Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

AYNALARIN İSYANI

Telgrafçı Fehmi Bey sokağı belleğimde son kalan fotoğrafına bire bir uymaya devam etmekteydi. Yoksulluk ışıyan gri beton yapılar ve umarsız bakışlı insanlar. Evlere HAL aynalarının montajı sırasında sık sık yolum düşmüştü bu taraflara.

32 numaralı binanın önünde iki lacivert üniformalı nöbetçi dikilmekteydi. On yaşındaki paslı kütleyi park ederken içlerinden uzun boylu olanı ciddiyetle portatif bilgisayarından benle ilgili bilgilere göz atmaktaydı. Tarasscom şirketinin alelade bir ayna anomalisine en üst düzeyden iki koruma dikmesi hayra alamet değildi. Tabii bu işe benim memur edilmem de. Dört ay önce Haliç’e bakan bir büroda teknik raporlar okuma işine terfi etmiştim.

“Arno iyi mi?”

Başını hareket ettirdikçe gıdığı ikiye katlanan, kurnaz bakışlı diğer memur elindeki elektronik kartı uzattı.

“İkinci kat. Siz ayrılana kadar burda olacağız.”

Göbeğimi açıkta bırakan yeşil ve dar süveterimi bu iş için fazla laubali bulmuş olacak ki beni baştan aşağı şüpheyle süzmüştü. On iki yıldır bilgisayar kayıt sistemlerini işler vaziyette tutma işinde çalışmaktayım. Bu meslekteki kadın oranı hâlâ yüzde onun altında. Kadınlar beş vardiye çalışmak ve sürekli olarak erkek fıkraları dinlemek istemiyor. Erkek olarak doğan görünmez bir yedeğim var belki de. Bu işlere yatkınlığım henüz dokuz on yaşlarında ortaya çıkmıştı. Babamın bilgisayarına bir dvd yazıcısını başarıyla takabilmiştim.

Arno’yla dost sayılmazdık zaten. Kartı alıp, içeriye girdim. Halısı yer yer yıpranmış holü geçerek yukarı çıktım. Buram buram köhneleşmişlik kokan tozlu basamakların bitimindeki büyük odaya vardığımda işin ciddiyetini kavramaya başladım. Ardına kadar açık duran eşyasız odada dört adet ayna vardı.

Duvarlara karşılıklı olarak asılmış aynaların konumu ve sayısından bana önceden söz edilmemesi şaşkınlığımı son kerteye ulaştırmıştı. Dört ayna bir arada yalnızca Tarasscom’un yönetim kurulu odasında bulunurdu. Sembolik olarak tabii.

Metropoldaki çok az sayıdaki kayıt dışı yerler ayrıcalığı imi. Birileri dört aynayı yapıları böylesine sıradan ve yoksul bir mahallede buluşturmuştu. Üstelik dördü de donmuş durumdaydı. Bu eylem şirketin kontrol ve ayrıcalık belirleme erkine şiddetli bir meydan okuma olmalıydı. Normal statüdeki hiçbir ev birden fazla ayna bulunduramazdı. Kapıdaki muhafızların üst düzey memur olmaları boşuna değildi yani.

Elimi parlak yüzeye değdirdim. Farkında olmadan bakışlarımı yere indirmiştim. Bu aynalarla çalışmaya başlayalı ikibuçuk yıl oldu. Hâlâ bu kadar ideal yansıtıcı bir yüzeyde suretimi görememeye alışamadım. Aynalar hard diskleri dolunca görüntü yansıtmaz hale geliyorlardı.

Süveterimin minik sağ cebine sığan kayıt cihazına dört aynanın hard diskindeki malzemeyi aktardım ve sistemi çalıştırmayı denedim. Ama görüntüm yüzeyde belirmedi. İşlemi kurallara uygun tamamlamama rağmen sistem hiçbir karşılık vermemişti. Hayretten ağzım bir karış açık kalmıştı. İptal edilene kadar kusursuz bir şekilde çalışmaları için imal edilmiş dört kayıt aparatından hepsi birden arızalıydı. Ortalama yaşam süreleri altı yıl olarak planlanmıştı. Dördünün de imalat tarihi daha birinci yılını doldurmamıştı insan manzaraları kayıt işinde. Bu Pazartesi günüm özel bir anlam kazanmıştı artık. Bugüne değin en son model aparatlarda bellek ünitesi yenilenmesine rağmen tekrar çalışmaya ayak direyen tek bir vaka gözlemlememiştim.

Patronum Vemet, bir saat kadar önce arayıp ayna anomalisinden sözederek teknik rapor vermemi istemişti. Sayıları ve çok anlamlı olan konumlarından söz etmemişti. Onları yeniden çalıştıramadığımı duyunca şaşıracak mıydı acaba?

“Görüntüleri incelemeye alacağım.”

Memurlardan uzun boylu olanı gelişimdeki yüz ifadesini muhafaza etmeyi başardığı için mükafatı haketmişti. Diğeri yakasına takılı mikrofona bir şeyler mırıldanmaktaydı. Benle ilgilendiği yoktu. Bakışları sokağın güvenlik durumunu ölçüp biçmekteydi. Elektronik kartı verip arabama doğru yürüdüm. Sokağın köşesinde ürkek tavırlı iki genç durmuş bu tarafa bakarak olan bitenleri kestirmeye çabalamaktaydılar. Tarasscom amblemi ve zırhlı lacivert arabanın ışıdığı erk fakir mahalle efradı için bir olağandışılıktı kuşkusuz.

*

Kelimenin tam anlamıyla dondum kaldım. İleri ve geri tuşlarının bir anlık tutukluğu az önceki görüntüde bıyıklı olan kişiyi ele verdi. Şimdi ekranda donan karede ise bıyıksızdı ve saçlarına farklı bir görünüm kazandırmıştı. Bu benzerlik bir şeyin işareti olmalıydı. Son iki aynanın görüntüleri arasında da yine ona rasladım. Dört aynanın bellek kayıtlarında da vardı. Öyle olmasa ustaca kılık değiştirmesi etkin olabilirdi.

Telefonu kapıp aceleyle numaraları tuşladım. Arno’nun telesektere kayıtlı donuk sesi o an için elverişli olmadığını bildirince acil görüşmemiz gerek mesajını bıraktım.

Vemet’in az önce yollamış olduğu araştırma dosyasını elektronik ortamda incelemeye aldım. Arno Demir ve Katre Kıvrıkdil son bir ay içersinde ortaya çıkan 23 arızayı incelemişler ve raporlarını vermişlerdi. Teşhisleri yeni ve daha önce hiç bilinmeyen cinsten bir virüstü. Ama ikisi de bu 23 kayıttan 11’inde bulunan o tipten söz etmemişlerdi. Birbirinden değişik kılıflardaki bu kişiyi ben hemen farketmişken onlar gözden kaçırmış olabilirler miydi?

Dört yıl önce mevcut her mekâna sadece görüntüleri değil, duygu hallerini de depolayan HAL aynaları yerleştirme kararı alınıp hemen uygulanmıştı. Dünyanın on sekiz bölgeye ayrılmasından iki yıl sonra 2016’da, dünyanın dörtte üçü bu aynaları kullanır hale gelmişti. İnsanların çoğu bitmek tükenmek bilmeyen terör ve şiddet olayları nedeniyle gözetleme kameralarının yanı sıra denetimin bu haline rıza göstermişti. İstanpoort’daki referandumun sonucu yüzde seksenbirdi. Şirket İstanpoort’daki denetim aynalarının çalışmasından sorumluydu. Pasaport kontrollerine parmak izi ve göz retinası tahsilatının eklendiği o ilk denetim günlerinden bugünlere gelinebileceği kimin aklına gelirdi. Artık her evin holünde geleni gideni, hissiyat ve bir ölçüde niyetleri tesbit eden bir HAL aynası mevcuttu.

Denetlenmeye karşı olanlar bugüne kadar ciddi bir başarı elde edemediler. Çünkü teknoloji para gölgesiyle beslenmekteydi ve kendini sürekli yeniliyordu. Yakın geçmişte es geçilen basit ayaklanmalar bile şiddetle karşılık bulur olmuştu. Karşıtlar kolaylıkla sindirilmişti. Hapishaneler aşırı doldurulmadan üstelik. Toprak altında korunmaya alınarak.

Eski erkek arkadaşım Sezgin bu karşıtların önde gelenlerindendi. Altı ay önce birden sesi soluğu kesilmişti. Abisi Batı Amerika’da olduğunu söylemişti. Oradan bir mail yollamıştı. Bu olayın öncesinde ayrılmış olduğumuz için Sezgin’in benle bir ilişki kurmaması belki normaldi, ama sezgilerim bu denli enerjik bir kimsenin ancak toprak altında bu kadar sessiz kalabileceğini fısıldamaktaydı.

Telefon sesinin bu sessizliği muştulayan bir yanı vardı.
“Beni aramışsın.”
“Telgrafçı Fehmi Bey sokağındaki dört ayna işi.”
“Benim işi sana verdiler demek?”

‘Demek’ sözüne yüklediği hayret ifadesi gerçeğe benziyordu. Bir yıl birlikte çalışmıştık. İyi tanırdım.

“Evet.”
“Katre’nin işiydi. Evinde yangın çıkmış. Bu sabah.”
“İyi mi bari?”
“Biraz duman yutmuş. Şu an hastanede.”
“Sen peki?”
“Köprünün üstünde bir an frene dokundum. Arkamdaki andavallı üzerime çıktı.”
“Ayağın kırılmış diye duydum.”
“Sağ ayak bileğim. Sen… Nasıl oldu da seni verdiler bu işe? Lüks bürolarda çay içerek manzara seyrettiğini duymuştum.”

Arno ciğeri beş para etmez biriydi, ama dobracılığını severdim.

“Bilmem. O civarda tek ben elverişli durumdaydım galiba.”

Sessizlik oldu. Bir kadın olarak Arno’nun sulanmalarına her defasında elverişsizlikle karşılık vermiştım. Yalnız kaldığımız bir vardiyada ‘bana karşı neden böyle elverişsiz duruyorsun’ demiş olmasıydı şimdi bu cümleyi iğneli kılan.

*

“Vay canına!”

Mutfaktan gelen yemek hazır alarmı buluşumun hayret nidası gibiydi. Düdüklü tencere beynimi okur gibi tıslamıştı. Çeşitli kılıklarla arızalı aynalarda boy gösteren şahsı tanımıştım. Yemeğe boşvererek ıvır zıvırları koyduğum çıfıt çarşısına dönmüş yüklüğüme koştum. Yanılmamıştım. Aradığım şey babamdan kalan tozlu dergilerin arasında benim onu bulmamı bekliyordu.

Geçen yıl arabası kırmızı ışıkta dururken kalp krizi geçirerek ölen babam bir çizgi roman delisiydi. Fasiküller halindeki sayıları toplar özenle ciltlerdi. Her kız gibi baba delisi olduğumdan babamın bu tutkusunun sarmalında büyümüştüm. Bu nedenden nereye başvuracağımı biliyordum.

Yetmişli yılların mecmualarıydı. Batu Kaynak adlı çizgi roman kahramanının maceralarını okuduğumuz zamanları anımsadım. Gece yatmadan önce dişlerimi fırçalamak gibi bir ritüeldi bu. Daha önce fark etmediğim sayılar arasında gezinirken birden bir ayna illüstrasyonu karşıma çıktı. Aynaların İsyanı. Batu Kaynak aynalarla denetimi elinde bulunduran güçlere karşı aynaların kontrol sistemini bozan bir halk kahramanıydı. Sevgilisi Hale Bildik ise sistemdeki problemi bulmak için görevlendirilen genç bir teknisyeni canlandırıyordu. Hayretim vites büyütmüştü yeniden. 40 yıl öncesinden bugünün tarihini çizmek… Fakat bilgisayardaki adam basbayağı bu çizgi romanın kahramanıydı. Hikayedeki kadın teknisyen benzerliği de cabası. Kendimi de öykünün içinde bulmanın şaşkınlığıyla gerilim dozajı yüksek bir kahkaha patlattım. Bazı sayılar eksikti. 1978 haziranı ile 1979 martı arasındakiler.

Tam Hale Bildik’le işbirliği yapmaya başladıklarında kalmışlardı. 1979 martından itibaren Kaynak’ın başka bir macerası başlıyordu.

*

Yemeğin altı biraz tutmuş olsa da, hâlâ yenilebilir durumdaydı. Açlığımı hızla giderdim. Sigara içme isteğim iki yıldan beri bırakmış olduğumu unutturmak istercesine bir güçle üzerime abanmıştı. Hiç hayra alamet olmayan buluşlarımı birer birer kağıdın üzerine sıraladım.

1. Arno ve Katre gibi üst düzey teknisyenler bir şekilde engellenmişlerdi.
2. Bugünkü dört aynayla sayıları 27’ye çıkan arızalı aynaların 15’inde tam 40 yıl önce çizilmiş bir çizgi romanının kahramanı Batu Kaynak vardı.
3. Çizgi romanın yaratıcısının adı Timur Barhan’dı ve bu adam hem babamın şahsi arkadaşı, hem de bir ay kadar önce intihar eden Mehmet Barhan’ın dedesiydi.
4. Mehmet Barhan Şirket’in yönetim kurulu başkan yardımcısıydı.
5. Arno ve Katre engellenerek yerlerine 40 yıl öncesinin kahramanını deşifre etmek için ben getirilmiştim.
6. (Bu bir buluş değil) Bütün bunları yapan kimdi?

Bulaşık yıkamayı sevmem, ama düşünmeme yardımcı oluyor. İki günün birikmiş bütün tabak ve bardaklarını gıcır gıcır yaparken ihtimaller arasında doludizgin gidiyordum. Mehmet Barhan’ın intiharının sebebi pek açık değildi. Bu yüzden kulaktan kulağa aktarılan çeşitli şaiyalar bana da ulaşmıştı. Ailevi problemleri demişti Tarasscom’a bağlı gazeteler. Karısı başta kabul etmemişti ama şirketin düzenlediği taziye programında sorulan sorulara yanıt vermeyerek bir çeşit sessiz onama gerçekleştirmişti.

Tarasscom her büyük şirket gibi dedikodulara yumak olmaktaydı. Bütün dünyayı saran ekonomik kriz dalgalarına dayanamayarak içten içe parçalanmakta olduğu söylenip duruyordu. Buna erkek arkadaşımla ayrılığımızdan sonra gittikçe daha çok temenni olarak bakan yanım şimdi ilk kez yepyeni bir gerçekliğin kokusunu almaktaydı. Kimse ayna arızalarına kırk yıl öncesinin öykü kahramanını yerleştiremezdi. Arno ve Katre ise bu çizgi romanda yatan öyküyü bilemezlerdi. Bu tür yayınlar uzun zamandır kütüphanelere sokulmamaktaydılar. Babamın böyle bir koleksiyona sahip olduğunu en yakın iki arkadaşı hariç kimse bilmemekteydi. Dergiler ülkenin üç bölgeye ayrılmasıyla genişleyen koskoca metropolde sadece bir elin sayısı kadar koleksiyoncunun evinde tozlanmaktaydılar. Bilseler bile yakayı ele vermeden ana programa bu görüntüleri yükleme işinin hakkından gelemezlerdi. Daha üstten ve sanırım içten bir müdahale şart gibi görünüyordu.

Timur Barhan’ın torununu düşünmeye başladım. Dalgın bakışlı, az konuşan, vicdan kabını kalaylatmış benzerlerinden farklı biriydi Mehmet Barhan. Acaba o bir eylemde bulunmuş olabilir miydi? İntiharı ise belki arkadaşlarını ele vermemek için gerçekleştirmişti. Ana programa böyle bir ima yüklü virüsü ancak en üst düzeyde bir yetkili yerleştirebilirdi. Hacker işi falan olamazdı. Şirketin koruma duvarı müthişti. Önümden iki teknisyeni çekerek bana bu buluşu yaptıranlar Tarasscom’a karşı eylem birliği için örgütlenen bir topluluk olmalı. Bana biçilen görevi kestirememem çok kafa karıştırıcıydı.

O kayıp sayılar… Bundan sonra olacak olanların önündeki perdeyi bir miktar aralayabililerdi belki. Bu eski dergilere sahip başka hiç kimseyi tanımamaktayım da. Koleksiyoncular ülkenin bu yakasında olsalar dahi kendilerini gizliyorlardı haklı olarak. Bir çeşit Fahreneit 451 durumu yaşamaktaydık. Belli yayınlar özenle halkın ulaşım alanından çıkarılmaktaydı. Bugüne kadar Sezgin hariç tek bir kimseye babamdan kalan bu dergileri göstermemiştim. Batu Kaynak’ın serüvenlerinin bulunduğu sayılar en güzel olanlardı. Şok pastası katkattı ve bir yanım kaymağını bu akşam tatmaktan memnundu. Hemen kendi evimin holündeki aynayı kontrol ettim.

Üç adet Batu Kaynak vardı. Batıl itikat! mı demeli, sık sık aynamın dökümünü elden geçirmeyi severim. Bu işi en son dört beş gün önce yapmıştım. O sırada yoktu.

Yoksa farkederdim. Demekki yeni bir işlemdi. İçimden bir ses ben o dört aynayla meşgulken diyor basbar. Beni boşuna seçmemişlerdi. Yeniliğin ayak sesleri bu. Bir değişim geliyor. Bana da bir rol biçildi. Korkuyorum.

Hapisler, işkenceler ve iptal edilme tehlikesi buram buram tütüyor. Yine de Sezgin’i etkinsizleştiren şirketten ölesiye nefret ediyorum. Ve parçalanmasında bana biçilen rol nedeniyle gururluyum. Kinim, merakım en çok da gururum belki sonumu getirecek. Öyle bile olsa kırk yıl öncesinin çizgi kahramanları aynaları isyana kışkırtmaya devam edecek. Değişim zembereği daima kurulu olan evren tanığım olsun ki, rolümü sonuna kadar eksiksiz oynayacağım.

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



Konular
avatar

Ezgi GÜRÇAY

Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde master yaptı. Eğitimci, çevirmen, aktüel Platform dergisi röportaj yazarı. Fantastik-bilimkurgu, korku, gerilim ve gizem janrlarında öyküler yazmaktadır. Edebiyatın şiir alanıyla da ilgilenmektedir.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da