Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

DEVRİM VE CANAVAR

Kadir, karanlık olan oturma odasında durmuş, sinirli gözlerle oğlunun yattığı odaya doğru bakıyordu. Üşüyordu ve bunun sebebini ona söylemesi için duvarda asılı olan termometreye bakmasına gerek yoktu, oda aniden soğumuştu. Yağmur damlaları, ana caddeye bakan pencereye çarpıyordu. Gölgeler, termometrenin olduğu duvara grotesk bir dansın kıvrak hareketleriyle başka bir dünyadan gelen bir şeyin havasını veriyordu.

Karanlıkta oturuyordu çünkü ışığı açmak onları sinirlendirirdi. Tuvalete gidemiyordu çünkü akan su sesi onları çekerdi. Hepsinden önemlisi oğlunun yanına gidemiyordu çünkü… çünkü…

Arkasından, duvarın içinde kumun akmasına benzeyen bir ses duydu ancak bundan emin olamadı. Sanrı görmüş olabilirdi, ama buna artık pek ihtimal veremezdi. Maalesef basit ihtimallerle geçiştirebileceği küçük yalanlara inanamazdı artık. Soydan’ın da söylediği gibi “Eşiği aşmıştı.”

Şehre döneli iki gün olmuştu ama hala yorgunluğunu üzerinden atamamıştı. Bu esnada öğrendikleriyse kafasını karıştırmıştı. Sonunda bazı cevaplar alabildiği için memnundu ama bu yanıtların ışık tuttuğu gerçek onu korkutuyordu. Oğlunun sorunuyla ilgili onlarca üfürükçünün kapısına gittiğini düşünmekse sinirlerinin tepesine çıkarıyordu. Bu anlarda nefes almayı bile unutuyordu öfkeden. Beklediği yanıtları verense ona yardım etmek istemeyen ama bazı yeteneklere sahip olduğu söylenen Soydan denen adamdı. Onu ikna etmek kolay olmamıştı ama en sonunda o da Kadir’in çaresizliğini görmüş ve konuşmayı kabul etmişti.

Soydan “Sorun oğlunda değil, sende,” demişti.

“Onun iyileşmesi için elimden geleni yapıyorum sözüm meclisten dışarı ama üfürükçülere ne kadar para verdiğimin hesabını artık yapamıyorum. Sorun nasıl bende olabilir?”

“Onların sana faydası olmaz, oğlunun başından geçenleri yaşayan birinin de üfürükçülerin yaptığını yapması mümkün değil.”

“Anlamadım?”

“Para için de olsa eşiği geçmekten bahsediyorum. Bunu az çok yeteneğim üstünde hakimiyeti sağlamış olan ben bile isteyerek yapmıyorum.”

“Oğlum gibi sen de mi yaralanıyordun?”

“Hayır, benim ki daha farklı bir deneyimdi. Herkes için aynı deneyimlerden bahsetmek mümkün değil, benim hislerimi açıklamak için kullandığım eşik  kelimesi büyük ihtimalle oğlun için aynı şeyi ifade etmiyordur.”

“Zaten derdim onun başından geçenleri anlamak değil artık. Ona yardım edebilir misin peki? Bunu öğrenmek istiyorum.”

“Hayır.”

Kadir’in bu cevabı sindirmesi biraz zaman almıştı. Bunu  farkeden Soydan başlattığı suskunluğu bozdu. “Ama sana yardım ederim.”

“Nasıl?”

“Ne yapman gerektiğini söyleyerek. Oğlun için bir tedavi aramaktan vazgeçmelisin.”

“Bunu yapamam. Onun şimdiki haliyle, çocukkenki halini karşılaştırıp da bir şey yapmadan durmam mümkün değil.”

“Ona eskiden çok kötü davrandığını söylemiştin bana.”

“Evet… Aslında karanlık bir dönemim oldu. Annesini kaybettikten sonra durum daha da kötüleşti. O da bunu bana kolaylaştırmadı.”

“Şu anda da farklı davranmıyorsun ona.”

Kadir yollarda geçen günlerini ve bu yüzden atılığı işle beraber üzerlerine yıkılan onca sorunu görüp bütün bunları pek de istemeyerek elde ettiği babalık ünvanından destek alarak göğüslediğini düşündükçe karşısındaki adama daha da sinirleniyordu. Onun bunu anlaması elbette mümkün değildi.

Sanki düşüncelerini okumuşcasına “Başından geçenleri anlamam mümkün değil ama oğlunun, adı Özkan’dı değil mi? Hah, Özkan’ın başından geçenleri çok iyi anlıyorum ve senin sürekli ona bir hastaymış gibi davranman onu son derece üzüyordur ve çaresizliğini arttırıyordur.”

“Ama o hasta! Bir şeyler ziyaretine geliyor ve bazen onlarla veya o şeyle konuştuğunu duyuyorum ve olmaması gereken şeyler oluyor o esnada” Bu konuya fazla açıklık getirmemişti çünkü Soydan’ın gözlerinden onun bunları anladığını -her ne kadar farklı bir deneyimden geçtiyse de- fark etmişti.

Soydan, Kadir’in sakinleşmesini ve sessizliğin aralarında tekrar rahatça kurulmasını bekledikten sonra “O hasta değil bu onun doğası,” dedi. “Doğasının bir hata olduğunu düşündüğün  sürece seninle onun deli olduğunu düşünen bir yabancının arasında hiç bir fark görmeyecektir. Hatta sana çok daha fazla sinirlenecektir çünkü bir baba olarak senden destek bekliyordur.”

“Bacakları kan içinde tamamen donmuş gözlerle duvara bakmayı nasıl doğal karşılamamı beklersin!”

“Bunu ben değil oğlun bekliyor. Zamanla her ne yaşıyorsa onun üzerine hakimiyetini kuracaktır.”

Kadir konuşmaları boyunca Soydan’ın ilk kez yalan söylediğini farketti. Oğlunun eşiğe veya hangi laneti yaşıyorsa ona hakim olması gerekmiyordu bunun sonunda ölebilirdi de. Neden aramakla geçirdiği onca sürede Soydan gibi başka birine rastlamamıştı? Bunun cevabı karanlıktaki bir mum gibi açıktı. Hepsi hayatta kalmıyordu.  “Ona nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorduysa da net bir cevap alamayacağını daha noktayı koyarken anlamıştı.

“Onunla mücadele etme yeter. Söyleyebileceğim tek şey bu,” ve Soydan’la görüşmeleri bitmişti. Bir daha görüşeceklerini umarak oradan ayrılmıştı. Belki fikrini değiştirir de bir telefonla kendisini arar beklentisini taşıyordu hala. Şimdilik oğlunun isteklerini yerine getirecekti. Eğer bir gelişme gözlemlemezse bu sefer oğluyla onun kapısında bitecekti. Buna kararını vermişti ama ne kadar bekleyecekti bunun için? Bir hafta? Bir ay?

Geceler öyle zorlaşmıştı ki! Maalesef tek sebebi oğlunun başından geçenler değildi. Susamıştı ama canı su içmek istemiyordu. Onun ilacı dışarıda “İbo”nun işlettiği tekel bayiindeydi. Ne var ki artık içki alırken değil gazete alırken selamlaşıyordu İbo’yla.  İçkiyi bıraktığını herkese söylüyordu ama buna kendi de inanmıyordu. Er ya da geç başlayacağından endişeleniyordu ve “susuzluğu” bunun gerçekleşmesinin çok yakın olduğunu söylüyordu ona.

Koltukta otururken bu gece de yaşayacaklarının benzer şeyler olacağını tahmin ediyordu. Bazen bıraktığı alkol yüzünden çektiklerinin oğlunun yaşadıkları kadar korkunç olduğunu düşünüyordu. Ona sarhoşken bile daha mantıklı tespitlerde bulunduğunu  söyleyen tek kişiyse içindeki prematüre başarısız babadan başkası değildi. Kötü bir baba olmuştu, Soydan bu konuda haklıydı ama şimdi alkol krizleri yüzünden oturduğu yerde ter boşanırken ve bazen nabzının beyninde bir damarı patlatacak kadar yükseldiği sanrısına kapılan insanın, iyi bir baba olmak için takdire şayan bir çaba gösterdiği de gözardı edilemeyecek bir gerçekti. Özkan’ın annesini bazen tanınmayacak hale gelinceye kadar döven insanla arasında dağlar kadar fark vardı. Onun ölümü durumunu daha da kötüleştirmişti. Onu kurtaransa basit bir sebepti. Parasızlık. İşten atılmasıyla beraber başgösteren bu sorun onun gelirini babasından kalma iki daireden elde ettiği kira gelirlerinin seviyesine indirgemişti. Sarhoşkeni ihtiyara neden daha iyi yerlerde daireler almadığı için sövüp sayardı, şimdiyse ayıktı. Susamıştı ve dünya ona olduğundan daha çirkin görünüyordu.

Dikkatini şişelerle geçirdiği gecelerden alıp oğluyla geçirdiği gecelere yöneltti. İçinde bir babanın yaşadığını bilmek onu şaşırtmıştı. Muhtemelen içkiyi bıraktığı ilk günlerde yaşadığı sarsıntıdan daha da sersemletici olmuştu bu gerçek onun için. Kolay değildi, savunmasız olmasına rağmen oğlunun yediği dayağa dayanamayıp ona “Canavar!” diye bağıran bir kadına karşı en ufak bir acıma duygusu taşımayan o insanla aynı bedende yaşamış olduğuna inanmak.

Şimdi anlıyordu ki oğlu hep canavarlarla uğraşmıştı. Şimdi uğraştığı şeyin sadece doğası farklıydı ama temelde aynılardı. Bunu düşünmek içindeki içme dürtüsünü daha da şiddetlendirdi. Dikkatini dağıtansa Özkan olmuştu.

Yatak odasından çıkmış şimdi doğrudan babasına bakıyordu. Her zamanki gibi bacakları derin kesiklerden dolayı kan içindeydi. Ona suçlayıcı bakışlar atan doktorların da tam olarak bu yaralara neyin sebep  olduğunu bulamadığını biliyordu. Ama her zaman bir suçlu buluyorlardı, babasını.

Yaraların akıl almaz bir biçimde bir gecede iyileştiğini bilmiyordu onlar. O yaraları meydana getiren şeyin çevresindeki havayı soğuttuğunu da yaralara bakarak anlamaları mümkün değildi. Fakat mantıklarının artık Kadir’e gülünç gelen  herşeyi alelacele bir sonuca götürme çabasından dolayı, günah keçisi bakımından hiç bir sıkıntı çekmemişlerdi.

Oğluyla kanunen birlikte yaşaması mümkün değildi ama bunu pek umursamıyordu. Özkan’ı yanlarına alan kısır Teyzesinin bir gece ona ettiği telefonla hayatının değiştiği gerçeği  ve oğlunu elinden alındıktan sonra ilk kez gördüğü o anda içinde uyanıveren babalık şefkatinin sebebini bilmiyordu. Belki hep oradaydı ama fırsat geçmemişti elinde.

“Dışarı çıkmak istiyorum,” dedi.

Kadir bu gece de onun çıkmasını engellemeyi düşünüyordu ama bu Soydan’la konuşabilmek için çektiği onca yolu beyhude çıkaracaktı. Değişik bir şeyler denemenin zamanı çoktan gelmişti. Aynı koltukta defalarca oturmuş olan Kadir bu sefer oğlunu dövmek için kalkmıyordu, onu azarlamadan önce yaptığı gibi nefesini tutmuyordu bu sefer ceketini almak için kalkmıştı. Oğlunun şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. Defalarca dışarı çıkmak istediğini belirtmiş olan Özkan belki de bu sefer değişen şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gözlerindeki şaşkın bakış yerine hızla ruhsuz bir ifadeye bıraktı. Sanki ruhu bir anlığına içinde bulunduğu bataklıktan dışarı çıkmış ve bir soluk almıştı.

Babası tarafından giydirilirken de ifadesizdi suratı.

Otomobilin içine sigara kokusu sinmişti. Dikiz aynasında asılı olan yeşil çamın bu konuda söyleyeceği bir şeyler olabilirdi ama arabanın içinde motorun gürültüsünden başka bir ses, ondan başka konuşan birisi yoktu. Özkan başını yatırmış dışarda akıp giden dünyayı izliyordu. Sokak lambalarının geçip giden aydınlatmaları çocuğun yüzünü gölgelerin oyun alanına çevirmişti.

Kadir, karanlıkta araba kullanmaktan hoşlanmıyordu. Zaten yaşlandığını da geceleri araba sürmenin ona zor gelmeye başlamasıyla anlamıştı ama şehirlerarası bir yolculuk yapmıyordu. Geziyorlardı ve şehir uyuyordu. Caddelerde görülecek pek bir şey yoktu zaten. Bu saatlerde görünen şeylerin çoğunu da görmüş olmayı istemezdi insan.  Radyoyu açmayı da düşünmüyordu çünkü oğlunun yanındayken radyodan bir keresinde çıkan sesleri unutamıyordu. Neredeyse kaza yapıyorlardı o gün.

Radyodaki kadın “Hepsi senin suçun..” demişti. Karısının sesini tanıması çok sürmemişti, yaşadığı şokun etkisi onca zamana rağmen geçmemişti. Hala aklına geldikçe bacaklarının güçten kesildiğini hissediyordu. Sanki bir uçurumun dibindeydi ve düşmesi an meselesiydi. Korkusunu başka türlü tanımlaması mümkün değildi.

“İnmek istiyorum,” dedi Özkan. Oğlunun “rahatsızlığından” dolayı gidemediği Devrim Lisesi’nin bahçesinin önündeydiler. Özkan, lisenin adını her zaman garip bulmuştu.

Arabayı kenara çekti. Özkan babasının yardımı olmadan indi. Sonra babasının tahminlerinin aksine okulun iyi aydınlatılmış bahçesine değil karanlık bir ara sokağa ilerlemeye başladı.

Kadir oğlu kadar hızlı ve kararlı olmasa da peşinden geliyordu. Özkan’ın ona “O burada,” dediğini duydu.

“Kim burada?”

Oğlu buna her şeyi açıklıyormuş gibi “Duvarın içindeki” dedi ve yürümeye devam etti. Kadir için bu yine de olması gerektiğinden fazla anlam ifade ediyordu. Özkan onu yaralayan şeyin duvarın içinde olduğunu iddia ederdi.  Bunu düşününce korkunun yanında öfke de duymaya başladı. Nasıl bir yaratıktı? Öldürebileceği bir şey miydi? Bir zamanlar karısının üzerine bıçakla yürüyebilen ve o günün akşamında kadının yanında rahatça uykuya dalabilen bir adamdı. Şimdiyse korkudan nefes alamıyordu. Terlediğini ve üşüdüğünü hissediyordu. Neredeyse  titremeye başlayacaktı.

Belki biraz içseydi şimdi cesareti yerine gelirdi. İlk defa babalık duygularına sahip olan tarafı ve oğlunun üzerinde sigara söndüren yanı bunun iyi bir fikir olduğu konusunda uzlaştı. Ne var ki İbo’nun dükkanından bir hayli uzaktaydılar.

İçinden bir ses bunun her zaman ele geçebilecek fırsatlardan olmadığını ona hatırlattı ve adamın eli alkollü günlerden kalan bir yadigara gitti. Cebindeki çakıya. İlerlemeye başladı. Gözleri delirmiş gibi gölgelerde oraya ait olmayan bir şeyi aramaya başladı.

Özkan, babasının yaklaştığını duyunca döndü ve Kadir’in elindeki çakıyı gördü. Yüzü acı hatıraların tadıyla gerildi. O bıçağı defalarca görmüştü. Annesi yerde, bir elini yüzünü korumak için kaldırmış, diğer eliyle de kaçabileceği bir yerlere uzanmaya çalışıyor bıçaksa atılmaya hazırlanan bir atmaca gibi babasının elinde, annesine tepeden bir bakış atıyor…

“Nerde O? Çabuk söyle!”

Özkan büyülenmiş gibi bakıyordu bıçağa ama çocukluğundan beri tanıdığı buyurgan ses -ki uzun süredir duymamıştı bu tonu- karşısında çözüldü.  Ancak bu sefer küçük bir farklılık vardı babasının sesinde. Korkmanın verdiği bir titreme ve her an kontrolden çıkabilecekmiş gibi görünen heyecanı hissetmişti. Yüzüne boş bir ifade gelmiş, hipnotize olmuş gibi babasının elindeki bıçağa bakıyordu.

Uzun süredir oğlunu tokatlamanın ve sarsmanın eşiğine bu kadar yaklaşmamış olan Kadir bir an tereddüt etti sonra sorusunun cevabı kendiliğinden geldi. Özkanın arkasında,  kireçle sıvanmış iki katlı bir binanın duvarından bir ses yükseldi. Kumun akmasına benzeyen ama tam olarak da bu tanımı dolduramayan bir tını. Hiç bir ışığı yanmayan evin altına serdiği gölgede bir gövde belirdi. Özkan’dan büyük, Kadir’den küçüktü. Bunu farkeden adama cesaret geldi ve ileri atıldı.

Bu durumun iğrenç bir şeyi yemeye benzediğini düşünüyordu. Gözünü karart ve elindekini ağzına sür. Burada da karşısındaki yaratığın, aslında olmaması gereken, varlığı üzerine düşünürse aklını kaybedeceğinden korkuyordu. Bıçağı sapla ve nasıl bir his olursa olsun saplamaya devam et. Yere serdiğinde de arkana bakmadan uzaklaş. Bir açıdan canavarı net olarak görmemesinin bir lütuf olduğunu düşünüyordu. Burnuna keskin kireç kokusu geliyordu. Bir an canavarın etinin aslında taş olduğunu ve bıçağının en ufak bir etkisinin olmayacağını sandı.

Yanıldı. Bıçak tüm gücüyle karşısındaki şeyin etine saplandı. İnsanın midesini kaldıracak şekilde yumuşaktı yaratığın cildi. Aynı zamanda kaygandı da. Kadir bir eliyle yaratığın omzunu – ya da o yumru her neyse – onu yakalamış bir an bir dostuna öğüt veren biri gibi görünmüştü. Sonra yaratığı bir yandan kendine çekerken diğer yandan da karnına bıçağını saplamıştı.

Canavardan herhangi bir ses çıkmadı. En ufak bir acı tepkisi vermemesi Kadir’in içindeki zafer neşesine gündüz atılan havai fişekten daha çabuk söndürdü. Bıçağını geri çekip tekrar saplamak üzere davrandı. Bir makine gibi defalarca bıçağını saplamaktan başka bir şey düşünemiyordu. Çek ve sapla, çek ve sapla, çek ve sapla…

Bir şey bacağını kavradı ve Kadir canavarın ikiden fazla kolu olduğunu anladı. Ayakları beklemediği bir güçle çekildi ve adam kendini sırtüstü yerde buldu. Bu sefer aklından da “Ne kadar güçlü!” diye geçti. Sonra da “Artık bitti…” Belli ki içinde bir şey o kadar çabuk pes etmek istemiyordu. Ellerini yaratığın boğazına sımsıkı kenetlenmiş bir halde buldu. Hala bu hissi ıslak bir bulaşık süngerini sıkmaya benzetiyordu.

Yaratık da onun boğazına sarıldı ve Kadir ilk kez hasmıyla yüzyüze geldi. Yaratığın simsiyah gözleri ya tamamen gözbebeğinden ibaretti ya da göz akı beyaz değildi. Habis bir canlılıkla parlıyorlardı. Canavar, Kadir boğazını sıktığından olsa gerek hırıldıyordu. Açık ağzından salyalar adamın yüzüne damlıyordu.

Şaşılmayacak bir biçimde de bundan iğrendiği yüzüne yansımıştı.

Nefes alamadığı için Kadir’in görüşü bulanıklaşmıştı. Yaratığın kavramasında da en ufak bir gevşeme yoktu. Yaratığın sesini de uzaktan duymaya başladığında umudunu tekrar yitirmeye başladı. Ancak birdenbire oğlunun heyecan içindeki çığlığı Kadir’i kendine getirdi. “Bitir işini!” diye bağırıyordu Özkan. “Boğ onu!”

Kadir’in görüşü birdenbire berraklaştı. Bedenine yeniden güç geldi ve taze bir istekle tekrar yaratığın boğazını sıkmaya başladı ve o anda kendisindeki heyecanın aynısını canavarda da gördü. Yaratığın da gözleri yeni bir heyecanla tutuşmuş, ellerine yeni bir güç gelmişti. Kadir boğazından yükselen yumuşak bir sesle gırtlağının ezildiğini anladı ama o anda bunu pek umursamadı.

Özkan canvara sesleniyordu.

“Bu annem için!” Ses biraz daha uzakta… En azından yaratığın yüzünü de net göremiyordu artık.

Gerçekten karısını o mu öldürmüştü? Sanmıyordu, lakin bu konuda pek de emin olamıyordu. Boğazı şimdi ısınmış ve kurumuş gibiydi. Bir şeyler içebilse hiç de fena olmazdı. Kafasıysa karışmış, hatırlamaya çalışıyordu ama ayıkken bazı şeyleri hatırlamak öyle zordu ki. Ölümü sevinçle kucaklayan bir tarafının sıcaklığına kendini bırakırken son düşüncesi de bu oldu. Bazı şeyleri hatırlamak ayıkken öyle zordu ki…

Serdar Burak YILDIZ

Orijinal görsel ~jadress ‘e aittir.
Original artwork by ~jadress

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



Konular
avatar

Serdar Burak YILDIZ

Kayıp Dünya‘yı ilk sayılarından beri takip ederim. Üniversitede yazdığım bir kompozisyonun edebiyat öğretmenimin çok hoşuna gitmesiyle yazdıklarımın okumaya değer olduğuna inanmaya başladım. Almanya‘da Elektronik Mühendisi olarak yaşamaya çalışıyor, kalan zamanımda da Kayıp Dünya‘da yayınlanan ilk öykümün verdiği şımarıklıkla yazmaya devam ediyorum.

3 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

  • Serdar bey merhaba,

    Hikayenizi önceki gün görmüştüm ama okuyacak vaktim yoktu. Bugün okuyabildim ancak. Bazı yerlerde kafam karışmış olsa da sonunda çıkardığım anlam hoşuma gitti.

    Zekice yazılmış yine iyi bir hikaye 🙂
    Teşekkürler.

  • Merhaba,
    Oykume zaman ayiirip dusuncelerini benimle paylastigin icin ben de size tesekkur ederim.
    Editorumle yayinlanmadan once oykunun ismi konusunda bir istisare icerisine girmistik. Kafa karisikligi konusunda yalniz degilsiniz bir daha ki oykumde hatalarimi tekrar etmemeye calisacagim.

  • kayıp dunyada sayfanı merakla ararken buldugum hıkayenı ,yatmadan once okumamam gerektıgını hıkayenı bır solukta bıtırdıkten sonra anladım.ılk oykunun verdıgı sımarılıkla :)hıkaye yazmaya devam etmenı ısterım.

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da