Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

AYNA AYNA – 1

Çok kararsızdım. İki seçeneğim vardı; ya evdeki bütün aynaları söktürecektim, ya da daha çok ayna alıp bütün duvarları onlarla kaplayacaktım. Ellerimi yüzümden çekip bakışlarımı ona çevirdim. Yine bana bakıyordu tuvalet masamın aynasından, belki de ben ona bakıyordum. Dudaklarına meydan okuyan çarpık bir gülümseme yerleşmişti. Tek kaşını havaya kaldırdı ve

“Bence artık şu saç modelini değiştirmenin zamanı geldi.” Dedi.

“Karışma bana.” Dedim. Saç modelim şu an dert edeceğim en son şeydi.

Ellerini saçlarının arasında sakince gezdirmeye başladı. Uçlara doğru gelince iki parmağının arasında tutup bana doğru uzattı,

“Baksana, uçları falan da kırılmış iyice.”

Uzanıp kendi saçlarıma baktım, gerçekten de yıpranmış görünüyorlardı.

“Evet kırılmışlar..” diye mırıldandım.

Dirseklerini masaya koyup iki elini çenesinin altında birleştirdi. “Baksana, hani geçen gün bir dergide görmüştük böyle önleri uzunca ama arkalara doğru kısalan bir model vardı, öyle kestirsen yakışır bence. Hem yüzünün şekline de uyar.” Dedi kıkırdayarak.

Bıkkınlıkla kafamı yana doğru yatırdım. “Nolursun, sus artık.”

En iyisi bir bardak çay içmekti, hem belki sakinleşirdim. Mutfağa doğru yöneldim, odadan çıkarken de sırf gıcıklığına ışıkları söndürdüm. Sinirlenip söyleneceğini biliyordum, ama umrumda değildi.

Karanlık odadan aydınlık koridora doğru çıkarken arkamdan bağırmaya başlamıştı bile.

“Sana kaç kere söyledim, YAPMA ŞUNU!”

Duymazdan geldim. Çaydanlığı doldurup ocağa koydum, ateşi yaktım.

“Beni yok sayamazsın, aç şu ışığı!”

Mutfağa gelince karnımın acıktığını hissetmiştim, çayın yanına şöyle bol kaşarlı bir tost iyi giderdi.

“Gerizekalı. Yorulup susacağımı zannediyorsun değil mi. Sen gelip de şu ışığı yakana kadar susmayacağım. DUYDUN MU BENİ? Susmayacağım işte.”

Kaşarları dilimleyip tost ekmeklerinin arasına yerleştirdim. Tost makinasını fişe taktım, kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklemeye başladım. Dışarıda yağmur yağıyordu. Evin içi sıcacık, hava kapalı ve yağmurluydu. Tam de kanepeye kıvrılıp kitap okunacak zamandı. Ama ne mümkün, kendi düşüncelerimi bile duyamıyordum şunun zırıltılarından.

“Ya nolursun aç, hadi tamam bak bağırmıycam bi daha sana. Gamze? Çok korkuyorum karanlıktan, lütfen bırakma beni böyle. Hadi, lütfen. Gamze?”

Çayımla tostumu alıp salona doğru yöneldim. Kapıyı da arkamdan sıkıca kapattım. Televizyonu açıp izleyecek bir şeyler aradım, bu arada sesi de iyice yükselttim onu duymamak için. Ekonomik kriz nedeniyle kapanan dükkanları gösteriyorlardı haberlerde. Bilmezmiydim. O lanet aynayı aldığım antikacı daha ertesi hafta gittiğimde kapanmıştı. “Kriz nedeniyle kapatıyoruz”. Keşke ben de kendimi kapatıp şu krizden kurtulabilseydim.

Kapı çaldı. Kesin yine alt katta oturan Mukaddes Hanım’dı gelen. Kadın zaten bana takmıştı ondan önce üst katı tuttum diye, o günden beri çatacak  yer arıyordu.

Kendimi zorlayarak anlayışlı bir ifade takınıp kapıyı açtım, yine o iğrenç sarı sabahlığını giymiş, şişmanlıktan boğum boğum olmuş kollarını göğsünde birleştirmiş, beni azarlamak için hazırda bekliyordu.

“Buyrun Mukaddes hanım?”

“Kızım ne bu gürültü yine? Yeter canım artık kaç kere söyleyeceğim sana. Migrenim var diyorum, gürültü yapma diyorum. Ben ikaz etmekten bıktım artık ama-“

Sözünü kestim. Mukaddes hanımla konuşabilmenin tek yolu onun sözünü kesmekti zaten, yoksa bıraksanız sabah kadar durmadan konuşabilirdi. Ezberden saymaya başladım bahanelerimi,

“Afedersiniz mukaddes hanım. Yeğenim biraz problemli de, biliyorsunuz ben de susturmaya çalışıyorum ama işte. Daha çok dikkat ederim bundan sonra merak etmeyin. Kusura bakmayın tekrardan.” Deyip cevabını beklemeden “Hadi iyi akşamlaaar” diyerek suratına kapattım kapıyı. Bir o eksikti zaten, sanki benim derdim bana yetmiyormuş gibi. Sanki ben bu gürültüye çok bayılıyormuşum gibi..

“Noldu azarı yedin dimi yine.” Dedi yatak odasından kahkahalar atarak. “Dedim ki sana ışığı aç diye. Salak.”

Tostum yarım kalmış, çayım soğumuştu. Aynadaki aksim mutsuzluğumdan inanılmaz bir keyif alarak kahkahalar atıyordu. Komşularım benden nefret ediyorlardı. İşin kötü yanı, ben de kendimi pek sevmemeye başlamıştım son zamanlarda.

Öfkenin damarlarımda sıcak sıcak dolaşmaya başladığını hissettim. Sinirden yanaklarım kızarıyor, ellerim terliyordu. Bir an sonra kendime hakim olamayacağımın bilincinde, kendimi memnuniyetle öfkeye teslim ettim. Yeteri kadar eğlenmişti “O” çünkü. Aynaya doğru piskopatça yaklaşmaya başladım yavaş adımlarla.

“Çok mu komik olduğunu düşünüyorsun?” dedim histerik bir şekilde.

“Ay evet, hem de nasıl!” dedi kafasını şımarıkça geriye atarak.

Sıcaklık beynime kadar ulaşmış, mantığımı bastırmaya başlamıştı.

“Öyle mi?”

“Evet, öyle. Bazen ne kadar zavallı olduğunu unutuyorum biliyor musun? Ama hatırladığım zaman kesinlikle çok daha eğlenceli oluyor.”

Pekala.

Önüme eğdiğim kafam sabit duruyor bir süre. Bakışlarımı ona doğru kaldırıyorum. Ağzım hissettiğim müthiş öfkeden aşağıya doğru kıvrılıp garip bir şekil alıyor.. ve kendime hakim olamıyorum. Masanın üzerinde elime geçen ilk şeyi kavrayıp -annemin geçen doğum günümde hediye ettiği gümüş kutu- bağırarak aynaya doğru var gücümle fırlatıyorum.

Ve her şey parçalara ayrılıyor. Hissettiğim acının şiddetiyle hareketsiz kalıyorum bir süre, gözlerim kararıyor. Nefes bile alamıyorum. Bir an sonrasındaysa bacaklarım taşımıyor beni, dizlerimin üstüne düşüyorum. Kör olduğumu düşünüyorum önce, “herhalde aynadan fırlayan parçalar gözlerime saplandı ve ben kör oldum” diyorum içimden. Umutsuzca kırpıştırıyorum gözlerimi.

“Hayır, Tanrım.. HAYIR!”

Derken görmeye başlıyorum yeniden, korkudan kararan gözlerim geri dönüyorlar bana. Aynaya baktığımdaysa hiç dönmememiş olmalarını diliyorum.

Parçalara ayrılan aynanın gerisinde hala görebiliyorum onu. Ama sanki o da ayna gibi parçalara ayrılmış gibi. Kırık camlardan yansıyan odamın en gerisinde yere oturmuş, kafasını avuçlarının arasına almış ileri geri sallanıyor ağlayarak. Bir şeyler mırıldandığını duyuyorum çok uzaklardan, ama anlayamıyorum. Biraz yaklaştığımdaysa etraftaki kanı farkediyorum.

Bacakları, kolları, yüzü, her yeri kanlar içinde. O an kafamda bir şeyler çat ediyor ve dönüp kendime bakmayı akıl edebiliyorum.

Vücudumdan yere damlayan kanı ise ancak o zaman farkediyorum.

***

devam edecek..

Orijinal görsel : "Stolen soul" (dream-traveler)
Original visual by celede (http://dream-traveler.deviantart.com/)

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Bahar KARAKAŞ

1986 İstanbul doğumluyum, ODTÜ sosyoloji mezunuyum. Kendimi bildim bileli fantastik olan hep ilgimi çekti. Senelerdir bilim kurgu ve fantezi edebiyatı takip ediyorum. İlk başlarda sadece fantezi edebiyata olan ilgim zamanla bilim kurguya da kaydı. Özellikle David Eddings, Neil Gaiman, George Orwell, Shakespeare, Isaac Asimov ve Douglas Adams severek okudugum yazarlar. Çocukluğumdan beri kısa hikayeler yazıyorum.

8 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da