Bilimkurgu Ön Okuma Ön Okuma

Ön Okuma: “Bir Zaman Gezgininin Anıları” – Murat K. Beşiroğlu

Bir Zaman Gezgininin Anıları

Yazar: Murat K. Beşiroğlu
Sayfa Sayısı : 212
KDY – 5 Ağustos 2020

“Ölüp ölüp dirilen sadece sen değilsin. Bizler mantık, irade ve düşüncenin ürünleriyiz. Düşünceler ölmez, zorbalıkla bize hiçbir şeyi dayatamazlar,” dedi Albatros, öylesine coşmuştu ki neredeyse ayağa kalkıp slogan atacaktı.

22. yüzyılın başlarında Dünya Federasyonu zaman yolculukları üzerinde sıkı bir denetim uygulamaktadır. Saygın bir zaman teknolojileri uzmanı olan Demir, geçmişe yaptığı izinsiz yolculuğun ardından bir kanun kaçağına dönüşür ve Birleşik Haberalma Teşkilatı ajanları ile arasında bir kedi fare oyunu başlar.

Sanal edebiyat şehri Litera’dan, Venüs’ün Von Neumann balon kentine, Singapur uzay asansöründen, Jiron silindir şehrine uzanan macerası sırasında Demir romantik düşlerinden kaynaklanan yanılgılarıyla yüzleşmek zorunda kalacaktır.

Ön Okuma

3. Bölüm

Sanal Edebiyat Şehri Litera

Albatros’un bürosu Litera şehrinde, Kafka’nın eserlerinden esinlenerek oluşturulmuş bölgedeydi. Edebiyat meraklılarının sıklıkla ziyaret ettiği bu şehri gümrük polislerinden gizlenmek için seçtiğini söylemişti, ancak ben bu seçimi roman kahramanlarına özenmesine bağlıyordum.

Yüksek kuleler, gotik katedraller ve labirentvari sokaklarla bezeli Kafka bölgesinde hava sisliydi. Titrek gece lambalarının hafifçe aydınlattığı sokaklarda siyah redingotlu adamlar ve fettan yüz ifadeli kadınlar dolaşıyordu. Derme çatma evlerin bacalarından püsküren kurumlar çiseleyen yağmura karışıyor, dar sokakların kasvetini koyulaştırıyordu.

Albatros’un tarif ettiği cephesi kararmış binanın kapısına yaklaştım. Kapıda tıknaz, ceketli ve kasketli bir adam beni durdurdu ve “Bu saatte ziyaretçi kabul etmiyoruz,” dedi.

Kafka’nın kahramanlarından biri olsam binanın kapıcısıyla uzun bir sohbete dalar, onu ikna etmek için değerli vaktimi çarçur ederdim. Bunu yapmak yerine kapıcıya hafifçe bir omuz atarak yanından geçtim. Dönüp göz ucuyla ne yaptığına baktım. Kibirli bir tavırla üstünü başını düzeltti ve dünyanın anahtarını elinde tutuyormuş gibi bir ciddiyetle karşı binayı seyretmeye koyuldu.

Yüksek tavanlı giriş holünde ilerleyip sol taraftaki helezon biçimli merdivenlerden yukarıya çıkmaya başladım. Merdivenler beni memurların bulunduğu kata çıkardı çıkarmasına ama kata geçebileceğim bir kapı olmadığı için tırmanışım işe yaramadı. Çaresiz yeniden zemin katına indim ve bu kez sağ taraftaki merdivenlere yöneldim. Aşınmış mermer basamakların ilk grubunu tırmanınca cüceler için yapılmışa benzeyen açık bir kapı gördüm. Kapıya yaklaştım ve eğilerek içeriye baktım. Kapının hemen arkasında ufak tefek bir kadın tahta beşiğinde bebeğini sallıyor, odanın dip kısmında ise ikiz olduğunu tahmin ettiğim iki adam birbirlerinin beden hareketlerini taklit ederek sohbet ediyordu.

Orada fazla oyalanmadan ikinci grup merdivenleri tırmanıp üst kata ulaştım. Şimdi karşımda çoğu boş olan çok sayıda masa vardı. Masaların ikisinde iki memur başlarını daktilolarının üzerine dayamış bir halde uyukluyordu. Uyanık olan tek memurun bulunduğu masaya doğru ilerledim. Elleri daktilonun üzerinde olan memur ne yazacağını düşünüyor gibiydi. Ceketinin dirseklerine sardığı deri parçaları ve kararmış gömlek yenleriyle pespaye bir görüntüsü vardı.

Masasının önündeki tek sandalyeye oturup “Albatros’u arıyorum,” dedim.

“Albatros şu sıralar burada olmayabilir,” diye cevap verdi.

“Beni Joseph K. ile karıştırmayın. Böyle yuvarlak yanıtlara pabuç bırakmam,” dedim.

Eliyle ağzını kapayarak “Size bir sır vereceğim,” dedi.

“Albatros’un nerede olduğunu söyleseniz daha iyi olur.”

İri gözlerini iyice açarak “Şato Kafka’nın iletişim kuramadığı okurları temsil ediyordu. Beklenen Godot da öyle,” dedi.

“Albatros’u görmem gerekiyor,” diyerek talebimi yineledim.

“Benim gizli güçlerim var,” dedi memur ve kalkıp bana arkasını döndü. Sırtındaki eprimiş ceketin altına çizgili bir pijama giymişti. Arka taraftaki dolaplara doğru ilerlediğini görünce kalkıp o yöne doğru yürüdüm. Kapağını açtığı ilk dolabın içine külle karışık kar yağıyordu. Kapağı kapadı ve diğerini açtı. Bu yeni kapak yüksekliği bir metreyi bile bulmayan bir boşluğa açılıyordu.

Ellerini boşluğun bel hizasındaki zeminine koydu ve sıçrayarak içeriye girdi. Odanın içinde emekleyerek ilerledi ve yere serilmiş şiltenin üzerine uzandı. Köşedeki yamalı örtüyle bedenini tümüyle örttü ve bir daha hareket etmedi.

Öfke içinde sıçrayıp boşluğa girdim. Üzerimin tozlanmasına aldırmadan memura doğru ilerlemeye başladım. Sararmış kâğıt parçaları, çürümeye yüz tutmuş kıyafetler ve toz topakları arasında emekleyerek ilerledim. Boşluğun derinliklerinde Albatros’un siluetini görünce memurla uğraşmaktan vazgeçtim ve tozlu havayı mümkün olduğunca az solumaya çalışarak yoluma devam ettim. İçinde bulunduğum mekânın bir tünel olduğu anlaşılıyordu, beni böyle bir yere sürükleyen Albatros’a söyleyecek bir çift sözüm vardı. Tünelin sonuna doğru tavanın yükseldiğini fark ederek ayağa kalktım. Dizlerimdeki tozu silkeleyip Albatros’un oturduğu koltuğa yaklaştım. Beni karşısında görünce mahcup bir ifadeyle ayağa kalkıp adeta ‘hazır ol’ vaziyetine geçti.

“Bu nasıl bir buluşma yeri böyle,” diye çıkıştım.

Koltuğunun arkasındaki kapıyı göstererek “Buradan geleceğini düşünmüştüm,” dedi.

Bir hışımla ileriye atılıp kapıyı açtım. Kapı binanın arka cephesindeki boşluğa açıldığından az daha ikinci kattan aşağıya düşecektim. “Sana bu taraftan nasıl ulaşabilirdim, balonla mı?” diye sordum.

Başını kaşıyarak “Litera’nın mimarisine güven olmuyor. Buraya geldiğimde orası öyle değildi,” dedi.

Masasının önündeki koltuğa oturarak “Eğer benimle iş yapmak istemiyorsan bunu açıkça ifade etmelisin,” dedim.

“Son işimizde sıfır kilometre bir avatar kaybettim. Gümrük polislerine yakalanmamak için sürekli yer değiştirmem gerekiyor. İşimi düzgünce yürütmek için gerekirse kubura bile girerim. Ben gençliğimde itibar gören biri değildim. Sokaklardan, hiçliğin derin kuyularından geliyorum. Petra’daki ihtiyarların hakkından geldikten sonra Plato olacak o sinsi silikon yığınının peşine düşeceğim. Hiç kimse Albatros’a kukla muamelesi yapamaz. Hepsi gününü görecek,” dedi. Konuştukça coşmuş, coştukça boyun damarları şişmiş ve yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu.

Konuyu değiştirmek için “Kulağına 173. element hakkında bir şeyler çalındı mı?” diye sordum.

173. element sözünü duyar duymaz çillerle kaplı yüzü aydınlandı. Az önce öfkeden deliye dönen o değilmiş gibi gülümseyerek “Sen de benim gibi tehlikeli sularda yüzmeyi seviyorsun. Mars’daki isyankâr androidlerin Ganymede’de devasa bir hadron çarpıştırıcısı inşa ettiklerini duydum. Mars’dakiler beni sevip sayarlar. Ne de olsa devrimlerine giden yolun taşlarını efsane android Ogox’la birlikte ben döşedim. Ne o, şaşırmış görünüyorsun. Az önce azarladığın bu küçük adam Mars’taki android ve jinoidler arasında bir kahraman olarak görülür. İnanmıyorsan seni oraya götürebilirim, kollarım güneş sisteminin her köşesine ulaşır,” dedi.

Albatros’un söylediklerinin doğru olup olmadığını tartarken içeriden bir tıkırtı sesi geldi. Zürih’te, salonunda bulunduğum apartman dairesinde bir şeylerin ters gittiğini hemen anladım, çünkü sanal dünyalardan kaynaklanan sesler duyduğum tıkırtıya kıyasla daha dolgun ve yankılıdır. Ayağa kalktığım sırada karşımda Ajan Kirilenko’yu görünce başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Fiziksel dünyada bulunduğum yeri Albatros’a söylememiştim, hipernete öylesine sofistike yöntemlerle bağlanıyordum ki bırakın yerimi belirlemeyi kullandığım servis sağlayıcıyı bulmaları bile mümkün değildi. Kullandığım elektromanyetik maske yerimi kameralar üzerinden tespit etmelerini imkânsız hâle getiriyordu. O halde yerimi nasıl belirleyebilmişlerdi?

“Şaşırmış görünüyorsun, eski dostum. Yeteneklerimizi hafife almamalısın,” dedi Kirilenko.

“Yerimi nasıl bulduğunuzu sorabilir miyim?”

“Bu soruya ancak bir amatör cevap verir.”

“Böyle şeyler karşılıklıdır, pişman olmazsın.”

“Dayak arsızı çocuklar gibisin, hiç akıllanmıyorsun,” dedi Kirilenko gururla.

Kirilenko’nun gözlerine bakarak geriye doğru birkaç adım attım ve açık pencereye tırmanarak binanın dışına çıktım.

“İntihar etmene gerek yok, iki üç yıl yatıp çıkarsın,” dedi Kirilenko alaycı bir tavırla. Binanın çevresi sarılmış olmalıydı.

Pencerenin altındaki kirişe basarak Limma Nehrine doğru uzanan hologram yansıtıcıya tırmandım ve sütunun üzerinde sakınımlı adımlarla ilerledim. Sütunun ucunda bir süre bekleyip konsantre oldum ve kendimi boşluğa bıraktım. Nehrin suları beklediğimden soğuktu, ilk şoku atlattıktan sonra aşağıya doğru yüzmeye başladım. Dairenin penceresinden Kirilenko’nun bana baktığını gördüm, elindeki telsizle aşağıdaki adamlarına talimat veriyordu. Bir polis teknesi nehrin kıyısından ayrıldı ve bana doğru hızla ilerlemeye başladı. Bana ulaşmalarını geciktirmek için yüzmeye devam ettim, bu sırada ellerinden kurtulmak için bir fırsat yakalayabileceğimi umuyordum. İki kanatlı küçük bir hava aracı gökten düşercesine görüş alanıma girdi ve alçalarak nehre doğru süzüldü.

Bu sırada polis teknesiyle aramda on metreden az mesafe kalmıştı. Hava aracı üzerimde bir an asılı kaldı ve altından büyükçe bir can simidi sarkıtıldı. Başımı ve kollarımı can simidinden geçirmeye uğraştığım sırada polis teknesinden “Hareket ederseniz ateş edeceğiz,” anonsunun yapıldığını duydum. Hava aracı tekneden yeni bir anons yapılmasına meydan vermeden hızla yükseldi. Can simidine bağlı halatla birileri beni yukarıya doğru çekmeye başladı.

Şimdi Limma nehrine ve aşağıdaki polis teknesine bir gökdelenin terasından bakıyor gibiydim. Aracın yarattığı rüzgâr ıslak kıyafetlerime vurduğu için titriyor ve bir an önce hava aracının içine girmeyi istiyordum. Aracın altındaki açık kapaktan içeriye girdim ve kapak kapandı. Kısa bir süre ağa takılmış bir balık gibi havada sallandım ve can simidinin içinden çıkmaya çalışırken tavandaki vinç beni yere indirdi. Yerde bir süre soluklandıktan sonra ayağa kalktım ve hava aracının yaptığı sert bir manevrayla yere düştüm. Gizemli kurtarıcım bölmenin tek kapısının ardında olmalıydı. Emekleyerek kapıya yaklaştım, üzerindeki tuşa basmak için kalktığım sırada kapı otomatik olarak açıldı. Hava aracının kokpitindeki iki koltuktan birinde saçlarını sarmal biçimde toplamış bir kadın oturuyordu. Başının üzerindeki hologram yansıtıcı sayesinde samanyolu galaksisini başının üzerinde taşıyormuş gibi görünüyordu.

Sağ omzunun üzerinden bakarak “Yanımdaki koltuğa oturabilirsin,” dedi. Her gün birilerini ajanların elinden kurtarıyormuşçasına rahattı.

“Kurtarma operasyonu için teşekkür ederim. Daha önce tanışmış mıydık?”

“İsmim Dorothy. Meşhur mühendis Demir Durusoy’la nihayet tanışmış oldum. Kuruldakilere kafa tutan zaman teknolojileri uzmanı. Arındırma işlemini yenen adam. Daha karizmatik biriyle karşılaşmayı ummuştum,” dedi Dorothy.

“Benimle yetinmek zorunda kalacaksın,” diye cevap verdim.

“Hiçbir şey bilmiyorsun. Bugünlere gelmiş olman bir mucize,” dedi Dorothy.

Yanındaki koltuğa oturduğum için artık yüzünü görebiliyordum. Tutku kıvılcımları taşıyan siyah gözleri ve her an muzipçe kıvrılmaya hazır dudakları sıra dışı bir insanla karşı karşıya olduğumu gösteriyordu.

“Beni kaçırarak kendini riske attın. Peşimizdeki şahinler süpersonik hızlara çıktığında hiçbir şansımız kalmayacak.”

“Birkaç dakika sonrasını öngörebiliyorsun. Bu da bir şey,” dedi Dorothy.

Radarda bir anda onlarca hava aracı belirdi. Dorothy içinde bulunduğumuz alfajeti hızlandırdı, aradaki mesafeyi hızla kat ettik ve kovandaki arılar misali iç içe uçan alfajetlerin arasına daldık. Peşimizdeki iki şahin kanatlarını bükerek yavaşladılar, yazılımlarının alfajet sürüsünün içine dalmaya elvermediği anlaşılıyordu.

Dorothy alfajetin kumandasını otomatik pilota devretmişti, zira kaotik desenler oluşturan o çılgın manevraları hiçbir insan evladının yapması mümkün değildi. Hepsi aynı model olan alfajetlerin birbirleriyle haberleştikleri kesindi, federasyonun kısa kanatlı şahinleri haberleşme ağının dışında olduğundan alfajet sürüsünün içine giremiyorlardı.

Kaotik manevralar sürerken alfajet sürüsü bir bulut gibi genişledi ve aralarına bomba atılmışçasına her biri ayrı bir yöne doğru uçmaya başladı. Şahin pilotlarının alfajetlerden hangisini izleyecekleri konusunda en ufak bir fikri yoktu.

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Kayıp Dünya

Kayıp Dünya Editörleri tarafından yayınlanmaktadır.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın