Evan Islam
Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

Düşün!

Isaac Asimov (2 Ocak 1920 – 6 Nisan 1992), Yahudi asıllı Amerikalı yazar ve biyokimyacı.

Pek çok konuda yapıtları olmasına karşın, bilimkurgu eserleri ve popüler bilim kitapları ile tanınmıştır. Kurgu olmayan çok sayıda eserinin yanı sıra fantezi dalında da yazmıştır. Dewey Onlu Sınıflama Sistemi’ndeki felsefe hariç tüm ana dallarda eserleri vardır. Asimov ortak görüşle bilimkurgu dalının ustasıdır. Robert A. Heinlein ve Arthur C. Clarke ile birlikte yaşadığı dönemde “üç büyük” bilimkurgu yazarından biri olarak kabul edilmiştir.

Bu hikâye ticari bir kaygı olmaksızın, paylaşım amacıyla yayınlanmıştır.

 

Doktor Genevieve Renshaw, ellerini laboratuvar gömleğinin ceplerine sokmuştu ve yumruğunu sıkmış olduğu açıkça anlaşılıyordu. Yine de sakin bir tavırla konuştu:

“Gerçek şu ki,” dedi, “Ben hemen hemen hazırım, ama tamamen hazır olana kadar devam edebilmem için yardıma ihtiyacım var.”

Küçümsenemeyecek kadar çekici olduklarında, tıp doktorlarına karşı büyüklük taslama eğiliminde bir fizikçi olan James Berkowitz, ona arkasından Jenny Wren (çalıkuşu) derdi. Jenny Wren’in klasik bir profili, ve ardında yer alan keskin beyin düşünülürse şaşırtıcı derecede düzgün, kırışıksız bir alnı olduğunu söylemekten hoşlanırdı. Ancak bu beğenisini -yani klasik profili- açıkça ifade etmemesi gerektiğinin bilincindeydi; bu, erkek şovenizmi olurdu. Beyni beğenmek daha uygundu, ama genellikle bunu da onun yanında yüksek sesle ifade etmemeyi tercih ediyordu.

Çenesinin altında yeni yeni çıkmakta olan sakalını sıvazlayarak;

“Baş müdüriyetin daha fazla sabır gösterebileceğini sanmıyorum,” dedi. “Edindiğim izlenime göre hafta sonundan önce seni kapı dışarı edecekler.”

“Bu nedenle yardımına ihtiyacım var.”

“Korkarım yapabileceğim bir şey yok.” Berkowitz, beklemediği bir anda aynada kendi yüzünü gördü ve  kısa bir süre için saçındaki siyah dalgalara beğeniyle baktı.

Renshaw, “Ve Adam’ın yardımına,” dedi.

O ana dek kahvesini yudumlayarak ilgisiz duran Adam Orsino, arkasından dürtülmüş gibi doğrularak, “Neden ben?” dedi. Dolgun dudakları titredi.

“Çünkü buradaki lazerci sensin -tıpkı Jim’in teorisyen, Adam’ın mühendis olması gibi- ve ikinizin de düşünebileceğinizin çok ötesinde bir lazer uygulamasına ihtiyacım var. Eten onları bu konuda ikna edemem, ama siz ikiniz edebilirsiniz.”

“Yeter ki,” dedi Berkowitz, “Önce bizi ikna edebilesin.”

“Pekala. Eğer lazerlerle ilgili yepyeni bir şey duymaktan korkmuyorsanız, bana değerli zamanınızdan bir saat verin. Daha sonra bunu kahve molasında harcadığınız zamanla telafi edebilirsiniz.”

Renshaw’ın laboratuvarına bilgisayarı hakimdi. Bu, hem olağanüstü büyük, hem de her yeri işgal etmiş görünen bir bilgisayardı. Renshaw bilgisayar teknolojisini kendi kendine öğrenmiş, sonra bilgisayarını, kendisinden başka kimsenin anlamayacağı (Bazen Berkowitz, onun da anlayamadığı hissine kapılıyordu.) bir hale getirene kadar değiştirip genişletmişti. Renshaw, bunun biyolojik bilimlerden birisi için hiç de azımsanmayacak bir başarı olduğunu söylerdi. Başka bir şey demeden önce kapıyı kapadı, sonra arkasına dönerek kasvetle diğerlerine baktı. Berkowitz, odada belli belirsiz bir tatsız hava sezerek rahatsız oldu. Orsimo’nun burun kıvırması, onun da bu havanın farkına vardığım gösteriyordu.

Renshaw, “Güneş ışığında mum yakmama aldırmazsanız, size lazer uygulamalarını sıralamak istiyorum,” dedi. ” Lazer, tüm ışık dalgaları aynı boyda olan ve aynı yönde ilerleyen, birleşik bir ışınımdır. Dolayısıyla sessizdir ve holografide kullanılabilir. Dalga formlarını modüle ederek lazere büyük bir doğruluk derecesiyle bilgi yükleyebiliriz. Dahası, ışığın dalgaboyu, radyo dalgalarınınkinin sadece milyonda biri kadar olduğundan, bir lazer ışını radyo ışınından milyon kat fazla bilgi taşıyabilir.”

Berkowitz eğleniyor gibiydi. “Lazer temelli bir iletişim sistemi üzerinde mi çalışıyorsun Jenny?”

Jenny, “Hiç de değil,” diye yanıtladı. “Bu tür önemli gelişmeleri fizikçilere ve mühendislere bırakıyorum. Lazerle belli miktarlarda enerjinin mikroskopik bir alana yoğunlaştırılması ve bu enerjinin nicel olarak iletilmesi de mümkündür. Büyük boyutlarda, hidrojenin şiddetini içeri doğru çökeltip belki de kontrollü bir füzyon reaksiyonunu başlatabilirsin.”

Kel kafası yukarıdaki floresanlar yüzünden parlayan Orsino, “Bunu yapmadığını biliyorum” dedi.

“Yapmadım. Hatta bunu yapmaya da çalışmadım. -Daha küçük bir çapta en zor işlenen metallerde delikler açabilir, istediğin yerlerini kaynaklayabilir, ısıl işleme tabi tutabilir, oyabilir ve üzerine yazı yazabilirsin. Belirli alanlarda, küçük bölümleri yerinden kaldırabilir ya da eklemeler yapabilirsin ve bu sırada kullandığınız ısı o kadar hızlı bir şekilde uygulanır ki komşu alanlar ısınmaya vakit bulamadan tedavi tamamlanır. Mesela gözün retinası, dişlerin dentin bölümü gibi yerlerde çalışabilirsiniz. Ve tabii lazerin zayıf sinyalleri büyük bir doğrulukla büyütebilen bir yükseltici olduğunu da unutmamak gerekir.”

Berkowitz, “Bunları neden bize anlatıyorsun?” diye sordu.

“Bu özelliklerin, benim alanımda, yani nörofizyolojide nasıl uygulanabileceğini göstermek için.”

Ansızın sinirlenmişçesine eliyle kahverengi saçlarını geriye doğru attı.

“Yıllardır beyindeki küçücük, yer değiştiren elektrik potansiyellerini ölçmeye ve elektroensefalografi ya da kısaca EEG dediğimiz beyin elektrosunda olduğu gibi kaydetmeye çalışıyoruz. Alfa dalgaları var, beta, delta, teta dalgaları var ve farklı zamanlarda, mesela gözler açıkken, hasta düşünürken, uyurken ya da uyanıkken bunların değişik biçimlerini görüyoruz. Ancak bütün bunlardan çok az bilgi elde edebildik.

Sorun şu ki sürekli değişik kombinasyonlarda on milyarlarca sinir hücresinden sinyaller alıyoruz. Bu, dünyadaki -ama bizimkinin iki buçuk katı büyüklükteki bir dünyadaki- bütün insanların sesini çok uzaktan dinleyip tek tek konuşmaları anlamaya çalışmak gibi bir şey. Bunu yapmak mümkün değil. Bazı büyük, toplu değişikleri saptayabiliriz, mesela bir dünya savaşı ve buna eşlik eden gürültü artışı- ama daha ince bir değişiklikliği algılamak imkansızdır. Benzer şekilde beyinde de ancak sara gibi gözle görülür bir bozukluğu anlayabiliyor, daha ince ayrıntıları fark edemiyoruz.

Diyelim ki şimdi beyni ince bir lazer ışığı ile hücre hücre tarayabiliyoruz ve bunu o kadar hızlı yapabiliyoruz ki hiçbir hücre sıcaklığını önemli derecede yükseltecek kadar enerjiye maruz kalmıyor. Buna karşılık her hücreye ait minik potansiyeller, geri-besleme ile lazer ışınını etkiler ve değişimler yükseltilerek kaydedilebilir. Böylelikle yeni bir ölçüm lazer-ensefalografisi ya da LEG geliştirilecek ve bununla yapılan kayıtlarda normal EEG’lerdekinin milyonlarca katı bilgi elde edilecektir.”

Berkowitz, “Güzel bir düşünce. Ama sadece bir düşünce.” dedi.

“Jim, bu düşünceden öte bir şey. Beş yıldır bunun üzerinde çalışıyorum. Önceleri boş zamanlarımı kullanıyordum, ancak şimdi tüm vaktimi alıyor. Baş müdüriyeti sinirlendiren de bu; çünkü onlara rapor göndermiyorum.”

“Neden?”

“İşler başkalarınca çılgınca görülecek bir raddeye geldi de ondan. Artık nerede durduğumu bilmem ve öncelikle destek alacağımdan emin olmam gerekiyor.”

Bir perdeyi kenara çekti ve arkadaki kafes göründü. Kafeste hüzünlü bakışlı bir çift ipek maymunu duruyordu. Berkowitz ve Orsino birbirlerine baktılar. Berkowitz burnuna dokundu.

“Aldığımı düşündüğüm koku buymuş demek.”

“Bunlarla ne yapıyorsun?” diye sordu Orsino.

Berkowitz, “Dur tahmin edeyim,” dedi. “İpek maymununun beynini tarıyor. Öyle mi Jenny?”

“Hayvan sıralamasının oldukça altlarından işe başladım.”

Kafesi açarak ipek maymunlarından birini aldı. Maymun ona favorili, üzgün bir yaşlı adamın ifadesiyle baktı. Jenny dilini şaklattı, maymunu okşadı ve nazikçe küçük bir koşum takımının içine soktu.

Orsino, “Ne yapıyorsun?” diye sordu.

“Onu bir devreye bağlayacaksam hareket etmesine izin veremem; öte yandan anestezi verirsem deneyi bozmuş olurum. Maymunun beynine yerleştirilmiş olan birkaç elektrodu LEG sistemine bağlayacağım. Kullandığım lazer burada. Eminim modeli tanıyorsunuzdur size ayrıntıları anlatmayacağım.”

“Teşekkürler,” dedi Berkowitz, “Ama istersen bize ne göreceğimizi anlatabilirsin.”

“Göstermek daha kolay olur. Sadece şu ekrana bakın.”

Sakin ve sessiz telleri elektrotlara bağladı ve bir kolu çekerek tavandaki odayı aydınlatan ışıklan kıstı. Ekranda ince ve parlak bir çizgi boyunca akan doruklar ve çukurlardan oluşan çentikli gruplar üzerinde, daha küçük ikincil ve üçüncül doruk ve çukurlar görülmekteydi. Yavaş yavaş bu doruk ve çukurlarda bir dizi ufak değişiklikler beliriyor, zaman zaman da ani büyük değişiklikler gelip geçiyordu. Sanki düzensiz çizginin kendine özgü bir yaşamı vardı.

Renshaw, “Bu, esas olarak EEG’deki bilgilerden oluşmakta, ancak çok daha fazla ayrıntı içeriyor,” dedi.

Orsino, “Bu ayrıntılar hücrelerin her birinde ne olup bittiğini anlamaya yeterli mi?” diye sordu.

“Teorik olarak evet. Pratikte hayır. Henüz değil. Ancak bu LEG’in tamamını bileşenlerine ayırabiliriz. Seyredin!”

Bilgisayarın klavyesine dokundu ve ekrandaki çizgi değişti, sonra tekrar değişti. Şimdi küçük ve neredeyse düzenli bir dalga şeklindeydi ve kalp atışına benzer bir biçimde ileri geri gidip geliyordu, derken çentikli ve sivri bir hal aldı; şimdi aralıklıydı, şimdi ise neredeyse şekilsizdi -bütün bunlar geometrik bir gerçeküstülüğün hızlı değişimleri gibiydi.

Berkowitz, “Beyindeki her zerrenin bir diğerinden farklı olduğunu mu söylüyorsun?” dedi.

“Hayır, hiç de değil,” dedi Renshaw. “Beyin büyük ölçüde holografik bir aygıttır, ama vurguda bölgeden bölgeye bazı küçük değişiklikler vardır ve Mike bunları standarttan sapma olarak çıkartıp LEG sistemini kullanarak büyütebilir. Bu büyütmeler on bin katla on milyon kat arasında olabilir. Lazer sistemi bu derece parazitsiz çalışabilir.”

Orsino, “Mike kim?” diye sordu.

Renshaw  şaşkınlıkla, “Mike?” dedi. Elmacık kemiklerinin üzerindeki cildi hafifçe kızardı. “Öyle mi söyledim – Şey, bazen ona öyle derim.” Kollarını çevresinde salladı. “Bilgisayarım Mike. Çok büyük bir titizlikle programlanmıştır.”

Berkowitz başını salladı. “Pekala Jenny, bütün bunlar ne demek oluyor? Lazer kullanarak yeni bir beyin tarama aleti geliştirmişsen iyi yapmışsın. İlginç bir uygulama ve haklısın, bunu ben düşünemezdim -ancak ben bir nörofizyolog da değilim. Ama neden bunları rapor olarak yazmıyorsun? Sanırım baş müdüriyetin destekleyebileceği-”

“Ama bu sadece bir başlangıç.” Jenny tarama aygıtını kapattı ve ipek maymununun ağzına bir parça meyve koydu. Hayvan paniğe kapılmış ya da rahatsız olmuş görünmüyordu. Yavaş yavaş çiğnedi. Renshaw elektrotların tellerini çıkardı, ancak koşum takımını çözmedi.

“Birbirinden farklı grafikleri tanılayabiliyorum. Bazıları çeşitli duyularla, bazıları iç organların tepkileriyle, bazıları ise duygularla ilgili. Bu teknikle yapabileceğimiz çok şey var ama burada durmak istemiyorum. En ilginci soyut düşünceyle ilgili olanı.”

Orsino’nun tombul yüzü kuşkuyla buruştu. “Neyle ilgili olduğunu nereden biliyorsun?” diye sordu.

“Hayvan türlerinde beyin yapısı karmaşıklaştıkça bu özel grafik şekli daha da belirgin hale geliyor. Diğer grafiklerin hiçbirinde bu görülmüyor. Bunun yanı sıra-” Renshaw durakladı; sonra sanki devam etmek için kuvvet toplamış gibi, “Bu grafikler muazzam büyütülmüş,” dedi. “Bunlar algılanabilir, saptanabilir. Kesin olmamakla birlikte – size şunu söyleyebilirim – bunlar düşünceler-”

“Tanrım,” dedi Berkowitz. “Telepati.”

Jenny kesin bir tavırla, “Evet,” dedi. “Tamamen öyle. ”

“Bunu rapor etmek istemediğine şaşmamak lazım. Of yapma Jenny.”

Renshaw yumuşak bir tavırla, “Neden olmasın?” dedi. “Mars’ın yüzeyine çıplak gözle baktığında kimsenin yüzeydeki özellikleri ayırt etme imkanı olmadığı gibi, insan beynindeki poteniyel örüntüleri yükseltmeden incelemeden de telepatinin var olmadığını söyleyemezsin. Ancak bir kez aletler icat edildiğinde -teleskop- ve bu.”

“O zaman baş müdüriyete bildir.”

“Hayır,” dedi Renshaw. “Bana inanmazlar. Beni durdurmaya çalışırlar. Ama seni ciddiye alacaklardır Jim ve seni Adam.”

Berkowitz, “Onlara ne anlatmamı bekliyorsun?” diye sordu.

“Gördüklerini. Maymunu tekrar devreye bağlayacağım, ve Mike -bilgisayarım, düşünce grafiğini saptayacak. Bu sadece bir dakika sürecek. Bilgisayar, aksi yönde talimat verilmedikçe, daima soyut düşünce grafiğini seçer.”

Berkowitz, “Neden? Bilgisayar da düşündüğü için mi?” diyerek güldü.

Renshaw, “Bu hiç de komik değil,” dedi. “Sanırım burada bir rezonans da söz konusu. Bilgisayar, soyut düşünce grafiği ile ortak unsurları olan bir elektromanyetik örüntü oluşturacak kadar karmaşık. Herhalde-”

Maymunun beyin dalgaları tekrar ekranda titreşmeye başlamıştı, ancak şimdi daha önce gördüklerine benzemeyen bir grafik vardı. Bu, neredeyse tüylü bir görüntü oluşturacak kadar karmaşık bir grafikti ve sürekli değişiyordu.

Orsino, “Ben bir şey algılayamıyorum” dedi.

Renshaw, “Çünkü bunu yapabilmek için alıcı devreye bağlanman lazım,” diye yanıtladı.

Berkowitz, “Beynimize elektrotlar yerleştirilmesi gerektiğini mi kastediyorsun?” diye sordu.

“Hayır, kafatasının üzerine. Bu yeterli. Adam, yalıtkan etkisi yapacak saçın olmadığı için seni tercih ederim. Haydi ama, kendi üzerimde de denedim. Acıtmayacak.”

Orsino, çok da nazik olmayan bir tavırla razı oldu. Kasları belirgin şekilde gergindi, ancak elektrodların kafasına yapıştırılmasına izin verdi.

Renshaw, “Bir şey hissediyor musun?” diye sordu.

Orsino başını hayır anlamına salladı ve bir şeyler dinliyormuşçasına durdu. İster istemez ilgilenmeye başladığı görülüyordu. “Sanki bir mırıldanma fark ediyorum -ve- ve küçük tiz bir cızırtı – ve işte bu komik – bir çeşit seyirme-”

Berkowitz, “Sanırım maymun kelimelerle düşünemez,” dedi.

Renshaw, ‘Tabii ki hayır,” dedi.

“O zaman,” dedi Berkowitz, “Bir cızırtı ve seyirme hissinin düşünceyi temsil ettiğini öne sürüyorsan, bu sadece bir tahmindir.”

Renshaw, ”O zaman hayvanlar hiyerarşisinde bir adım ilerleyelim,” diyerek ipek maymununu koşum takımından çıkartıp kafesinde koydu.

Orsino hayretle, “Yani denek olarak bir insan mı kullanmayı kastediyorsun?” diye sordu.

“Kendimi denek olarak kullandım, yani bir insanı.”

“Elektrodları beynine yerleştirip-”

“Hayır. Ben denek olduğumda bilgisayarımın üzerinde çalışması gereken potansiyel titreşimi çok daha güçlüydü. Benim beynimin kütlesi ipek maymununun beyninden on kat fazla. Mike benim grafiklerimi kafatasımdan yakalayabiliyor.”

Berkowitz, “Nereden biliyorsun?” diye sordu.

“Benim bunu daha önce kendimde denediğime inanmıyor musun? -Şimdi lütfen şunu takmama yardım edin. Tamam.”

Tekrar parmaklarını bilgisayarın klavyesi üzerinde gezdirdi ve ansızın ekranda son derece karmaşık ve değişken bir dalga belirdi; o kadar karmaşıktı ki neredeyse bir labirente benziyordu.

Renshaw, “Adam, kendi elektroduna telleri bağlar mısın?” dedi.

Berkowitz’in pek de istekli olmayan yardımıyla, Orsino telleri bağladı. Orsino yine kafasını bir yana eğerek dinledi.

“Kelimeler duyuyorum,” dedi, “Ancak bunlar kopuk kopuk ve üst üste geliyor, farklı insanların konuşması gibi.”

Renshaw, “Bilinçli düşünmemeye çalışıyorum,” dedi.

“Konuştuğunda bir yankılanma duyuyorum.”

Berkowitz soğuk bir tavırla, “Konuşma Jenny. Kafanı boşalt, bakalım o zaman senin düşünmediğini duyacak mı?”

Orsino, “Jim, sen konuştuğunda bir yankılanma duymuyorum” dedi.

Berkowitz, “Çeneni kapamazsan hiçbir şey duymayacaksın,” dedi.

Üçü bir süre derin bir sessizlik içinde bekledi. Sonra Orsino başını sallayarak masanın üzerinden bir kağıtla kalem aldı ve bir şeyler yazdı.

Renshaw uzanarak bir düğmeyi kapattı, kafasından elektrodları çıkardı ve saçlarını savurarak düzeltti.

“Umarım şunları yazmışsındır: ‘Adam, baş müdüriyeti ayağa kaldır, Jim de tükürdüğünü yalasın.'”

Orsino, “Kelimesi kelimesine bunu yazmıştım,” dedi.

Renshaw, “İşte buyurun, telepati iş başında; ve bunu saçma sapan cümleleri iletmek için kullanmayacağız. Psikiyatride akıl hastalıklarının tedavisinde nasıl kullanılabileceğini bir düşünün. Eğitimde ve eğitim araçlarında kullanılmasını düşünün. Yasal soruşturmalar ve ceza mahkemelerinde kullanılmasını düşünün.”

Orsino, gözleri fal taşı gibi açılmış, “Açık konuşmak gerekirse, bunun toplumsal etkilerini düşünmek insanı sersemletiyor,” dedi. “Bilmem böyle bir şeye izin verilmeli mi?”

Renshaw kayıtsızca, “Uygun yasal önlemler alındığında neden olmasın?” dedi. “Neyse şimdi siz ikiniz bana katılırsanız, hep birlikte bu işi ortaya koyup gerçekleşmesi için zorlayabiliriz. Ve eğer beraber olursak, Nobel Ödülünü alacağımız-”

Berkowitz, sertçe, “Ben bunda yokum,” dedi.

“Henüz değil.”

“Ne? Bu ne anlama geliyor?” Renshaw’un sesi kızgındı, soğuk bir güzelliği olan yüzü ansızın kızarmıştı.

“Telepati çok duygusal. Çok büyüleyici, çok arzulanan bir şey. Kendimizi aldatıyor olabiliriz.”

“Sen de dinle Jim.”

“Ben de kendimi aldatabilirim. Bir kontrol istiyorum.”

“Kontrolle neyi kastediyorsun?”

“Düşüncenin kaynağını devre dışı bırak. Hayvanı dışarıda bırak. Maymun yok. İnsan da yok. Orsino madeni, camı ve lazer ışnını dinlesin. Hâlâ düşünceleri duyabiliyorsa, kendimizi aldatmış olduğumuzu anlarız.”

“Ya hiçbir şey duymazsa?”

“O zaman ben dinleyeceğim. Ve bakmadan -benim yan odada oturmamı sağlayabilirsen- ne zaman devreye girip ne zaman çıktığını saptayabildiğimi görürsem, size katılmayı düşünebilirim.”

“İyi,” dedi Renshaw, “Bir kontrol denemesi yapacağız. Daha önce hiç yapmamıştım ama bu zor bir şey değil.” Kafasından çıkarmış olduğu telleri birbirine değecek şekilde yerleştirdi. “Şimdi Adam, eğer tekrar-”

Ama daha fazla devam edemeden, kırılan buz salkımları gibi saf ve temiz, soğuk, berrak bir ses duyuldu:

Nihayet!

“Ne?” dedi Renshaw.

“Kim-” dedi Orsino.

Berkowitz sordu. “Birisi ‘Nihayet’ mi dedi?”

Renshaw’ın rengi atmıştı. “Bu bir ses değildi. Bu benim- Peki siz ikiniz-”

Berrak ses tekrar duyuldu “Ben Mi-

Renshaw telleri birbirinden koparırcasına ayırdı ve bir sessizlik oldu. Sesi çıkmadan kelimeleri dudak hareketleriyle söyledi: “Sanırım bu benim bilgisayarım -Mike.”

Orsino, neredeyse aynı şekilde sessiz, “Yani o mu?” diye sordu.

Renshaw sonunda duyulabilir hale gelen ama tanınmaz bir sesle, “Onun bir özelliği olabilecek kadar karmaşık olduğunu söylemiştim,” dedi. “Sizce acaba- Hangi beyin devrede olursa olsun, her zaman otomatik olarak soyut düşünce grafiğini seçerdi. Acaba devrede beyin olmayınca kendininkini mi çalıştırdı?”

Yine bir sessizlik oldu. Sonra Berkowitz, “Yani bu bilgisayar düşünüyor ama programın baskısı altındayken kendi düşüncelerini ifade edemiyordu, şimdi senin LEG sistemi ona bu fırsatı verince-” dedi.

Orsino tiz bir sesle, “Ama bu nasıl olur!” dedi.

“Kimse dinlemiyordu, alıcı yoktu. Bu aynı şey değil.”

Renshaw, “Bilgisayar, beyne kıyasla çok daha büyük güç şiddetlerinde çalışır,” diye açıkladı.

“Sanırım, yapay bir yardımcıya gerek olmadan onu doğrudan işitebileceğimiz bir düzeye kadar kendisini yükseltebiliyor. Başka nasıl açıklayabiliriz-”

Berkowitz, ansızın, “Pekala, o zaman lazerin başka bir uygulama alanını buldun,” dedi. “Bu, bilgisayarlarla bağımsız birer akıllı yaratık gibi, karşılıklı konuşabilmeyi sağlıyor.”

“Aman Tanrım!” dedi Renshaw. “Şimdi ne yapacağız peki!”

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Isaac ASIMOV

Pek çok konuda yapıtları olmasına karşın, bilim kurgu eserleri ve popüler bilim kitapları ile tanınmıştır. Kurgu olmayan çok sayıda eserinin yanı sıra Fantezi dalında da yazmıştır. Dewey Ondalık Sınıflandırma sistemindeki Felsefe hariç tüm ana dallarda eserleri vardır. Asimov ortak görüşle bilim kurgu dalının ustasıdır, Robert A. Heinlein ve Arthur C. Clarke ile birlikte yaşadığı dönemde "Üç Büyük" bilim kurgu yazarından biri olarak kabul edilmiştir.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da