Bilimkurgu Ön Okuma Mitoloji Ön Okuma Ön Okuma

Ön Okuma: “Bu Ölümsüz” – Roger Zelazny

Bu Ölümsüz

Yazar: Roger Zelazny
Orijinal Adı: This Immortal
Çevirmen : Sönmez Güven
Sayfa Sayısı : 206
İthaki Yayınları – 2018

Genel İnceleme Puanı

 

Hugo En İyi Roman Ödülü

Zelazny, beni ve yazdıklarımı en çok etkileyen yazar.” –Neil Gaiman

Eşsiz bir hikâyeci. Türümüzün hiç görmediği kadar renkli, egzotik ve unutulmaz dünyaların yaratıcısı.” –George R. R. Martin

Zelazny, on parmağında on marifet olan nadir yazarlardan.” –Samuel R. Delany

“BURADA, BU GEZEGENDEKİ HAYATIN SON GÜNLERİNDE, YAŞAMLA EFSANENİN KESİŞMEKTE OLDUKLARINI GÖREMİYOR MUSUN?”

Roger Zelazny, farklı mitolojileri bilimkurgu romanlarına uyarlamasıyla pek çok yazarın yalnızca hayal edebildiği bir şeyi alışkanlık haline getirmiş eşsiz bir yazar. Yunan mitolojisiyle harmanlanan Bu Ölümsüz ise hem Zelazny’nin ilk romanı olması hem de Hugo En İyi Roman Ödülü’nü Dune gibi bir başyapıtla paylaşması sebebiyle bilimkurgudaki kilometre taşlarından biri.

Nükleer savaş Dünya’yı neredeyse yerle bir etmiş, yalnızca dört milyon insan ve bundan çok daha fazla sayıda mutasyona uğramış canlı türü geride kalmıştır. Evrenin en güçlü uzaylı ırklarından biri olan Vegalılar için bu harabe gezegen artık turistik bir bölgeden farksızdır.

Nüfuzlu bir Vegalıyı, Dünya’da gezdirme görevi verildiğinde tüm bilinmezliklerin düğüm noktasındaki Conrad Nomikos bu buyruğu gönülsüzce kabul eder. Bu yolculukta Conrad’ın ve Dünya’nın kaderi yeniden şekillenecektir zira ne Conrad sadece bir insandır ne de bu yolculuk yalnızca turistik bir gezidir.

Ölümün pençesinde olan Dünya’yı bir ölümlü kurtarabilir mi? Yok olmak, esarete düşmekten daha mı iyidir?

Bu Ölümsüz, Dünya’nın nihai direnişi.

 

Ön Okuma

 

“Sen bir Karakoncolos’sun,” diye seslendi aniden. Sol yanıma döndüm ve karanlığın içinden ona gülümsedim.

“Toynaklarımla boynuzlarımı Büro’da bıraktım.”

“Anlatılanları duymuşsun!”

“Adım ‘Nomikos.’” Kadına doğru uzandım ve onu buldum.

“Bütün dünyayı mı mahvedeceksin bu kez?” Güldüm ve onu kendime çektim.

“Bunu düşüneceğim. Eğer Dünya’nın çöküşü böyle olacaksa…”

“Burada yılbaşlarında doğan çocukların Karakoncolos kanından olduklarını biliyorsun,” dedi, “ayrıca bir keresinde bana demiştin ki yaş gününde…”

“Tamam, tamam!”

 

Sadece yarı yarıya şaka yollu konuştuğu kafama dank etmişti. Eski Yerler’de, Sıcak Yerler’de insanın karşısına bazen nelerin çıkıverdiğini bilenler, efsanelere fazladan çaba sarf etmeksizin rahatlıkla inanırlar – örneğin baharın her gelişinde toplanıp Dünya Ağacı’nı on gün boyunca testereyle kesmeye çalışan ve Paskalya çanlarının son anda çalmaya başlamasıyla dağılmak zorunda kalan perilerin öyküsünde olduğu gibi. (Ziller, ding-dong, dişler, hart-hart, toynak sesleri, dıgıdık-dıgıdık, vb. vb.). Cassandra’yla benim yatakta din, siyaset ya da Ege folkloru hakkında tartışmak gibi bir alışkanlığımız yoktu – ama ben bu yörede doğmuş olduğumdan anılar belleğimde hala çok canlıydı.

“Kırdın beni,” dedim şaka yollu.

“Sen de beni kırıyorsun…”

“Üzgünüm.”

Yine gevşedim.

 

Bir süre geçtikten sonra açıklamaya giriştim. “Henüz küçücük bir veletken, diğer veletler beni itip kakarlar, bana ‘Konstantin Karakoncolos’ derlerdi. Biraz büyüyüp çirkinleştiğimde bundan vazgeçtiler. En azından, artık yüzüme karşı söylemiyorlardı.”

“’Konstantin?’ Adın bu muydu? Hep merak ederdim de…”

“Artık ‘Conrad’ olduğuna göre unut gitsin.”

“Ama ondan hoşlandım. Sana ‘Conrad’ demektense ‘Konstantin’ diye çağırmayı tercih ederim.”

“Eğer seni mutlu edecekse…”

 

Ay, harabeye dönmüş suratını benimle dalga geçermişcesine pencere pervazından yukarıya kaldırdı. Ne aya ne de pencereye erişebiliyordum; ben de öte yana döndüm. Gece soğuktu, nemliydi ve buralarda her zaman olduğu üzere sisliydi.

“Dünya gezegeninden sorumlu Anıtlar, Sanatlar ve Belgeler Müfettişi’nin Dünya Ağacı’nı baltalamak gibi bir amacı olduğunu pek sanmıyorum,” diye dişlerimi gıcırdattım.

“Benim Karakoncolos’um,” dedi çabukça, “bunu söylemek istememiştim. Ama çan sesleri her yıl azalıyor ve sadece niyet etmek de her zaman yeterli olmuyor. Senin gidişatı bir şekilde değiştireceğine ilişkin bir his var içimde. Belki de…”

“Yanılıyorsun, Cassandra.”

“Ve de korkuyorum, üşüyorum…”

Ve karanlığın içerisinde öylesine tatlıydı ki, onu kollarımla sararak o sisler içindeki çiğden korumaya çalıştım.

***

Geçen şu son altı ayın olaylarını kafamda yeniden kurmaya çalıştığımda anlıyorum ki biz ekim ayını ve Kos Adası’nı tutkularımızın duvarları ile çevrelemeye çabalarken, Dünya, tüm ekim aylarının köklerine kibrit suyu dökebilecek güçlerin ellerine çoktan düşmüştü bile. Nihai yok oluşun içeriden ve dışarıdan güdümlenen en son güçleri daha o zamandan yıkıntıların arasında kaz adımlarıyla yürümeye başlamışlardı – yüzsüz, kaçınılmaz, kollar kaldırılmış! Cort Myshtigo onu Titan’dan bir yığın gömlek ve ayakkabı, iç çamaşırları, çoraplar, seçme şaraplar, tıbbi malzeme ve uygarlığın en son kayıtlarıyla birlikte getiren antika Güneş-Otobüsü Dokuz ile Port-au-prince’e inmişti. Zengin ve nüfuzlu bir galakto-gazeteciydi o. Zenginlik düzeyinin ne olduğunu haftalar boyunca öğrenemeyecektik; nüfuz düzeyini ise ancak beş gün önce anlayabildim.

 

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Kayıp Dünya

Kayıp Dünya Editörleri tarafından yayınlanmaktadır.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın