Mitoloji Ön Okuma Ön Okuma

Ön Okuma: “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” – Joseph Campbell

Kahramanın Sonsuz Yolculuğu

Yazar: Joseph Campbell
Orijinal Adı: The Hero with a Thousand Faces
Çevirmen : Sabri Gürses
Sayfa Sayısı : 440
İthaki Yayınları – 2017

Genel İnceleme Puanı

 

Mitlerin ve masalların gizemini çözmek için başvurulacak ilk kitap.

“Elinizdeki kitabın amacı, pek de karmaşık olmayan bir örnekler yığınını bir araya getirip kadim anlamın kendi kendini ortaya çıkarmasını sağlayarak dinsel ve mitolojik figürler altında çarpıtılmış bazı gerçekleri aydınlatmaktır. Eski öğretmenler ne dediklerini bilirlerdi. Hele onların simgesel dilini okumasını bir öğrendik mi, öğretilerinin anlaşılması için bir derlemecinin yeteneğinden fazlasına ihtiyacımız yoktur. Fakat ilk önce simgelerin dil bilgisini öğrenmeliyiz ve ben, bu esrara bir anahtar olarak psikanalizden daha iyi bir araç bilmiyorum.

Psikanalizi konuya dair son söz olarak kabul etmesek bile, onun bir yaklaşım olarak iş görmesine izin verebiliriz. Buradan hareketle atılacak ikinci adım, dünyanın dört bir yanından bir dizi mitle halk hikâyesini bir araya getirmek ve simgelerin kendi adına konuşmalarına izin vermek olacaktır. Benzerlikler hemen gün yüzüne çıkacaktır; üstelik bunlar insanın gezegendeki binlerce yıllık ikameti boyunca yaşayageldiği temel gerçeklerin geniş ve şaşırtıcı biçimde değişmeyen bir ifadesini ortaya çıkaracaktır.” –Joseph Campbell

 

Ön Okuma

“Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” – Joseph Campbell
Ön Okuma PDF

PROLOG

MONOMİT

1. Mit ve Rüya

İster Kongo’nun gözleri kan çanağına dönmüş bir büyücü-hekiminin rüyaya benzer zırvalamalarını aradaki mesafenin yarattığı bir keyifle dinleyelim, ister mistik Lao-Tse’nin sonelerinin düz çevirilerini hararetli bir coşkuyla okuyalım; ister Aquinas’ın argümanlarından birinin sert kabuğunu birdenbire kıralım, ister garip bir Eskimo masalının görkemli anlamını birdenbire yakalayalım, bulduğumuz şey hep şekil değiştiren fakat buna rağmen olağanüstü biçimde aynı kalan o hikâye ve daima bilinen ya da anlatılandan daha fazlasının olduğuna dair kışkırtıcı derecede ısrarlı bir histir.

Yeryüzünde ikamet edilmiş her yerde, bütün çağlarda ve her koşulda, insana ait mitler türemiştir ve bu mitler insanın vücudunun ve aklının eylemleriyle ortaya çıkan ne varsa hepsinin esin kaynağıdır. Mitin, kozmosun sonu gelmez enerjilerini insanın kültürel yaratımına akıtan gizli bir yarık olduğunu söylemek çok ileri gitmek olmayacaktır.

Dinler, felsefeler, sanatlar, ilkel ve tarihsel insanın sosyal biçimleri, bilim ve teknolojideki büyük buluşlar, uyku kaçıran düşler, hep o temel ve büyülü mit çemberinden doğar. Küçücük bir peri masalında dahi bulunan o derin yaratıcı merkezlere dokunma ve uyandırma gücü özelliği, tıpkı okyanusun sırrının bir damla suda ya da yaşamın bütün gizeminin bir pire yumurtasında saklı olması gibi bir mucizedir. Çünkü mitolojinin simgeleri üretilmiş değildir; talep edilemezler, uydurulamazlar ya da kalıcı bir şekilde bastırılamazlar. Onlar ruhun kendiliğinden oluşan ürünleridir ve her biri kaynağının asıl gücünü bozulmamış olarak içinde barındırır.

Zamanı aşan rüyetin sırrı nedir? Aklın hangi derinliğinden kaynaklanır? Mitoloji neden her yerde, çeşit çeşit kılığın altında aynıdır? Ve ne öğretir?

Bugün birçok bilim insanı bu bilmecenin çözümlenmesine katkıda bulunuyor. Arkeologlar Irak, Hunan, Girit ve Yucatan kalıntılarını santim santim inceliyor. Etnologlar Ob nehri Ostiyaklarını, Fernando Po adasının Bubi halkını sorguluyor. Bir şarkiyatçılar kuşağı yakın zamanda, kendi Kutsal Kitabımızın Yahudilik öncesi kaynaklarıyla birlikte, Doğu’nun kutsal yazılarını da anlaşılır kıldı. Ve bu arada, geçen yüzyılda halk psikolojisi alanında araştırmalar yayımlamaya başlamış bir başka uzman topluluğu, dilin, mitin, dinin, sanatın gelişiminin ve ahlâk kurallarının psikolojik temellerini ortaya çıkarmaya çabalıyor. Yine de bunların hepsinin en kayda değer olanı, psikiyatri kliniklerinden çıkmış olanıdır.

Psikanalistlerin cesur ve gerçekten çığır açıcı yazıları mitoloji öğrencileri için vazgeçilmezdir; çünkü ayrıntılı ve özgül durum ve sorunların kimi çelişen yorumları hakkında ne düşünülürse düşünülsün, Freud, Jung ve ardılları, mitin mantığının, kahramanlarının ve yararlarının modern zamanlara dek canlı kaldığını çürütülmez biçimde gösterdiler. Etkili bir genel mitolojinin yokluğunda, her birimizin kendi özel, tanınmayan, gelişmemiş, ama gizlice etkili olan düşsel panteonları var. Oidipus’un cisimleştiği en son hâl, yani Güzel ve Çirkin’in süre giden masalı bu öğleden sonra birkaç sokak ötede, Kırk ikinci Cadde ile Beşinci Bulvar’ın köşesinde durmuş, trafik ışığının değişmesini bekliyordu.

“Rüyamda,” diye yazıyordu Amerikalı bir genç bir gazetenin ekine, “çatımızı aktardığımı gördüm. Birdenbire aşağıdan babamın beni çağıran sesini duydum. Onu daha iyi duyabilmek için hızla döndüm ve dönerken, çekiç elimden düşüp eğimli çatıdan kaydı, gözden kayboldu. Sanki biri yere düşüyormuş gibi tok bir gürültü duydum. Korkuyla merdivenden indim. Babam orada yerde, başı kanlar içinde, ölmüş yatıyordu. Çökmüştüm, hıçkırıklar içinde anneme seslendim. Evden çıktı ve bana sarıldı. ‘Boşver oğlum, bu bir kazaydı,’ dedi. ‘O gitse bile, senin bana bakacağını biliyorum.’ O beni öperken, uyandım. Ailenin en büyük çocuğuyum ve yirmi üç yaşındayım. Bir yıldır karımdan ayrıyım; nedense yürütemedik.

Ebeveynlerimi derinden seviyorum ve babamla, geri dönüp karımla yaşamam konusunda ısrar etmesi dışında bir sorunum olmadı, sonuçta karımla mutlu olamıyordum ve bundan sonra da asla olamam.” Buradaki başarısız koca gerçekten de fevkalade bir masumiyetle, ruhsal enerjisini aşka ve evliliğinin sorunlarına doğru yöneltmek yerine hayal gücünün gizli yerlerinde istirahat halinde olduğunu ve şu anda gülünç bir şekilde anakronistik bir dramaya dönüşen ilk ve tek duygusal bağlılığıyla, yani bebeklik döneminin o trajikomik üçgeninde annenin sevgisi için babaya karşı duran oğul durumuyla meşgul olduğunu açığa vurmaktadır. Belli ki insan ruhunun en kalıcı doğal eğilimleri, bütün canlılar arasında ana memesinde en uzun kalanın bizler olması gerçeğinden kaynaklananlardır.

İnsanlar çok erken doğar; tamamlanmamışlardır, dünyayla karşılaşmaya henüz hazır değildirler. Genellikle tehlikelerle dolu bir evrene karşı onları savunacak tek şey, koruması altında rahim döneminin geçirildiği annedir. Bu yüzden, bakıma muhtaç çocukla annesi doğum katastrofundan sonra, yalnız fiziksel olarak değil psikolojik olarak da aylarca ikili bir birim oluşturur. Ebeveynin uzun süre yok olması çocukta gerginliğe ve buna bağlı saldırganlık eğilimlerine yol açar; ayrıca anne, çocuğun serbest hareketini engellemeye yöneldiğinde de saldırgan tepkiler belirir. Yani, çocuğun düşmanlığının ilk nesnesi ilk sevgi nesnesiyle aynıdır ve (daha sonra bütün mutluluk, doğruluk, güzellik ve mükemmellik imgelerinin bilinçsiz temeli olarak saklanan) ilk ideali Meryem Ana’yla bebeği İsa’nın ikili birliğidir.5 Talihsiz baba, rahim içindeki mükemmel durumun bu dünyevi yeniden ifadesinin güzelliğine, bir başka gerçeklik düzeninin yaptığı ilk radikal müdahaledir; bu yüzden, baba öncelikle bir düşman olarak tanınır.

Başlangıçta “kötüye” ya da mevcut olmayan anneye bağlı olan saldırganlık yükü ona aktarılır, buna karşın “iyiye” ya da mevcut, besleyen ve koruyan anneye bağlı olan arzuyu, (normal bir şekilde) anne sahiplenir. Ölüm (thanatos : destrudo) ve sevgi (eros: libido) dürtülerinin bebeklikteki bu can alıcı dağılımı, Sigmund Freud’un elli yıl kadar önce akılcı varlıklar gibi davranmak konusundaki yetişkinlik başarısızlığımızın en büyük nedeni olarak belirttiği ve artık oldukça iyi bilinen Oidipus kompleksinin temelini oluşturur.

 

“Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” – Joseph Campbell
Ön Okuma PDF

 

 

 

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Kayıp Dünya

Kayıp Dünya Editörleri tarafından yayınlanmaktadır.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın