Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

PROMET – 3

Garwyn “Elçi ayrılmaya hazır,” dedi, ardından Halias’a döndü.

Hal’se Rufus’tan gelecek cevabı bekliyordu; sıska adamınsa kaşları çatılmıştı ve hareketsiz bir şekilde ekranına kilitlenmişti.

“Bir sorun mu var Rufus?” diye sordu Hal, huzursuzdu. Rufus, derin bir düşten uyanır gibi kaşlarını kaldırdı ve “Hayır, herhangi bir şey yok,” dedi

Hal, Garwyn’e “Başlayalım,” dedi.

Herkes Garwyn’in ekranına bakıp olanları görmeye çalışırken Rufus mırıldandı, “İyi şans dilemek ve bildiğiniz duaları okumak için bekliyorsanız bence şimdi başlayın.”

* * *

İticilerin çalıştığını ellerinde ve karnında hissettiği titreşimlerle anladı ve artık düşünmenin değil, gözünü dört açmasının vaktinin geldiğine karar verdi. Elçi hızlı bir araç değildi, şu anda tam güç uygulamasına rağmen Rufus cisimciğine ulaşmasına en az yirmi dakika vardı.

İki halatı peşinden sürüklüyordu sanki. Kabloları bir kez daha kontrol etti. Büyük kapıdan çıkarken, dikkatli olması yönündeki bütün telkinlere rağmen buradan Vural için çıkışını hatırladı. Bir an için etrafına bakmaya korktu. Vural’ı tekrar görmek istemiyordu ama aynı zamanda bunu istiyordu da.

Promet’ten ayrıldığı sırada Vural’ı gördüğü yere baktı, yavaşça çevirmişti başını.

Yoktu.

Sadece partiküller vardı ve çoğu da Promet’ten ayrılmıştı. Ama aralarına son katılanlardan Vural ortada görünmüyordu. Slate, onun bir yörüngeye otuduğunu duymuştu. Belki de Promet’in etrafındaki sessiz dansının şu anda başka bir evresindeydi.

“Vural’ı göremiyorum,” dedi. Promet’in devasa gövdesinin sınırlarında gezindi gözleri. Şaşırarak az önce nefesini tutmuş olduğunu farketti.

Başka bir yerdedir. İstersen senin için yerini bulmaya çalışabilirim.

Slate acı bir sesle “Gerek yok Garwyn,” dedi.

Garwyn buna cevap vermedi.

Slate, Vural’ı görememişti ama o gün yaşadığı bir duyguyu aynen hissediyordu. Promet’in kendisini de bir şimşekle vuracağından korkuyordu ve bir kez daha ilk adımı atmak bütün cesaretine malolacaktı.

Slate, ne oldu, nabzın yükseldi?

Hemen cevap veremedi, ”Sadece… sadece burada olmak beni gerdi biraz, o kadar.”

Çatlamış ve kararmış dudaklar, balmumu gibi erimiş olan burun, ve kömürleşip kırılmış deri… Hayır, bu insanı gerginlikten fazlasıyla karşı karşıya bırakıyordu.

Elçi, Promet’ten uzaklaşmaya devam ediyordu. Slate, ekşi bir suratla cisme bakıyordu. Bu şey gittikçe büyümüştü ve artık sivri uçlu dalgaları yumuşamıştı. Ona bakarken bile kötülük hissediyordu. “Bu şey kanser,” diye düşündü. Maewyn’in içindeki bir ur gibydi ve gittikçe büyüyordu. Boyutu F sınıfı göktaşları kadar bile yoktu; ama o büyüklüğe erişmek için bunun ihtiyaç duyduğu tek şey zamandi ve Slate o süreyi ona vermemek konusunda kararlıydı.

En azından deneyeceklerdi ve denemek kadar bir araştırma gemisinde mantıklı olan bir davranış yoktu.

Elçi, bir jetskinin itişli estetiğiyle ilerlemeye devam ediyordu. Arkasından uzanan kablolar bir bebeğin göbekbağına benziyordu ve bu bebeğin annesi Promet’ti.

Etrafındaki renk olaylarının eski çekiciliği yoktu, ama aradan sırada geçen bir şimşekle etrafı aydınlandığında geriliyordu ve bu da insan hayran olduğunda hissettiği ürpermeye benziyordu.

Ölüm korkusu… Bir kez daha bunu yaşıyordu ve bu neredeyse komikti. Hayatı tehlike doluydu, zaten bu yüzden insanlar ölüyordu. Bir gün zar onun tarafını tutmayacaktı ve o gün Düş Kabuğu Sahili’ne gidecekti.

Bu küfür gibiydi, neredeyse zarın şimdiye dek hiç onun tarafını tutmamış olduğunu düşünecekti.

Birazdan güvenlik sınırına geleceksin Slate.

Elçi’nin hızını hemen kesti. Bu sınır, cismin tahmin edilen potansiyelinin zarar vermeyeceği (kısacası Slate’i kömür etmeyeceği) mesafeyi gösteriyordu. Buradan paratoneri fırlatacaktı ve her şey yolunda giderse cisimcik onu pişirmeyecekti.

Uzaktaki bir şimşekle gerildi. Burada, şimşekler bile sessizdi; ama etkileyeiciliklerinden bir şey kaybetmiyorlardı.

Elçi’nin karşı iticileri hareketi durdurduğunda kendini ondan çözdü ve kendi iticileriyle biraz yükseldi. Elçi’nin metal iskeletinin ardından, kendisiyle beraber yükselirmiş gibi görünen cisme bakarken ürperdi. Kolundaki zıpkının da ağırlığını hissediyordu sanki.

Sadece kendi soluklarını duyuyordu ve onların hızlanmasından heyecanlandığını anlamıştı. Etrafında uçuşan görünen ve görünmeyen parçacıkların çorbasının içinde duran bu şey aslında çok zararsız görünüyordu.

Vural’ı öldürmüştü. Bunu düşününce içini kaplayan soğuk öfke ve ılık acı karşısında hafif kıvranan bir sesle “Oku atmak için hazırım,” dedi.

Cevabın gelmesi fazla gecikmedi “Pekala, biz de hazırız.

Bunun üzerine hiç beklemeden kolunu doğrulttu ve diğer koluyla da bunu destekledi. Rufus Cisimciğine (ki cisimcik dendiği zamanlardan bir hayli büyüktü artık) hareket çekiyormuş gibi görünüyordu.

Bir aksiliğe mahal vermemek için başını çevirip kabloların durumuna baktı. Bir sorun görünmüyordu. Bunun üzerine yavaşça başını çevirdi. Kolu halen çekemediği hareketin gerginliğiyle duruyordu. Küfürler, öfke gibi biriktiği belli olmayan şeylerin arasına karışmıştı.

Aklından geçen cümle komikti ve nereden geldiğini de bilmiyordu. Tek bildiği, bunun Kaptan Ahab’la alakalı olduğuydu, “Bana İsmail de.”

Bir süre, ama sadece kısa bir süre baktı ve sonra paratoneri ateşledi. Silah tepmişti ve zıpkın hızla ilerlerken o da iticileriyle dengelemek zorunda kaldığı ufak bi gerileme yaptı. Kolunda hissettiği tepmeyse beklediğinden daha şiddetliydi.

Dengesine kavuştuğunda bakışlarını paratonerin üzerinde odaklamaya çalıştı. Kısa bir aramadan sonra, kabloyu sürükleyerek ilerleyen “oku” farketti. Onun yeterli kadar yaklaşmasını hatta o cismi vurmasını istiyordu.

Kısa bir an bunun olmayacağına inandı. Belki de kablo kısa gelecekti ya da kablo yeterli olsa bile, ok cismin dibine kadar gidecek fakat hiç bir şey olmayacaktı ve Slate, hayatının en büyük kumarını oynayacaktı.

Bir lanetti bu, ömrünün çoğunu hayatını anlamsız bularak geçirmişti ve arayışı bitip onu yaşamaya değer kılacak bir şey bulduğundaysa bu şey ölmeye değer olmuştu! Hayır, bu lanetten çok öte bir şey olmalıydı, henüz insanlığın adını verecek cesarete sahip olamadığı bir şey.

Bu düşüncelerden, sırtından başlayarak ensesine doğru ilerleyen tuhaf bir ürpertiyle sıyrıldı. Gözleri hala oktaydı. Birden bire başlığının içinde başlayan çatırdamalarla onu da izleyememeye başladı, saçları kalkmıştı ve tüyleri diken diken olmuştu. Derisinin, tüyü yolunmuş tavuk derisine benzemeye niyetlendiği sırada bunun Rufus’un yük ayarlamalarından biri olduğunu düşündü. Tam ona seslenecekti ki gözlerini alan bir parlamayla cisim kükredi.

Her şey o kadar hızlı oldu ki, Bunların gerçekleştiğinden emin olamadı. Gözleri tekrar etraftaki yumuşak havaya alıştığında ok hala ilerliyordu ancak kablonun büyük bir kısmı kararmıştı. Cisimdeyse değişiklik yoktu. Hoş, nasıl bir değişiklik beklediğini kendi de bilmiyordu ama olayın bu kadar hızlı ve sessiz olması onu ürpertmişti.

Garwyn’in endişeyle daha da cızırtılı hale gelen sesini duyduğunda bunların gerçek olduğuna inanabildi “Slate? Slate! İyi misin?

Neşesi yerine gelmişti, en azından bundan sonra hayatıyla kumar oynadığını bilerek ilerlemek zorunda kalmayacaktı. Lanet cisim bütün öfkesini bir metal parçasına kusmuştu! “İyiyim oradakilere söyle bacakl…”

Cümlesini bitirdikten sonra yakındığı şeylere bu kıyafetle sırtındaki kaşınma hissini tatmin edememesi eklenmişti.

* * *

Cismin boşalmasını hepsi hissetmişti ve Rufus cismin potansiyelinin beklediğinden yüksek olduğunu söyleyince yine soğuk bir rüzgar çıkmıştı köprüde. Halias, bu tür tahmin yanılmalarını normal karşılıyordu; ancak bugün bunların kontrolden çıkması ölümleri anlamına geliyordu ve bu ölüm hiç de hızlı ve acısız olmayacaktı.

Ancak içlerinde işi en zor olan Garwyn’di. Buradaki havayı Slate’e yansıtmamak için elinden geleni yapıyordu ve bazen bu çok zor oluyordu. Boşalma sırasında herkes korkulu gözlerle Phy’a bakıp acı haberi beklemişti. Tüm gemide hissedilecek güçte bir enerji boşalımıydı ve Slate bu cisme koruma bakımından mükemmel olmayan bir yürüyüş elbisesiyle yaklaşıyordu.

Halias “Potansiyeli sence kontrol edebileceğimizden daha mı büyük?” diye sordu. Bu ihtimal karşısında bir güç birimini daha buraya yönlendirebileceklerini düşünüyordu; ancak Rufus rahatlatıcı cevabı verdiğinde böyle risklere girmeyeceğini anladı ve yüzünün hatları biraz gevşedi.

Garwyn “Bacaklarındaki uyuşukluk geçince devam edecekmiş,” dedi ve Halias ona doğru ilerledi. Slate’in kamerasının gösterdiği görüntülere bakıyordu. Rufus cisimciğini ve yanında olta gibi ilerleyen paratoneri gördü.

Slate, bu sırada Elçi’ye yaklaşıyordu, birazdan kendini bağlayacaktı. Halias kollarını yine kavuşturmuştu.

Rufus’un homurdandığını duyunca hızla o tarafa döndü. Rufus’sa sakince işine devam ediyordu. Yine de Halias için yeterli değildi bu.

“Bir şey mi oldu Rufus?”

Sıska adam ona dönmeden cevap verdi “Hayır, önemli bir şey yok. Sadece… Sadece sistem biraz yavaş çalışıyor hepsi bu.”

Ardından sessizlik çöktü. Garwyn arada sırada Slate ile konuşuyor ve varlığını belli ediyordu. Bunu da Halias’ın özel ricası üzerine yapıyordu. Yaşlı adam, elektrik kesintisi sırasında yaşadıkları iletişimsizliği planın kilit noktasında tekrar yaşamak istemiyordu.

Phy suskundu. Arada sırada Halias’a endişeyle kısa bir bakış atıyordu. Sanki onun için Slate’in sağlık durumundan ziyade Halias’ın solgun yüzü endişe uyandırıcıydı.

Elçi ile cismin temasına birkaç dakika kalmıştı. Maewyn bile olacakları bekliyor gibiydi. Uzun süredir ne bir aydınlanma olmuştu gizemli sisinin içinde ne de bir ark geçmişti etraftan. Buna karşın işlemcilerin gürültüsü, Promet’in zamanla kulağın karanlık köşelerine kaçıp kendini yadsıtan homurtusu ve Rufus’un konsola yaptığı tıklamalar dışında bir gürültü yoktu.

Halias terlemişti. İçinde kötü bir his vardı. Kendini bunun tamamen piskolojik olduğuna inandırmaya çalışıyordu. Şu anda kontrolü olmadık senaryolarla kaybetme riskini göze alamazdı. Arada sırada karıncalanan ve Slate’in kamerasından gelen görüntülere bakıyordu.

Gördüklerinde değişen pek bir şey yoktu. Cismin, Elçi’nin metal iskeleti arasından izlenen görüntüsü artık tüm ekranı kaplamıştı.

Garwyn “Slate’in sırtı kaşınıyormuş,” diyerek sessizliği bozdu. Buna herkes sinirli sinirli gülümsedi.

Sonra kısa bi sessizlik daha çöktü. Halias iyiden iyiyiye panikleyecekti ve sebebini de bilmiyordu. Zaten sinir bozucu olan da buydu, gözünden kaçan bir şey vardı sanki. Etrafına dikatlice baktı. Bunun ne olduğunu anlamaya çalıştı.

Garwyn ekrana bakıyordu ve Slate’in ona anlattığı şeyi dinliyordu. Phy, dikkatli gözlerle Slate’in sağlık durumunu kontrole diyordu. Rufus’da güç birimiyle uğraşıyordu.

Her şey normal görünüyordu.

Ardından Rufus iç geçirdi ve bir süredir tuttuğu belli olan nefesini verdi. Bunda da aslında garip olan bir şey yoktu, öyle değil mi? Sinirle etrafına bir kez daha baktı. Yine hiç bir şey göremedi. Aklının içinde dönen çarkların bazı dişlileri eksikti, bir yerde takılıyorlar veya atlama yapıyorlardı.

“Elçi temas için hazıranıyor. Slate hız kesiyor.” Garwyn’in sözlerinden sonra bu düşünceleri bıraktı.

Dıııııt! Bu ses karşısında hepsi yerinden sıçradı. Kısa bir an birbirlerine anlamadan bakıştılar. Bunun bir çağrı olduğunu ilk anlayansa Phy oldu. Cevap vermek için konsoluna gitti ve ardından köprüye Radjeck’in sesi yayıldı.

“Phy? Seni ne işin var orada adamım?” Radjeck, Phy’ın cevap vemesini beklemedi ve devam etti “Hal orada mı, burada arşivlerle ilgili ufak bir sorunum var.”

Doktor, “Bir dakika,” dedi ve Halias’a döndü. Yaşlı adamsa oraya gelmişti bile.

Soğuk soğuk “Sorun nedir?” diye sordu.

Garwyn bu sırada Phy’a ekranına dikkat etmesini işaret etti. Anlaşılan Slate, elçiyi cisme yerleştiriyordu.

Radjeck “Hey! O kadar ciddi bir sorun değil öyle bakma bana patron! Sadece bugünkü arşivleme işini yarına bırakacağımı söyleyecektim. Ayrıca kesintiden sonra bilgisayarlar bir garip davanıyor. O kadar yavaşlar ki onları bekleyinceye dek bir kış uykusu daha çekebilirim! Üstelik çalışmaya başladıklarında abuk bir hata veriyorlar. Olası kaynanamın ruhunun onlara…”

Halias bezgin bir sesle yanıtladı.“Tamam Radjeck, arşivlemeyi yarına bırakalım olur mu?”

Radjeck bunun üzerine pek de gerçekçi olmayan bir kırılma ifadesini suratına yerleştirdi; ancak herkes biliyordu ki Radjeck bu görüşmeyi kapattığı anda sevincinden zıplayarak sosyal odaya gidecekti.

* * *

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



Konular
avatar

Serdar Burak YILDIZ

Kayıp Dünya‘yı ilk sayılarından beri takip ederim. Üniversitede yazdığım bir kompozisyonun edebiyat öğretmenimin çok hoşuna gitmesiyle yazdıklarımın okumaya değer olduğuna inanmaya başladım. Almanya‘da Elektronik Mühendisi olarak yaşamaya çalışıyor, kalan zamanımda da Kayıp Dünya‘da yayınlanan ilk öykümün verdiği şımarıklıkla yazmaya devam ediyorum.

Yorum Yapılmamış

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da