E. Dulac
Ormanın Ötesi Rol Yapma Oyunları

Pirinç Şehrin Cinleri

Not: Bu yazı serisi Mage: The Ascension isimli rol yapma oyununda geçen varlıklardan cinler ve onların Pirinç Şehri hakkındadır.  Oyunun olay örgüsüne aşina olanlara önerilir. Bazı terimler için yakın anlamlarını içeren Türkçe kelimeler kullanılmış, bazı kelimeler orijinal haliyle bırakılmıştır.

L. O. Pasternak

“Kendi türümden farklıydım. Onlar gibi çöl kumlarından, mağara oyuklarından değil de Kafkasların ötesinden geldiğim için dışlıyorlardı beni. Süslü yüzüklerle dolu parmaklarıyla zar zor düğüm atarken sonsuzluğun dokuma tezgâhında ben kendi gerçekliğimi örüyordum. O meczuplar, masalların içinde yaşarken ben efsaneleri yaratıyordum. Hatırlıyor musun? Uzun zaman önce Simurg bana geldiğinde bir halı dokuduğunu anlatmıştım. Kök boya ile hayat verip adına da Mesel koydum demiştim. Onunla gitmediğim ülke, görmediğim diyar kalmadı. Lakin kendi içimde yolumu kaybetmiş haldeydim. Yuvam Kafkaslara döndüğümdeyse aslında hala kayıptım ve her şeye yabancıydım. İşte seninle tanıştığım o an her şey anlam kazandı benliğimde.

Derbent’in Demir Kapısına dayanan ejderi yenmeyi başarmıştık. Kan revan içinde, yanıklarımın ızdırabından zor duruyordum ayakta. Üstelik Simurg da kaybolmuştu. Ancak seni gördüğümde ne acı, ne sızı ne de keder kaldı içimde. Gecenin gündüze, karakışın yaz sıcağına döndüğü o vakit baktım binlerce anlam yüklü kahverengi gözlerine. Halımın üzerinde zarafetle oturmuştun ve Hazar’dan Baykal kıyılarına uçtuk o gece. Yıldızları izledik birlikte. Atar bana geri dönmüştü. Simurg’u Şaman Kayasının üzerinde bizi beklerken buluvermiştik. Dondurucu soğukta kanatlarının arasında uyumuştuk seninle. İnsanlar efsanelerdeki ana temayı unuttu ya da unutturdu. Bu yüzden Mesel ve Simurg’u saklıyorum. Birlikte özgürce uçup, dağları, ormanları, okyanusları ve çölleri aşmak rüyalara ulaşmak kadar zorlaştı. Mücadelem hiçbir şey ifade etmiyor artık. Eskiden tüm dünya mucizeleri örmem için benim dokuma tezgâhımken şimdiyse her şeyim küçücük bir odadan ibaret.

Konstantiniye yolculuğumuzda akla hayale sığmayan eşyalar üreten bir ustayla karşılaşmıştık. Anımsadın değil mi? Verditius evinin kadim zanaatkârı, bize hem icat ettiği mucizelerini gösteriyordu hem de devamlı haksızlığa uğradığından dem vuruyordu. Benim için ona bir çift pusula yaptırmıştın. Biri âlemlerde seyahat ederken yönümü bulmamı sağlıyordu. Diğeri de her nerede olursam olayım yine sana dönebilmem için bana yol gösteriyordu. Fakat onu hiç kullanamadım. Sen gittin kahverengi gözlüm ve ben yeniden yollara düştüm. Bulutların ötesine uzanıp gök mavisinin yerini engin uzayın karanlığına bıraktığı yerde, yol vermeyen dağ geçitlerinde, ıssız çöllerde sana seslendim ama sadece sessizlikle karşılaştım. Yıllardan sonra seni tekrar gördüğüme çok sevindim ilham perim. Zaman yürümüş, sen de hayatına devam etmişsin. Aynı dinamizme sahip olman beni mutlu ediyor. Bana verdiğin ateş hala içimde ama şimdi fark ettim ateşim de benim gibi yalnız kalmış. Terkedilmiş Petra’nın yıkıntıları gibiyim. Sokaklarında seninle geçen olağanüstü zamanların hayaletleri dolaşıyor.

E. Dulac

Dolunay zamanı Pirinç Şehre gidiyorum. Dijital hırslara kapılmışların gökdelenlerinin aksine, düzenbaz cinlerin kuleleri hala canlı ve eski günlerin ihtişamını taşıyormuş. Arayışıma Pirinç Şehirde devam edeceğim aklıma bile gelmezdi ama bu dünyada daha fazla sıkışamam. Aklımı yitirdiğimi düşünüyorsun değil mi? Bir dokumacının amansız düşmanının evine misafir olacağı düşüncesi seni endişelendirebilir. Halife El-Dimiryat, kentin kurallarına harfiyen uymam şartıyla ve kapakları safir kakmalı masal elyazmalarım karşılığında, Kral Süleyman’a olan minnet borcu üzerine söz verince anlaştık. Belki de bir Halifenin hamiliğinde Pirinç Şehre adım atacak ilk örücü ben olacağım. Halife, kimliğimi ve tabiatımı gizleyecek. Yoldaşlarım Mesel ve Simurg da yanımda ve pek endişeli değilim.

Sana veda edecek gücü bulamadım kendimde. Çünkü güle güle derken bile artık gözlerindeki o parıltıyı göremeyeceğim için kalbim daha büyük yara alacaktı. Yine de belki bir gün adımı söylemek istersen, pusulalardan birini Heybeliada’da, Arx-Khalkos’a emanet ettim. Hoşça kal.

 

ASTRAL UMBRA’DA KISA GEZİNTİLER

Astral Umbra, içinde bulunduğumuz materyal dünyanın ötesinde yer alan, merak, hayal gücü ve ideaların sihirle karıştığı kavramsal varlıkların evidir. Geçmişte Batı Roma İmparatorluğunun çöküşü, İskenderiye’nin harap edilmesi, Latin istilası, Kurtuba’nın düşüşü, Moğolların Bağdat’ı yağmalaması gibi tarihteki yıkıcı nitelikli anti entelektüel olaylar, karanlık orta çağda Astral Umbra’nın nüfusunu azaltmış,  Rönesans’a kadar neredeyse ıssız bir hale getirmiştir. İlerleyen yüzyıllardaysa yeniden canlanan Astral Umbra, bu sefer Avatar Fırtınasıyla büyük bir yıkım yaşamıştır. Fakat bazı istisnalar vardır ki tarih boyunca olup bitenlerden pek etkilenmeden varlıklarını sürdürebilmiştir. İşte bu istisnalardan biri, sakinleri cinler olan meşhur Pirinç Kenttir.

U. L. Jones

BİNBİR GECE MASALLARINDA UNUTULMUŞ KENTİN KISA ÖYKÜSÜ

Türkçe’ye birkaç kez çevrilmiş Bin Bir Gece Masallarındaki Pirinç Şehrin hikâyesi farklı isimlerle geçer.

  • Ziyad Akkoyunlu’nun çevirisinde masalın adı; Hz. Süleyman’ın Güğümlerinin Masalı,
  • Raif Karadağlı’nın çevirisinde; Mevan Oğlu Abdülmelik Hz. Süleyman Mührü,
  • Selami Münir Yurdatap’ın çevirisinde; Hz. Süleyman’ın Demir Kaplara Hapsettiği İfritlerin Masalı ve
  • Alim Şerif Onaran tercümesinde; Tunç Kent adıyla yer alır. (1)

Mage The Ascension’da şehrin ismi The City of Brass olduğu için yazının ilerleyen bölümlerinde ismi Pirinç Şehir olarak belirtilecektir.

 

Dulac

Şehrazat’ın anlattığına göre bu kent, Mağribin bilinmeyen bir yerinde, belki de Büyük Sahra’nın batısında bulunan, zamanda donmuş ve unutulmuş görkemli bir yerdir. Şam Halifesi Mervan oğlu Abdülmelik bir gün krallığının en büyük adamlarıyla sohbet ederken Kral Süleyman’ın cinlere, kuşlara, yabani hayvanlara ve diğer yaratıklara nasıl hükmettiğinin bahsi açılır. Büyük kralın cinleri, marudları ve iblisleri pirinçten şişelere hapsettiği ve ardından şişeleri okyanusa attığı anlatılır. Sohbette bulunanlardan Talip Bin Sahl, bir deniz yolculuğunda balıkçıların pirinçten yapılmış, ağzı kurşunla kapatılmış ve Hz. Süleyman’ın mührünü taşıyan şişeler bulduklarını söyler:

“Balıkçı şişeyi getirdi ve mührü kırması üzerine semanın bulutlarıyla karışmış mavi bir duman çıkıverdi ve korkunç bir ses ‘Nedamet! Nedamet! Ey Tanrı’nın Peygamberi” diye haykırıyordu. Ardından duman korkunç görünüşe sahip, tepesi dağa değecek kadar heybetli bir kimseye dönüşüp gözlerinin önünde kayboluverdi.” (2)

Halife Abdülmelik’in emriyle Mısır valisi olan kardeşi Abdülaziz, hükümdarlığının batıdaki başka bir eyaletinin valisi olan Musa, Talip Bin Sahl ve onlara kılavuzluk edecek yaşlı bilge şeyh Abdüssamed bir keşif grubu kurup cinlerin hapsolduğu pirinçten şişeleri bulmak için yolculuğa çıkarlar. Aylar süren seyahatten sonra bir saraya varırlar. Geniş mermerden basamaklarını çıkıp duvarları ve tavanı altın, gümüş ve değerli taşlarla süslü ıssız sarayın içinde altın çivilerle tutturulmuş, sandal ağacından sekiz kapısı bulunan, tavanı yıldızları sembolize eden mücevherlerle bezeli ve çevresi de dört yüz mezarla çevrili bir salona girerler. Salonun ortasındaki kaymaktaşından yapılmış bir masanın üzerinde şunlar yazılıdır;

“Bu masada tek gözlü bin kral yemek yedi, iki gözü de sağlam olan bin kral da yedi. Hepsi bu dünyayı terk edip mezarlara yerleştiler” (2)

Saraydan çıkan yolcular, üç gün sonra üzerinde pirinçten yapılmış bir süvari heykeliyle karşılaşır. Heykelin bir elinde tuttuğu geniş, parlak bir mızrak üzerinde “Ey bana gelen. Pirinç Şehre giden yolu bilmiyorsan süvarinin elini ov, o dönecek ve sana yolu gösterecektir” yazmaktadır. Yolcular talimata uyar ve süvari heykelinin gösterdiği yönde ilerler. Karşılarına, siyah bir sütuna zincirlenmiş, gövdesinin yarısı yere gömülmüş, muazzam kanatları, iki adet insan gibi ele, iki adet aslanpençesi gibi ele sahip dört kollu, başında atkuyruğu biçiminde saçı olan, üç gözünden ikisi kor gibi parlayan, diğer gözüyse vaşak gibi keskin bakışa sahip bir yaratıkla karşılaşırlar. Yaratık, El-Amaş oğlu Dahiş isimli bir ifrittir. Hz. Süleyman’a karşı savaşmış ve onun vezirlerinden, cinlerin kralı El-Dimiryat tarafından yenilgiye uğratılmıştır.

Dulac

“Bana gelince, El-Dimiryat’tan kaçtım ama yakalayana kadar beni üç ay boyunca takip etti. Bitap düşüp ayaklarına kapandım, merhamet diledim. Bana acıdı ve beni Süleyman’ın huzuruna çıkardı. Fakat Süleyman acımadı, bu sütunu yükseltti ve El-Dimiryat beni buraya zincirledi.” (2)

Dahiş, şişelere hapsolmuş ifritlerin Karkar denizinde bulunduğunu, yakınlarında da Pirinç Şehrin olduğunu söyler ve ardından gidecekleri yönü gösterir. Yolculuklarının sonunda nihayet iki yanında göğe uzanan bir çift pirinçten kulenin olduğu siyah taşlardan örülü şehrin muazzam duvarlarına ulaşırlar. Fakat efsanelerde geçen yirmi beş kapısının hiçbirini bulamazlar. Merdiven inşa ederek çıkmaya çalışırlar ama tırmanan her kişi aklını kaçırıp aşağıya düşmektedir. Bilge şeyh Abdüssamed dualar okuyunca bu engeli aşıp şehrin surlarına çıkmayı başarırlar. Sur boyunca tunç kulelere doğru yürürler ve karşılarına üzerinde daha önce karşılaştıkları süvarinin tasvirinin işlendiği iki altın kapı çıkar. Atlının ortasındaki mekanizmayı on iki kez çevirdikten sonra kapılar açılır ve seyyahların geri kalanı bu sayede içeri girmeyi başarır.

Şehirde ipeğin, değerli taşların, kıymetli madenlerin, silahların ve her türlü para biriminin takasının yapıldığı pazarları görürler. En meşhur dört pazar olan ipek pazarı, mücevher pazarı, sarraf pazarı ve parfüm pazarından geçerler. İhtişamlı saraylar ve malikânelerle karşılaşırlar. Fakat kentin sakinleri ve pazarlarındaki tüm tacirler uzun zaman önce son nefeslerini vermiş, ihtişamlı yapılarında, üzerlerindeki kıymetli ipek kıyafetlerle kuruyup kalmıştır. Sonra seyyahlar altınla kaplı miğferler ve kalkanlarla kaplanmış garip görünümlü bir saraya varırlar. Fildişi ve abanoz kakmalı kapıdan geçip mermer döşeli, yabani hayvan ve kuş tasvirleri işlenmiş bir geçide gelirler. Geçit, incilerle bezeli mermerden bir odaya açılır. İçeri giren kişi sanki bir akarsuyun üzerinde yürüyormuş hissine kapılır.

Odanın merkezinde zümrütten kuş figürleri nakşedilmiş yatağında, sanki canlıymış gibi duran Pirinç Şehrin son hükümdarı Prenses Tedmür’ün mumyalanmış bedenini görürler. Yatağının ayakucundaki bir tablette şehrin hazin sonu anlatılmaktadır. Yedi yıl göklerden hiç yağmur yağmayınca şehirde ot bile bitmemiş. Eldeki yiyecekler tükendikten sonra da Prenses Tedmür, efsanevi servetini yiyecekle değiş tokuş etmek için her yere haberciler yollamış ama elçiler hiçbir şey bulamamış ve prensesin hazinesiyle birlikte kente geri dönmüşler. Bunun üzerine Tedmür şehrin kapılarını kilitlemiş, tüm servetini halkına vermiş ve kendisini Yaradan’ın iradesine teslim edip halkıyla birlikte açlıktan ölerek, inşa ettikleri ve kıymet verdikleri her şeyi ebedi bir anıt olarak geride bırakmaya karar vermiştir. Hikâye böyle devam eder.

MAGE THE ASCENSION’DA UNUTULMUŞ KENTİN KISA ÖYKÜSÜ

Astral Umbra’nın sayısız âleminde, tereciye tere, Nordik halklara buz, bedevilere çöl kumu satabilecek kadar kurnaz ve tehlikeli olan cinlerin göz alıcı hisarları ve şehirleri süzülmektedir. Bir rivayete göre boyutlar arasında seyahat eden hiçbir varlık, bir Ufuk Âlemine (Horizon Realm) varmadan önce onların ışıltılı kulelerinden daha ihtişamlı yapılar göremezmiş. Hisarlar, yaklaşık altı ile on bin yıl yaşındaki Halife ünvanlı cinler tarafından idare edilir. Halifeler, yaşları dokuz ile on beş bin arasındaki Emirlere bağlıdır. Her emirin, altındaki sekiz halifenin yönettiği bölgelerin üzerinde hâkimiyeti vardır. Hisarlar arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde halifeler emirlere başvurur. Emirler de sultanlıklara bağlıdır. Sultan ailesi mensupları, yaratılışla hemen hemen aynı yaşta ve inanılmaz güçlere sahip varlıklardır. Binbir Gece Masallarının aksine W.O.D. evrenindeki Pirinç Şehir, tüm görkemi ve canlılığı ile cinlerin şehri olarak Astral Umbra’da varlığını sürdürmektedir. Ucu görünmeyen kulelerle dolu kentte, örümcek ağı misali birbirine bağlanan sekiz ana bulvar, merkezindeki görkemli sarayda bir araya gelir. Oyunda şehrin hikâyesi farklı anlatılmaktadır.

Esaret Savaşından çok önce (bizim dünyamızda On Bin Cin Vebasına cinlerin verdiği isimdir) insanların üç kibirli sihirbazı, şöhretlerini ölümsüz kılacak bir şehir inşa etmeye karar verir. Ruhlar dünyasında fikirlerinin ve yaratıcılıklarının zirvesini yansıtacak, gelmiş geçmiş en yüksek kulelere, geçilmesi imkânsız surlara sahip olacak bu şehrin inşası için cinleri kullanırlar. Kral Süleyman’ın Yasalarından önceki zamanlarda cinlerin ikiyüzlü doğasını bilmeyen bu sihirbazlar, onlarla basit bir anlaşma yapar. Anlaşmaya göre cinler, tamamladıktan sonra şehre yerleşmek ister ve sihirbazlar da kabul eder. Ancak idareyi ele alan cinler, sihirbazların tasarladığı şekilde inşa etmemiştir şehri. Görünürde kuvvetli bir Nod(sihir kaynağı) üzerine yükselttikleri kent, hayatta kalmanın mümkün olmadığı bir çölün ortasına kurulmuştur. Tüm yapıları pirinç metalinin farklı tonlarından imal edildiği için güneşin yakıcı gücü kentin her yerinde kat kat artmıştır. Nefes almakta bile zorluk çeken sihirbazlar, cinleri anlaşmaya uymamakla suçlar ama artık çok yaşlı oldukları için onlarla mücadele edecek güçleri de kalmamıştır. Son sihirbaz da göçüp gittiğinde, cinler şehri alır ve sahiplenirler. Esaret Savaşından sonra bu kent, cinlerin gözünde insanoğluna karşı kazanılan zaferin sembolü olarak kabul edilir.

Kent inanılmaz boyutlarda astral bir pazar yeridir. Dünyamızdan gelen seyyahların (daha çok çöllerde yolunu kaybedenlerin), Astral Umbra ve ötesine ait ruhların, şeytanların, meleklerin ve elemental her türlü varlığın bir araya geldiği devasa bir ticaret alanıdır. Cinlerin devamlı bir şeyler alıp satma konusundaki merakları tacir kurnazlığının çok ötesine geçtiği için şehre uğrayan sakinlerin alışveriş yapmaktan ziyade özgürlüklerini kaybetme riskinin olduğu tehlikeli bir yerdir burası. Kral Süleyman’ın Kanunları geçersizdir. Az sayıda sihirbazın uğradığı kent, amplifikatör vazifesi gören pirinçten imal edilmiş görkemli yapılarıyla ölümlüler için katlanılması imkânsız bir sıcaklıktadır. Kuzey ya da Güney kutup tabiatında sahip varlıklar da bu şehirden uzak durur.

Pirinç Şehir, en yaşlı ve güçlü cin halifelerinden Halife El-Dimiryat tarafından idare edilir. Belki de geçmişte Kral Süleyman’la olan iletişimi nedeniyle Şehrin misafirlerinin güvenliğine yönelik katı yasalar koymuştur ve tüm cinler buna uymakla yükümlüdür.

Şehre gelen tüm siviller iyi niyetle karşılanmalı ve iyi ağırlanmalıdır.

Hiçbir misafir, ev sahibine zarar veremez ya da onu öldürmeye yeltenemez.

Hiçbir ev sahibi, misafirine zarar veremez ya da onu öldürmeye yeltenemez.

Misafirler, şehre girerken ev sahiplerine bir hediye getirmelidir.

Eğer ev sahibinin ilgisini çekeceğine ve onu mutlu edeceğine inanıyorsa, bir konuk kendi hikâyesini ev sahibine hediye olarak sunabilir.

Halifenin sözü mutlak hükümdür.

TEKNOKRASİ’NİN GÖZLERİ

L. O. Jones

Görünmez Dünyada, kentin yakınlarında bir Void Engineer karakolu düzenli olarak şehirdeki hareketliliği izlemektedir. Özellikle paralel evrimin bir sonucu olduğunu düşündükleri ve ekstra boyutsal anomali olarak sınıflandırdıkları bu alan içinde, kendilerine sihirbaz diyen gerçeklik saptıranların materyal dünyaya getirdiği şeyleri yakından takip etmektedir.

El-Dimiryat, VE faaliyetlerinden nefret etmekte, Astral Umbra’da kendilerine yakın bu karakolu düzenli olarak izlettirmektedir. Her ne kadar VE teknolojisi Pirinç Şehirde çalışamıyor olsa da mevcut mühimmat ve silah envanterlerini yakından takip etmektedir. Halife, sabrı taştığı vakit kendisine dikilen gözleri oymak için her zaman hazırlıklıdır.

İNANÇ VE MİTOLOJİDE CİNLER HAKKINDA KISA KISA

“Ant olsun biz insanı şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattık.”-Hicr Suresi 26. Ayet

“Cin türüne gelince daha önce onu da kavurucu alevden yaratmıştık.”-Hicr Suresi 27. Ayet

Terim olarak cin, ateşten yaratılmış, duyularla fark edilemeyen, bilinç sahibi, ilâhî emirlere uymakla yükümlü, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık türünü ifade eder. Cin kelimesi gerek Kur’an’da gerekse diğer İslâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir bilinçli varlık türünün adı olarak geçmektedir. Doğarlar ve ölürler ama yaşamları insanoğlundan çok daha uzun sürer. Gövdeleri dumansız ateştendir. İnsanlarda olmayan doğaüstü güçlere sahiptirler. Elemental ve tabiat cinlerini de dâhil edersek birçok çeşidi vardır. İnsanlığı, kendilerinden daha alt bir varlık gibi görürler.

Cinler, nasıl yapılacağını iyi bilen kişiler tarafından denetim altına alınabilirler. Ancak kimse onları, tümüyle boyun eğdikleri Kral Süleyman kadar kontrol altına alamamıştır. Kendi âlemlerinde bir kast sistemi vardır. En alt sevide cânn bulunur. Onun üstünde cin, ardından şeytan, ifrit ve en üst tabakada marud gelir.

MAGE THE ASCENSION’DA CİNLER

Karanlıklar Dünyası (W.O.D.) evreninde cinler, ruhlar (spirit) ile efsanevi geçmiş varlıklar (bygones) arasında bir yerdedir. Belki yarı maddesel yapıları, belki de yaradılışlarının özü gereği statik gerçekliğin olumsuz etkilerine ve paradoksa karşı bağışık oldukları söylenebilir. Kendi içlerinde ideolojik ve elemental eğilimlerine göre çeşitlilik gösteren bu varlıklar, Umbra’da yaşadıkları yerleri Görünmez Dünya olarak adlandırırlar. Görünmez Dünyanın sakinleri, materyal dünyamıza da insanlığın doğuşundan bu yana seyahat etmektedir ama On Bin Cin Vebasından sonra genellikle dünyamıza gelmeyi pek tercih etmezler. Dumansız ateşten yaratıldıkları için kendilerini yaratılışın zirvesinde, sadece insanlardan değil tüm materyal ve spiritüel varlıklardan üstün görürler.

Cinler, bir gün dünya üzerinde yürümeye başlayan yeni bir canlıyla tanışır. Ruhsal dünya ile maddesel dünya arasında kalmış, çamurdan yaratılmış insan neslidir karşılarına çıkan. İnsanları daha kıymetsiz, daha yeteneksiz, deforme kuzenleri gibi kabul ederler ve onları yol göstermek adı altında istismar etmeye çalışırlar. Fakat tahmin edemedikleri bir şey vardır. İnsanlar öğrenebilmektedir ve öğrendiklerini tatbik edip kendilerini geliştirebilmektedir. Böylece aralarında sihrin gücüne sahip olanların cin âleminin küstah fertlerini şaşırtması gecikmez.

Bilge Kral Süleyman, en yetenekli sihir kullanıcılarını çevresine toplayıp İnancın Topraklarında (Land of Faith) olağanüstü bir tapınak inşa eder. Kralın Tapınağı, güçlere dair bir okul vazifesi görür. Kral’ın hızla artan bilgisini ve eğitimini fark ettiklerinde cin âlemi panikleyecektir. M.Ö.945’de Görünmeyen Dünya’nın büyük hanları ve paşaları bir savaş meclisi kurar. Amaçları; cinlerin hâkimiyet alanındaki tüm insanları defetmektir. Cinler ticaret rotaları üzerinde ve şehirlerde terör estirmeye başlar. İnsanlar karşılaştıkları böylesi bir illete karşı koyamaz ve darmadağın olurlar. On Bin Cin Vebası başlamıştır.

Kral Süleyman’ın şehrindeyse bilge kralın yetiştirdiği vezirler, şehir duvarlarını korumak için görünmez bariyerleri yükseltince cinler surları aşamaz ve çılgına dönerler. Efsanevi halifeleri El-Dimiryat’ı yardıma çağırdılar. Onun gücüne karşı duvarlar dayanamaz ama halife şehrin içinde Kral Süleyman’ın onu karşılayacağını tahmin edememiştir. Cinlerin Lordu ne olduğunu anlayamadan Bilge Kral onu pirinçten yapılmış, yassı bir şişeye hapseder. Kral hemen şişenin ağzına eriyik kurşun döker ve kendi mührüyle damgalar. Ardından El-Dimiryat’ın maiyetindeki paşaları, emirleri ve önde gelen lordları da aynı kaderi paylaşır. İnsanlar ve cinler arasındaki amansız mücadelenin yönü artık değişmiştir. Cinlere göre bu savaşın adı; kendi kurtuluşları için verdikleri Esaret Savaşına dönüşür. Kral Süleyman ele geçirilecek her cin için ödül koyar ve yakalanan cinleri teker teker inceler, hepsini sorgular. Onların tabiatını ve zayıflıklarını öğrenir.

Spiritüel varlıklar, gerçekleştirdikleri eylemlerin hangi güdüyle dayanarak yaptıkları konusuna net bir yanıt veremiyordu. Çünkü kendi doğalarının belirli yasaları onları eylemlerine yönlendiriyordu. Böylece Kral, bu âlemin yaratıklarının belirli yasalar dâhilinde çalıştığını keşfetti. Çabalarının sonucunda dünyamız üzerinde cinlere hükmetmeyi sağlayan Kral Süleyman’ın Yasaları’nı oluşturdu. İlk denediği El-Dimiryat, Süleyman’a biat edip onun generali oldu.

“Kral bir yanında veziri El-Dimiryat’a, cinlerin kralına, maiyetindeki altı yüz milyon marud, cin ve şeytanı toplamasını emretti, diğer yanındaki veziri Barkiya oğlu Asaf’a bir milyonu aşan sayıdaki insanoğlunun en güçlü askerlerini toplamasını emretti. Teçhizatını ve silahlarını hazırladı, uçan halılarda cinlerin ve insanların orduları duruyor, başının üzerinde kuşlar uçuyor, altındaki vahşi hayvanlarsa düşmanın kıyısına doğru ilerleyip hasmının adasını kuşatıyordu.” (2)

Dünyadaki cin orduları un ufak oluvermiştir. İntikam peşinde olan cinlerin bazıları M.S.100’lerde gruplar halinde Arabistan yarımadasından yayılmaya başlayan şeytan krallarla işbirliği yapmaya ve Malfeas labirentlerinde insanlara karşı duydukları nefretle ifritlere dönüşmeye başlar. İlk şeytan kral İshak El İblis’in önderliğinde insanoğlunun et, kan, kemik ve çığlıklarından şehirler inşa ederler. Fakat büyük sihir ittifakı ve savaştan çekilmiş çok az cinin desteğiyle Şeytan Krallar devrinin sonunu gelir. Esaret Savaşının ardından az sayıdaki cin dünya üzerinde serbestçe dolaşmaktadır. Savaşı hatırlayanlar, Görünmeyen Dünyadaki şehirlerde kalmayı tercih eder. Fakat insanların tutkularını deneyimlemek isteyen genç nesil ve sürgün edilen cinler hala aramızdadır.

Sayısız güce sahip bu varlıklar Umbrood oldukları için envaitürlüdür. İnsanların entelektüel ya da ahlaki değerleri onlar için bir anlam ifade etmez. Bu nedenle seçtikleri kurbanlarını toplum içerisinde küçük düşmelerine sebep olacak, tabuları yıktıracak eylemlere yönlendirerek onlardan intikam almaya bayılırlar. En çok dikkat çeken türleri;

  • Şeytan:Görünmeyen Dünya ve cin şehirlerini dış tehditlere karşı koruyanlardır. Çoğunluğu Esaret Savaşı zamanı fanatikleridir. İnsanları küçük gördüklerinden onlarla iletişim kurmaktan hoşlanmazlar. Gurularına yenik düşmüş fanatikler gibi davranmak yerine özellikle küstah sihirbazlarla eşit şartlarda kapışmayı tercih ederler.
  • İfrit:Malfeasın koridorlarında, Nephandi lordlarının etkisiyle ruhları canavarlaşmış cinlerdir. Hala karanlık lordlara hizmet etmekte, fomorilere eşlik etmektedir. Pentex bünyesindeki şirketlerde birkaçının göründüğüne dair söylentiler vardır. Amaçları insan medeniyetini yoldan çıkarmaktır.
  • Aamar:Daha çok göçmen ya da temsilci sıfatıyla insanların arasında yaşayan cinlerdir. Hapsedilme korkusundan Ortadoğu’dan uzaktaki ülkelerde gezmeyi ve yaşamayı tercih ederler.
  • Rajim:Cinlerin yasalarını çiğnedikleri için Görünmeyen Dünyadan ve kendi toplumlarından sürülmüş cinlerdir. Sık sık aamar ile karıştırılırlar ama en büyük farkları sosyopat eğilimleridir.

Sihir kullanıcıları içinde cinlerle en çok Spirit küresini kullananlar karşılaşır. Taftâni’den nefret ederler. Çünkü geçmişten gelen garazlarının yanında Taftâni’nin içine cin hapsedilmiş şişe ve yüzük koleksiyonu yapma huyundan çok çekinirler. Ahl-i Batin’e karşı centilmen olduklarından ve onlara pek karışmadıklarından dolayı mesafeli durmayı tercih ederler. Hermes Düzenine ahmak gözüyle bakarlar. Dreamspeaker şamanları onlara komik ve zavallı gelir. Vampirleri çöplük, biçim değiştirenleri soylu amaçları olan düşüncesizler olarak görürler. Umbra’daki diğer doğa ve element ruhlarıysa onlara göre küçük çocuklardır. Oyunculara bulunulabilecek naçizane tavsiye; yanlarında ateşe karşı dayanıklı bir şişe, lamba, tunçtan veya pirinçten bir kap bulundurmalarıdır.

SÜLEYMAN’IN YÜZÜĞÜ

Bir rivayete göre Kral Süleyman, en sevdiği cariyesi Amine’ye cinleri denetim altına aldığı yüzüğünü emanet eder. Şeytan Sakhar, Kral Süleyman’ın görünümüne bürünüp yüzüğü ele geçirir. Süleyman’ı tahtından edip onun yerine geçer. Ancak Sakhar ne yüzüğü kullanmayı ne de hükümdar olabilmeyi becerebilir, Kırk gün sonra kaçar ve yüzüğü denize atar. Yüzüğü bir balık yutar ancak balık yakalanıp Süleyman’a sunulduğunda yeniden bulunur.

 

(1): Nazlı, Atiye. 2011. Binbir Gece Masallarının Anadolu Türk Masallarına Etkileri Üzerine Bir Araştırma, T.C. Selçuk Üniversitesi.
(2): Binbir Gece Masallarından çevrilen kısım için kaynak: The Story of the City of Brass Stories From Thousand and One Nights, The Harvard Classics, 1909-14, sayfa 566-578

Çizimler:
David Day
Edmund Dulac
Leif Jones
Leonid Osipovich Pasternak
Matthew Mitchell
Maxfield Parrish

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

İlker BOZDEMİR

Karadeniz'de doğdu, İç Anadolu'da büyüdü, Marmara'da yaşıyor. Mesleğinin ördüğü boğucu duvarlar arasında bulduğu çatlaklardan kaçıp ya tabiata sığınıp kamp yaparak ya da zarları yanındaysa GM'lik yaparak nefes almaya çalışıyor. Hayatın bir gerçeği ne yazık ki her şeyin sonunda kürkçü dükkanına geri dönüyor. Fakat bir sonraki kaçış için çatlaklar aramaya devam ediyor.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da