Bilimkurgu Ön Okuma Ön Okuma

Ön Okuma: “İşkencecinin Gölgesi” – Gene Wolfe

İşkencecinin Gölgesi

Yazar: Gene Wolfe
Orijinal Adı: Shadow of the Torturer
Çevirmen : Kerem Sanatel
Sayfa Sayısı : 328
İthaki Yayınları – Kasım 2019

Genel İnceleme Puanı

 

“Bir başyapıtın ilk cildi. Uzun zamandır okuduğum en iyi bilimkurgu. Gene Wolfe bir büyücü, bir işkenceci; korkutucu ve keyif dolu. Dikkat edin, bu kitap büyülü! Bütünüyle özgün, yepyeni ve benzersiz.” –Ursula K. Le Guin

“Geçtiğimiz yüzyılın en iyi bilimkurgu romanı.” –Neil Gaiman

“Wolfe’tan çok şey öğrendim. Muazzam bir yazar, yazdığımız türde eserler veren sanatçılar arasında en iyilerinden. Yeni Güneş Kitabı da tüm zamanların en önemli bilimsel fantazi epiklerinden.” –George R. R. Martin

“Modern edebiyat hayranları için Ulysses ne ifade ediyorsa, bilimkurgu hayranları için de Yeni Güneş Kitabı aynı şeyi ifade ediyor.” –The New Yorker

“Yirminci yüzyıl Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden.” –The New York Times Book Review

“Bu gezegene ayak basmış en iyi bilimkurgu yazarı.” –The Washington Post

Dünya Fantazi En İyi Roman Ödülü / BSFA En İyi Roman Ödülü

“YALANLARIN ZAMANLA GERÇEĞE DÖNÜŞTÜĞÜNÜ SÖYLEMİŞ MİYDİM?”

Bilimkurgunun Melville’i olarak bilinen Gene Wolfe, spekülatif edebiyatın sınırlarını zorlayan, fantaziden bilim ve bilimden de fantazi çıkarmayı başaran, türün her alanında eşit muazzamlıkta eserler veren ender yazarlardan biri. Wolfe’un başyapıtı, türün de en önemli serilerinden olan Yeni Güneş Kitabı ise hem bilimkurgunun hem de fantastiğin zirve noktalarından olmakla birlikte başlı başına bir edebiyat fenomeni.

Günümüzden yüz binlerce yıl sonrası. Ancak öyle bir gelecek ki geçmişten farkı yok. Bugüne ait kültür ve olaylar artık bir anı bile değil. Gezegen, beklenmedik ve gizemli biçimlerde değişimler geçirmiş. Güneş’in ömrünün sonu gelmiş, sönmekte.

Serinin ilk kitabı İşkencecinin Gölgesi’nde, artık Urth adıyla bilinen gezegende, İşkenceciler Loncası’nın bir çırağıyken kurbanına merhamet ederek mesleki günahların en büyüğünü işleyen genç Severian’ın sürgüne gönderilmesi, destansı hikâyesinin sadece başlangıcıydı.

Büyünün ve bilimin iç içe geçtiği ve artık birbirinden ayrılamadığı bu gizemlerle dolu yolculukta tarih ile gelecek, yalan ile gerçek birbirine karışırken değişmeyen, değişmediğini iddia eden tek kişi ise kusursuz hafızasıyla ve kadim kılıcı Terminus Est’le Severian olacaktır.

Ön Okuma

 

Gene Wolfe’u Nasıl Okumalı
Neil Gaiman

İşte Gene: Dostane bir gülümseme (adının anlamı oradan geliyor), cin gibi gözler, güven verici bir bıyık. Şu kıkırdamasını bir duysanız. Aldanmamak lazım. Tüm kartları açık, beş tane as var elinde ama dahası da yeninde saklı.

Bir keresinde ona doksan yıl önce işlenmiş çapraşık bir cinayetin tutanağını okumuştum. “Aman,” demişti, “Gün gibi ortada işte,” sonra da hem cinayeti hem de polisin anlam vermekte yetersiz kaldığı ipuçlarını yalın ve makul bir dille oracıkta açıklamaya koyulmuştu. Bir düzeneğin parçalarını ayrı ayrı değerlendirip hepsini çalışır şekilde bir araya getiren mühendis aklı var onda.

Gene’i yaklaşık yirmi beş yıldır tanıyorum. (Birmingham, İngiltere’de Gene ve Rosemary ile ilk tanıştığımda yalnızca yirmi iki yaşında olduğumu hatırlayınca biraz bocaladım; şimdi kırk altıyım.) Gene Wolfe’u tanımak son yirbi beş yılımı olabileceğinden daha iyi, daha zengin ve daha ilginç kıldı.

Kendisiyle tanışmazdan önce Gene Wolfe’u güçlü bir aydın olarak bilirdim, engin birikimiyle soğuk kanlı ve ciddi, belli bir türe has hikayeler romanlar yazsa da kendisini asla sınırlandırmayan birisi. Keşfedilmemiş topraklara gidip haritalarla dönen bir kaşif. Eğer “Şurada ejderhalar yaşamış.” demişse sözüne inanırdınız, ciddiyim.

Abartmıyorum elbette. Yirmi beş yıl önce okuduklarıma istinaden edindiğim izlenimin, sonrasında Wolfe’la bizzat tanışma zevkine erişmemle daha da pekiştiğini söyleyebilirim. Nazik, sevecen ve tecrübeli bir adamla tanıştım; hoş sohbeti seven, eğitici, öğretici, muzip, kıkırdaması bulaşıcı.

Gene Wolfe’la nasıl tanışacağınıza dair size yol gösteremem. Ancak eserini okuma konusunda birkaç yöntem önerebilirim. Bu faydalı ipuçlarını, hafife alınmaması gereken zorlu ve uzun bir yolculukta yanınıza battaniye, el feneri ve biraz da atıştırmalık almanızı öneriyormuşum gibi düşünün. Umarım bazıları işinize yarar. Dokuz maddeden oluşuyor. Dokuz iyi bir rakamdır.

Gene Wolfe’u nasıl okumalı:

1-Metne tamamen güvenin. Yanıtları da içinde barındırıyor.

2- Metne güveneceğim derken fazla rehavete kapılmayın. Çetrefil ve müsamahasız i.eriği dolayısıyla ipin ucunu her an elinizden kaçırabilirsiniz.

3- Tekrar okuyun. İkinci okunuşta daha da güzel gelir. Hatta üçüncüsü en iyisidir. Zaten kitaplar siz başından kalktığınızda yavaş yavaş kıvamını bulup şekillenir. İlk çıktığında Huzur (Peace) kitabını ağırkanlı bir orta batı güncesi olarak okumuştum. İkinci ve üçüncü okuyuşlarda korku romanına dönüştü.

4- Kelimelerin ardında pusuya yatmış kurtlar var. Bazı sayfalarda ortaya çıkarlar. Bazen de kitabı elinizden bırakmanızı beklerler. Kurdun misk kokusunu bazen ıtırlı biberiye kokusu maskeler. Şunu aklınızda tutun; buradakiler metruk yerlerde sürü halinde dolaşan günümüzün ağarık kaypak kurtlarına benzemez. Buradakiler boz ayı karşısında bile tınmayan, yalnız gezen, devasa, kocamış kurtlardır.

5- Gene Wolfe okumak tehlikeli iştir. Bıçak atmaya benzer ve her bıçak atma gösterisinde olduğu gibi parmaklarınızı, kulak memenizi veya gözünüzü kaybetme riski taşır. Gene buna aldırmaz. Gene bıçakları atandır.

6- Rahatınıza bakın. Bir fincan çay alın. Kapıya RAHATSIZ ETMEYİN ibaresi yerleştirin. 1. sayfadan başlayın.

7- İki tür zeki yazar vardır. Ne kadar zeki olduğunu gözünüze sokanlar, bir de ne kadar zeki olduklarını gösterme gereği duymayanlar. Gene Wolfe ikinci gruptadır ve ona göre zeka anlatıdan daha önemli değildir. Onun zekiliği kendinizi aptal gibi hissettirmez. Zekası sizi de zeki kılar.

8- Kendisi bizzat oradaydı. Olaylara bizzat şahittir. O gece aynada kimin yansımasını gördüklerini biliyor.

9- Öğrenmeye istekli olun.

Senin nazarında bin asır
Bir akşam kadardır;
Güneşin doğuşu öncesindeki
Sabah saatleri gibi tez geçer.

Tanrımız, Kadim Medarımız ilahisinden(1708) – Isaac Watts

1
Diriliş ve Ölüm

Kendi geleceğim galiba biraz içime doğmuştu. Tıpkı dağ yollarındaki gibi sivri uçlarını nehir sisi buklelerinin bürüdüğü şu kilitli ve paslı kapı, sürgün hayatımın simgesi olarak belleğimde yer etmiştir. Bu yüzden işkenceci çırağın, yani bendeniz Severian’ın boğulmasına ramak kalan yüzme faslını es geçip hikayeme oradan başlıyorum.

“Muhafız gitmiş.” Dostum Roche bunu Drotte’ye söyledi, halbuki o da çoktan görmüştü.

Bizim oğlan Eata, etrafından dolaşmamızı önerdi, tereddütlü. İncecik çilli kolunu kaldırarak gösterdiği yönde binlerce arşınlık surlar harabe mahalleyi ve tepenin eteklerini de içine alıyor, en sonunda da Hisar’ın yüksek duvarlı cephesiyle birleşiyordu. O yolu yayan kat edecektim ama çok sonra.

“Hisarpeçeyi yol tezkeresi olmadan mı geçeceğiz? Üstat Gurloes’a haber salarlar.”

“Ama muhafız niye yerinden ayrılmış ki?”

“Önemi yok.” Drotte kapıyı zangırdattı. “Eata, parmaklıkların arasından geçmeyi denesene.”

Drotte çırakbaşımızdı. Eata bir kolunu ve bacağını demir parmaklıktan içeri soktuysa da gövdesinin geri kalanını hayatta geçiremeyeceği hemen anlaşıldı.

“Birileri geliyor.” diye fısıldadı Roche.

Drotte oğlanı, hızla geri çekti. Yolun aşağısına baktım. Ayak sesleri ve boğuk konuşmalar eşliğinde sislerin arasından sallana sallana yaklaşan fenerler vardı. Saklanacaktım ama Roche beni tutup,

“Bekle, mızraklar görüyorum,” dedi.

“Sence muhafız geri mi dönüyor”

Kafasını iki yana salladı. “Çok kalabalıklar.”

“En az bir düzine adam,” dedi Drotte.

Gyoll’un suyuyla hala ıpıslak halde bekledik. Tir tir titreyişimiz hala gözümün önündedir. Tıpkı ölümsüz gözüken her şeyin kendiliğinden yok oluşa meyletmesi gibi, o anda yaşadıklarımız unutulmaya yatkındı ama (son tahlilde hiçbir şeyin yitmediği) belleğimde öyle yer etmiştir ki hatırladıkça yüreğim ağzıma gelir, tüylerim diken diken olur ve bizim Harçalem’in her sabah cırlak borazanlarla güne adeta sıfırdan başlaması misali o anı yeniden yaşarım.

Fenerlerin cılız sarı ışığında görebildiğim kadarıyla adamların zırhı yoktu fakat Drotte’nin dediği gibi mızrakları vardı, bir de çomakları ve palaları. Önderleri beline uzun, iki tarafı da keskin bir bıçak takmıştı. En çok dikkatimi çeken boynuna kolye gibi astığı koca anahtardı. Kapının kilidini açacak anahtar oydu galiba. Küçük Eata gerginlikten kıpır kıpırdı. Önderleri bizi görünce feneri yukarı kaldırdı.

“İçeri girmek için bekliyorduk müstecir,” diye seslendi Drotte. En uzun boylumuz oydu ama tavrı mütevazıydı, esmer siması saygılı.

“Şafak sökmeden olmaz,” diye terslendi önderleri. “Siz gençler en iyisi evlerinize dönün.”

“Müstecir bey, muhafızın bizi içeri alması gerekiyordu ama yerinde yok.”

“Bu gece giremezsiniz.”

Bir adım daha yaklaşmadan önce elini bıçağının kabzasına götürdü. Bir an kim olduğumuzu anladığından korktum. Drotte geri çekildi, biz de arkasında duruyorduk.

“Siz kimsiniz müstecir? Asker değilsiniz.”

“Gönüllüyüz,” dedi içlerinden biri. “Ölülerimizi korumaya geldik.”

“Öyleyse bizi içeri alabilirsiniz.”

Önderleri bize sırtını döndü. “Kendimizden başka hiç kimseyi içeri sokmayız.” Anahtarı kilitte takırdadı ve kapı gıcırdayarak içeri doğru açıldı.

Hiç kimsenin engellemesine kalmadan Eata içeri dalıverdi. Birisi sövdü, önderleri iki kişiyle beraber Eata’nın peşinden koştuysa da oğlan çok hızlıydı. Kıtık rengi saçı ve üzerinde yamalı gömleğiyle yoksulların mezar çukurları arasında zik zak çizerek kaçmasını, sonra da yokuşun yukarısındaki heykel öbeklerinin arasından gözden yitmesini seyrettik. Drotte peşinden gitmeye yeltendiyse de iki adam onu kollarından yakaladı.

“Oğlanı bulmamız gerek. Ölülerinizi soyacak değiliz.”

“Neden içeri girmek istiyorsunuz öyleyse?” diye sordu gönüllülerden biri.

“Ot toplamak için,” dedi Drotte. “Biz eczacı hekimiz. Hastalarınız şifa bulsun istemez misiniz?”

Gönüllü ona bakakaldı. Anahtarlı adam Eata’nın peşinden koşarken fenerini düşürmüştü ve geriye sadece iki fener kalmıştı. Gönüllü, fenerlerin ölgün ışığında ebleh ve saf görünüyordu. Galiba ırgat falandı. Drotte devam etti,

“Mutlaka bilirsiniz, bazı otlardan en yüksek faydayı elde edebilmek için ay ışığında mezardan toplanmaları gerekir. Yakında don olacak ve her şey kuruyacak, oysa üstatlarımıza kışlık erzak lazım. Üstatlarımızın üçü, bu gece buraya gelelim diye her şeyi ayarladılar. Şu oğlanı da bana yardım etsin diye yanıma babası verdi.”

“Ot koyacak hiçbir şey almamışsınız yanınıza.” Drotte’nin buna verdiği cevaba hala hayranlık duyarım. Dedi ki,

“Kurusunlar diye deste yapıp götüreceğiz.” Sonra da hiç duraksamadan cebinden alelade bir sicim çıkardı.

“Anladım,” dedi gönüllü. Anlamadığı belliydi.

Roche’la ikimiz gıdım gıdım kapıya yaklaştık.

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Kayıp Dünya

Kayıp Dünya Editörleri tarafından yayınlanmaktadır.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın