilimkurgu Ön Okuma Ön Okuma

Ön Okuma: “Yörünge 3185” – Türkhan Bozkurt

Yörünge 3185

Yazar: Türkhan Bozkurt
Sayfa Sayısı : 128
Edebiyatist Yayınevi – Ekim 2019

Yıl 3185… Hayalini bile kurmakta zorlanacağımız zamanlar…

Yüzyıllarca mücadele edilen problemlerin çoğu çözülmüş ama en büyüğü gelip çatıyor: Uzayda yer kapma yarışı yüzünden dünyanın sonu geliyor. İnsanlık, kendi kıyametiyle yüzleşiyor. Gezegeni kurtarma görevi de onun sonunu getiren insanlığa düşüyor.

Sanat tarihçisi bir kadın, insanlığın ortak hazinelerinin peşine düşerken kendisini tüm dünyanın varlık yokluk savaşının içinde buluyor. Teknoloji dorukta ama insanlık en ilkel içgüdüsüyle baş başa… Milyarlar, hayatta kalmak için sığınaklarda…

Yeni Big Bang’i kendi eliyle hazırlayan insanlık, banka hesaplarından, daha çok kârdan, sömürüden, çevre talanından; aileden, aşktan, dostluktan vazgeçebilecek mi? İnsan insana boyun eğdirmeye çalışırken, tek çare dayanışma olduğunda güvenebilecek mi? Yörünge 3185, bu soruların peşine düşenler için…

Türkhan Bozkurt, bizi aslında iç dünyamızın yörüngesine, ilk insandan bugüne değişmeyen özümüze yolculuğa çıkarıyor. Yazarın abartısız ama ustalıkla işlenen dili, okuru romanı bitirmeden şimdiki zamana geri getirmiyor.

Yörünge 3185, yalnızca bir bilim kurgu eseri değil, bilinen ve henüz bilinmeyen her şeyin yeniden yıkılıp kurulduğu bir dünyanın eseri… “İnsan”ın perişanlığını, bir o kadar olağanüstülüğünü anlatan enfes bir roman…

Ön Okuma

Dünya’nın geleceğinden umudunu kesmeyen
o güzel insanlara adanmıştır…

Büyük güne az kaldı. Dünyanın bugüne kadar gördüğü, en azından insan türünün gördüğü en büyük patlamaya… Bir kısmımız öleceğiz, bu kesin. Zaten istediğimiz de bu. Bu kadarla kalmasını sağlamak yani… Yoksa hepimiz öleceğiz. Daha doğrusu Dünya ölecek. Yıl 3185. Öyle ya da böyle bu yıl not edilecek. Dünya’nın 2. doğum günü de olabilir, ölüm günü de…

Adım Lena. Zor bir gün geçiriyorum. Gerçi son zamanlarda her gün kâbus gibi… Üç gündür uykusuzum. Laboratuvardan hiç çıkmadım, gerçek bir şey yemedim, sabah akşam aldığım ikişer tane kapsülü saymazsak. Aracıma atlayıp daireme gitmek ve biraz dinlenmek istiyorum. İş yerim şehrin biraz dışında, dairem ise şehir merkezinde.

Kullandığım araç 20 kilometrelik yolu 4 dakikada alıyor. Yedi dakika sonra evdeyim. Biraz uyumadan önce buhar banyosu yapmak istiyorum. Üzerimdekileri çıkarıp banyoya geçtim, İçinde zararsız dezenfektanların bulunduğu buhar yanlardan, alttan ve üstten püskürerek vücudumu temizledi.

Banyodan çıkıp bornozla yatağıma atladım. Yatağın konumunu bir buçuk metre yüksekliğe ayarladım. Havada süzülerek uyumak hoşuma gitti. Fakat gözlerimi kapatır kapatmaz bir kâbusun içine düştüğümü hissettim. Bütün dünya paramparça olmuş, zemin, göz alabildiğine yangın yeri. Bir ben ölmemişim, Sokakta cesetlerin üzerinden atlıyorum. Birden, yerde yüzüstü yatan bir cesedin kıyafetleri tanıdık geliyor. Eğilip başını çeviriyorum.

Kardeşim Triton!

Kendi çığlığıma kan ter içinde uyandım. Sol kolum titriyordu. Bir süre nefesimi düzenlemeye çalıştım. Derimin altındaki dijital göstergeye baktığımda Nart’ın aradığını gördüm. Kolumu yüz hizasına getirerek ona uyuduğumu gösteren bir fotoğraf yolladım.

Nart benim dostum. İkimiz de Inter World World Assocation Foundation’da (IWAF) çalışıyoruz. Görevimiz, bugüne kadar olan tarihsel gelişmeleri arşivlemek; taşınabilir sanat eserlerinin listesini çıkarmak ve onları güvende tutmak ama daha da önemlisi bundan sonra yakın gelecekte olacakları kaydetmek. Bu görevde yalnızca ikimiz değiliz tabii ki. Büyük bir ekibin parçalarıyız.

Kolum yine titremeye başladı. Nart ne kadar yorgun olduğumu biliyor. Önemli bir şey olmalı. Açtım bu sefer:

“Ceres bölgesindeki sığınakta yer kalmamış. Kalan eserler yapılan yedek sığınağa depolanacak. Ariel ikimizin işin başında olmasını istiyor.”

“Sana da merhaba dostum. Güzel haberlerin için de teşekkürler. Ne zaman yola çıkmamız gerekiyor?”

“Bir saat sonra…

“Bizi makine mi sanıyor bu adam! Bir saat sonra tren garında olurum. Belki!”

Dünyanın öbür ucuna gitmem gerek. Yataktan kalkarak üzerime kağıt ve kumaş karışımından yapılmış tek kullanımlık bir pantolon ve tişört geçirdim. Bu kıyafetler çok pratik. Bir kere valiz hazırlamanıza gerek kalmıyor. Üstelik leke tutmayan, antibakteriyel özelliklere sahip. En güzeli de ucuz ve her yerde bulunabiliyor olmaları. Yolculuklar için ideal.

Soğuk odaya girdim. Pantolonumun yan ceplerine iki çeşit kapsül seçip kutularıyla birlikte koydum. Eskiden buzdolabı olarak kullanılan küçük dolaplar artık bir oda büyüklüğünde. Duvarlara dizilmiş rafların birinden en sevdiğim sandviçlerden aldım. Ben bir hibridoburum. Yani yemek yerine geçen kapsülleri kullandığım oluyor ama gerçek yemeklerden de vazgeçemiyorum. Zaten gerçek yiyeceklerin yerine geçebilecek kapsüller en fazla üç gün kullanılabiliyor.

Üç gün sonra gerçek bir şeyler yemek zorundasın. Aksi takdirde sağlık sorunları baş gösteriyor. İnsanoğlu doğaya kafa tutabildi ama tam olarak taklit etmesi sanırım sonsuza kadar mümkün olmayacak. Zamanım olmadığında kapsüllerle geçiştiriyorum, ama gerektiğinde soframı donatmaktan çekinmiyorum. Sandviçimi ısırırken bir daha ne zaman yemeye vakit bulabileceğimi merak ediyorum.

Ne zamandır kendime vakit ayıramadım. Ailemle vakit geçirmek, arkadaşlarımla dışarı çıkmak uzun bir zamandır hayal oldu. Bırakın bunları çoğu zaman aynaya bakacak vakit bile bulamıyorum. Ama bugün bir istisna yapmaya kararlıydım. Aynanın karşısında birkaç dakika oyalandım. Kendimi aynada görmeyeli çok zaman olmuş. Gözlerimdeki çaresizlik ürpermeme neden oldu. Bu kadar yeter artık, gitmeliyim.

Aracıma atlayıp otomatik kullanım düğmesine bastım. Nereye gitmek istediğimi sordu. Söyledim.

Daha sonra gözlüğümü takarak gözüme gelen ekrandan gideceğimiz mesafeyi hesapladım. Biz Theia Bölgesindeyiz. Eskiden Güney Amerika denen yerde. Gideceğimiz Ceres Bölgesi ise eskiden Asya olarak bilinen yerde. Hipersonik su altı treni ile üç saat sürüyor oraya ulaşmak. Dünya artık bambaşka bir yer. 3185 yılındayız. Ülke kavramı sona ereli çok oldu.

Gezegenimiz 11 bölgeden oluşuyor. Bütün bölgelerde aynı para birimi kullanılıyor. Kaynaklar için savaşlar sona erdi. Dünya artık barışın egemen olduğu bir yer. Her bölgenin kendi konseyi var. Her bölge diğerleriyle kaynaklarını paylaşıyor. Dünyada açlık bitti. Füzyon santralleri geliştirdik, yeşil enerji üretimini artırdık. Küresel ısınmayı durdurduk. Fakat dünya bir süredir başka bir tehlike ile karşı karşıya. Hem de çok büyük bir tehlike.

Tren garına vardığımda Nart’ı beni beklerken buldum.

“Bu görevin de tam sırasıydı.” dedim.

“Sen haline şükret, Callisto’ya verilen görev, tohum deposundaki bütün örneklerden alıp Mars’taki depoya götürmek.”

“Desene en 15 gün buralarda olmayacak. Bu, işlerimizi aksatmaz umarım.”

İnsanların Marsa gidip gelmelerinin hikâyesi 2030’lu yıllarda başladı. Ancak Mars’ta koloni kurma işi o kadar da kolay olmadı. Öncelikle Mars’ta termonükleer ısı adacıkları oluşturularak yer altındaki buz kütleleri eritildi. Daha sonra karbondioksit emilimi yükseltilerek oksijen üretimini artırma çalışmaları yapıldı. Mars’taki atmosfer kalınlığı Dünyadakinin %1’i kadardı. Atmosfer kalınlaştırılıp azot dengesi sağlandıktan sonra Mars’ta yeşil bitkiler yetiştirilerek fotosentez sayesinde sera etkisi oluşturuldu.

Bu işlemlerden ancak 60 sene sonra, 2090 yılında ilk koloni olan Enceladus Kolonisi’ni kurma çalışmalarına başlandı. Mars’taki bir gün Dünya’dakinden yalnızca 40 dakika daha uzundu. Bu, insanların ortama uyum sağlamasında kısmen faydalı olsa da bir yıl bizdekinin neredeyse iki katı, yani 687 gündü. Bu da mevsimlerin iki katı daha uzun olması anlamına geliyor. Bu, dünyadaki takvimin orada kullanılmasını imkansız hale getiriyordu. Bu sorun da Mars’a özel yeni bir takvim geliştirilerek halledildi. Bunlar tarih yazıcılığında ‘Mars Devri’ diye bir çağın başlangıcı olarak anlatılıyor. Mars tarihi yazıcılığı da bin yıldır sürüyor tabii ki…

Bugün Mars’ta üç ayrı koloni bulunuyor. Enceladus Kolonisinde 50 bin kişi, Phoebe Kolonisi’nde 35 bin kişi, Hyperion Kolonisi’nde ise 30 bin kişi yaşıyor. Trene binip kompartımana yerleştik. Yarım saat sonra suyun altına ineceğiz. Hipersonik su altı trenleri saate 3 bin kilometre yapıyor. Nart ile kemerlerimizi bağlayıp suyun altına inmeden önceki yarım saatin tadını çıkarıyoruz. Etrafımıza bakıyoruz. Her yer yemyeşil. Cennet gibi. Dünyanın bu hale gelmesi kolay olmadı tabii.

Ozon tabakasının delik olduğu dönemde küresel ısınma sebebiyle buzlar eridi ve su seviyesi yükseldi. Denize kıyısı olan ülkeler büyük kayıplar yaşadı. Eskiden Avrupa olarak bilinen Metis Bölgesi’nde nüfus çok azaldı, tükenme noktasına geldi. Ozon tabakasının tamir edilip suların çekilmesine rağmen bölgenin kendini toparlaması uzun yıllar aldı. 200 yıl kadar önce Ay’a Panstarss Kuyruklu Yıldızı çarptı. Bu çarpışma Ay’ın yörüngesinde oynamalara sebep oldu.

Ay’ın Dünya’dan uzaklaşması hızlandı.

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Kayıp Dünya

Kayıp Dünya Editörleri tarafından yayınlanmaktadır.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın