Fantastik Fantastik Hikaye Hikayeler

ENGEL

Gecikeceğini bilmesine rağmen yarım saat sonra gelecek olan banliyö trenini bekleyecek, işe onunla gidecekti. Yavaş akan trafikten, tıklım tıklım otobüslerden ve kaba, ağzı bozuk otobüs şoförlerinden sıkılmıştı. Ama tek neden bu değildi banliyö trenini tercih etmesinde. Trenin kendine has, rahatlatıcı bir düzene sahip olduğunu düşünüyordu. Rayların dışına çıkmayan bir araç, sabit bir hız, beklenen saatlerde beklenen yerde olunması gibi. Aslında trende çıkacak bir arızanın dahi bozamayacağı bir düzendir bu. Tren bozulduğunda insanların verdikleri tepkiler aynıdır mesela. Önce o durağın ana durak olduğu, dolayısı ile trenin burada diğer duraklara nazaran daha fazla kalacağı düşünülür. Sonra kapıda arıza çıktığına inanılır. Ama bütün kapılar aynı zamanda bozulmuş olamazdır ya. En nihayetinde kapıdan dışarı adım atınca kapının arkalarından kapanacağı ve trenin hareket edeceği korkusunu yenen birkaç kişinin merakı sayesinde bu hantal demir yığınının bozulduğu ve bir adım hareket etmeyeceği öğrenilir. Banliyö trenini ilk kez kullananlar ile en şüpheci birkaç kişinin de ikna olması ile tren tamamen boşalır.

Emine düzen tutkusunu evlere temizlikçiliğe gitmesine bağlar. Öyle ya, tertip düzen sağlamakla geçimini sürdüren bir kadının karmaşadan kaçması doğaldır. Oysa o kabul etmek istemese de bu takıntının altında yatan asıl neden genç kadının kaostan korkmasıdır. Emine “kaos” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmez ama o kelimenin karşılık geldiği duyguyu ziyadesiyle anlar. Bilhassa, hemen her gece gördüğü ve aklındaki tüm nedensel yasalara ihanet eden kâbuslar onu gerçek hayatta bedeli ne olursa olsun belirsizlikten kaçmaya itmektedir. Bu ürkekliğinde haksız da sayılmaz hani. Mesela bu gece rüyasında rahminin içinde bir ağrı hissetti. Gitgide acıya dönüşen, gözlerinden kan getiren, boğazını tıkayan bir ağrıydı bu. Az sonra vajinasından bir şeyin çıkmaya başladığını hissetti. Elini atıp o şeyden kurtulma sürecini kısaltmak istedi. Ne yazık ki o şey yüzlerce, binlerce çengelli iğne ile tutunmuştu rahim yatağına. Çektikçe yeni ve daha sivri çengeller ekleniyordu eskilerine. Nihayet bu kâbustan bağırarak uyandı. Saatin kaç olduğunu merak etmesine karşın cesaret edip ışığı açamadı.

Emine, Yedikule durağına geldiğinde dün gece gördüğü rüya için kaygılanmayı bırakmıştı. Sadece benzerlerini defalarca görmesinden değildi sakinleşmesi. İşin gerçeği Emine korkunç rüyalarının ilk an yol açtıkları gerilime rağmen gerçek hayatta sıkıntı getirmeyeceğini biliyordu. Hayır, böyle rüyalardan sonra sıklıkla başvurulan “rüyalar tersine çıkar” saçmalığı değildi onu rahatlatan. Emine defalarca kez tecrübe etmişti ki orasını burasını parçalayan ya da koparan kanlı kâbuslar, iç ferahlatan rüyalara nazaran felaketlere daha az gebeydi.

Bakırköy’de kapılar yeniden büyük bir gürültü ile açıldı. Binenler her zamankinden biraz fazla gibi geldi Emine’ye. Yeni gelenlerin profillerinde bir farklılık yoktu ama. Orta alt sınıfa mensup maaşlıları, giyimlerinden değil yüzlerindeki anlamsız mahcubiyetten de tanımak mümkündü. Şu yanına oturan genç, muhasebeci olmalıydı. Karşısındaki kadın bir restoranda bulaşıkçıydı yüzüne oranla fazla yıpranmış ellerine bakılırsa. Sonra kendi ellerine baktı Emine. Az sonra her işe izinleri alınmadan koşulacak ellerine. Kafasını kaldırıp bulaşıkçı olduğunu düşündüğü kadına gülümsedi. Karşılık alamadı ama olsun.

Emine kaç durak kaldığına baktı. “Bakırköy, Yeşilyurt” diye fısıldadı. “Bakırköy’ü saymalı mı saymamalı mı?” diye düşünürken sesi gitgide kısıldı. Bakışı dondu bu esnada. Yorgundu. İki gecedir ateşle kıvranan çocuğu ile sabahlamıştı. Aklına getirmemeye çalışsa da uykuya ihtiyacı vardı. Diğerleri gibi gözlerine direnmese, kafasını daha önce binenlerin saçlarından yağlanmış cama dayasa olmaz mıydı?

“Hayır!” diye irkildi. “Olmaz, burada olmaz!”

Sonra biraz daha sakinleşti sesi. “Evime dönünce… O zaman uyurum. Ne kaldı ki şurada? 7 – 8 saat.”

Yeşilköy’de kapıların son kez açılmasına şahit oldu. Onun için burası son duraktı. Adımını dışarı atmadan yüzüne iğne iğne batan acı rüzgâr uykusunu biraz olsun açmıştı.

“Bu iyi geldi,” dedi sevinçle.

Feriha Hanım Emine’yi beklerken sabırsızlanmış, balkona çıkmıştı. Hayır, onu sabırsızlandıran şey para ile çalıştırdığı bir kadının işe geç kalması değildi. Feriha Hanım hak tanır, kıymet bilir, sevdikleri için endişe eder bir insandı.

“Geldin mi Emine” deyip, neşeyle ve hızlıca kapıya yönelmesi o kadar gerçek ve taklit edilemezdi ki insan sarrafı tamlamasına uzak düşen Emine dahi gösterilen sevginin farkına varmıştı.

Feriha Hanım Emine’nin giyinmesini bekledi, geçen haftalara oranla daha hızlı bir şekilde nelerin nasıl yapılması gerektiğini anlattı. Sonra “Biraz acelem var tatlım, çocuğun veli toplantısı varmış. Sen işini bitirince kapıyı çekip gidersin,” diye ekledi.

Emine hemen işe koyuldu. Çalışmaya kendisini öyle kaptırmıştı ki kadının gittiği zamanı dahi hayal meyal hatırlıyordu. Acaba kadın giderken onu uğurlamış mıydı?

“Galiba hayır,” diye düşünürken o tahrik edici hacimli koltuğun üzerine damlamış lekeyi çıkarmaya çalışıyordu. Koltuğun davetine daha fazla kayıtsız kalamadı Emine. “Gözümü dinlendiririm,” diyerek de kendini kandırdı. Gözlerinin arkası uykuya geçeli çok olmuştu. Son kalan kale göz kapaklarıydı. O kaleler düşünce Emine hızla o korkutucu ve gerçek olması hayli muhtemel rüyalara uzandı.

Emine psişik güçlerinin farkına varalı çok uzun zaman olmuştu. İstanbul’a taşındıkları ilk gün, yani yaklaşık 15 yıl önce başlamıştı her şey. İlk defa o gün evi dışında bir yerde uyumuştu. Rüyasında onları evinde ağırlayan amcasının bir iş kazası sonucu kolunu kaybedeceğini görmüştü. Rüyanın gerçeğe dönüşmesi için iki hafta geçmesi yeterli idi. Üç yıl aradan sonra gördüğü kâbusta ise amcasının kızı Meltem memelerini mahallenin erkeklerine elletirken babasına yakalanıyor, feci hâlde cezalandırılıyordu. Yazık ki bu da gerçek olacak kâbuslardandı.

Ancak her şey çabucak netleşmeyecekti Emine’nin kafasında. Örneğin neden kendi evinde gördüğü kâbuslar gerçek olmuyordu? Bu aykırı durum amcasıyla mı ilgiliydi yoksa Emine geçici olarak kaldığı evlerde mi görebiliyordu bu gerçek çıkan kâbusları?

Birkaç denemeden sonra her şey gün gibi açıktı. Emine gerçekten de sadece ziyarette bulunduğu evlerde ve sadece ev sahibinin başına yakın zamanda gelecek felaketleri görebiliyordu. İşte o gün bugündür Emine başka birisinin evinde uyumaya korkar olmuştu.

Emine kendi evine taşındıktan sonra büsbütün rahatlamıştı. Aynen köylerindeki evlerinde olduğu gibi evde gördüğü kâbuslar gerçek olmak bir yana çoğunlukla beraberinde mutlu anlar getiriyordu.

Taa ki…

Emine zilin sesiyle aniden uyandı. Bir an nerede olduğuna anlam veremedi. “Kahretsin!” gibi bir şeyler geveledi. Korkudan sesi çok çıkmıyordu. Şu an rüyayı hatırlamıyordu ama birkaç saat sonra her şey netleşecekti kafasında. Bu esnada kapı zili birkaç kez daha çalındı. Gelen kişinin kim olabileceğini düşündü Emine kapıya varıncaya kadar. Aslında Feriha Hanım dışında herkes olabilirdi gelen. Volkan Bey zorunda kalmadıkça anahtar kullanmazdı. Çünkü eve geldiğini anlaması için zili çalması, eşinin onu güler yüzle kapıda karşılaması gerekirmiş. Belki de adam sadece üşeniyordu da, Feriha Hanım Emine’nin gözünde küçülmemek için böyle bir neden uydurmuştu. Oysa Emine, Feriha Hanım ile eşi arasındaki ilişkiyi kendi ilişkisi ile kıyaslamak bir yana zerre kadar umursamıyordu.

Kapı açılıp da Emine’nin simetrik, saf yüzü belirince Volkan Bey önce ne yapacağını bilemedi. Elini uzatması, hatta hatırını sorması dahi karşısındakini şımartacak, merhaba dememesi ise kaba kaçacaktı. Orta yollu bir gülümseme ve ona eşlik eden bir selam mırıldanması ile içeriye yöneldi Volkan Bey.

Emine kapının arkasında kalakalmıştı. Rüyayı hatırlamaya başladığı zamanlarda olduğu gibi sessizleşmiş, titrek bakışlarını Volkan Bey’in sırtına dikmişti.

Evet! Şimdi emindi Emine. Rüyasında gördüğü adam Volkan Bey’di. Kapıdan girip arkasını dönünce görüntü birebir oturmuştu. Kafasının üstünde saçları iyice seyrelmiş, paytak paytak yürüyen bu adamın başına kısa zaman sonra bir felaket gelecekti. Şimdiye kadar hep böyle olmuştu. Bu tecrübenin verdiği eminlik Emine’nin titremesine yetiyordu.

“Pardon, neydi adın?”

“Emine.”

“Kahve yapar mısın Emine?”

Adam kurduğu cümlelerdeki inceliğe karşın itici bir yana sahipti. Sanki efendilerin varlıklarından utandıkları en aşağılık kölelerine bakışları vardı gözlerinde. Ama merak etmeyin. Emine sizin kadar aldırış etmiyordu bu haksız ve temelsiz hiyerarşiye. Bir yerlerde bu konuda bir şeyler çalınmıştı kulağına. Canı sıkıldıkça aklına onu getiriyordu:

“Seni köylü diye aşağılayan en fazla 50 yıl önce göçmüştür bu şehre. Hoş 500 yıl önce göçse ne olur? İnsanlık ikamet kâğıdıyla mı oluyor?”

Muhtemelen kardeşinin şu anarşist mi dinci mi olduğu belli olmayan, saçı sakalına karışmış arkadaşlarından birisiydi bu cümleleri kuran.

“Yandım!” diye bağırmak istedi Emine. Ama kendi evinde olmadığını hatırlayıp hem sesini hem de ocağın altını sonuna kadar kıstı.

“Tabii ya, yanmak…”

Rüyanın devamı geliyordu galiba. Birileri yanıyordu. Muhtemelen Volkan Bey. Sonra şunu hatırladı Emine. Volkan Bey yanarken üzerinde aynı renk; lila üzerine beyaz çizgili gömleği vardı. Bu ürkütücü bir durumdu. Emine kahveyi haberlere dalmış adamın önündeki sehpaya bıraktıktan sonra hemen koşup Volkan Bey’in dolabına yöneldi. Genç adamın başka lila üzerine beyaz çizgili gömleği var mı diye bakmak için.

“Yok! Yok işte! Allah’ım yardım et ne olur!”

Emine bir an durdu, aynada kendine baktı ve sakinleşmesi gerektiği telkininde bulundu. Tamam, adamın başına felaket bu gömleği giydiği gün gelecekti ama bu o felaketin bugün olacağı anlamına gelmezdi ki. Belki bu gömleği haftaya giyecek, o gün yanacaktı. Yok eğer felaket bugün gerçekleşecekse hâlâ vakti vardı Emine’nin. Elini çabuk tutup evden uzaklaşabilir, ev sahibinin başına gelenleri yarın televizyondan takip edebilirdi. Bu fikir aklına yattı genç kadının. Hemen giyindi. Her şey hazır sayılırdı gitmek için.

Ama “Hayır!” dedi Emine. Vicdanlı kadındı. Gitmeden önce ev sahibine vefa borcunu ödemek istedi. Belki Volkan Bey bunu çok hak etmiyordu ama ortada bir de Feriha Hanım ve içinde en geç 7 ay sonra doğmayı planlayan ikizleri vardı. İşte bu ulvi amaç ona ilk defa sonucunu gördüğü bir olayı engellemeye itti. Daha fazla düşünmeyip derin bir nefes alan Emine kendisini salona attı. Volkan Bey’e döndü. Bakışlarını ilk defa bu kadar doğrudan yöneltmişti adama.

“Gidiyor musun Emine?”

“Evet, ama gitmeden şu gömleğinizi de yıkasam diyorum.”

“Tamam sen git. O sorun değil. Çok kirlenmedi. Zaten akşam dışarı çıkacağız, orada da giymeyi düşünüyorum.”

“Ama Volkan Bey, tertemiz gömlekler var içeride. Birisini getireyim. Böyle kirli kirli olur mu?”

“Olur, sen takma kafana. Akşam mangala gideceğiz. Temiz gömleğe yazık. Zaten ben boynumu sabunlu suyla silmeden gömlek giymem.”

“Beyefendi, ne olur!” derken umudunu yitirmiş görünüyordu Emine. Galiba kader böyle bir şeydi. Bazı şeyleri engellemek olanaksız mıydı gerçekten?

Dış kapıya yönelen Emine dengesini kaybedecek kadar aniden durdu. Birden ve heyecanla salona döndü. “O zaman ütüleyeyim. Ne olur! Sonra Feriha Hanım beni sorumlu tutacak buruşuk gömleğinizden.”

Volkan Bey kadının inatçılığından mı bezdi yoksa hafif uzandığı için gerçekten buruşmuş gömleğini kendine yakıştıramadı mı bilinmez. Gömleği hırsla çıkardı, öfkeyle buruşturup bir şey söylemeden Emine’ye attı. Emine o esnada insanların nankörlüğüne bu denli yakından şahit olmanın iç bunaltıcı ekşiliğini tadıyordu.

Ütü odasında, güzel kokulu çamaşırların arasında işe koyuldu Emine. Şüphenin iyiden iyiye dürtmeye başladığı Volkan Bey’i gerçekten ütü yaptığına inandırmak için bol bol buhar kusturdu makineye. Sonra gömleği çantasına attı. Evden çıkmadan önce son bir kez salona yöneldi. Volkan Bey’e “Gömleği dolabınızdaki askıya astım,” demek niyetindeydi. Oysa genç adam o aynı tahrik edici kanepenin üzerinde uyuyakalmıştı. Horlamasına bakılırsa uykusu derindi.

Ama genç adamın uykusunun derin olduğunu gösterecek asıl kanıt, ütünün doğurduğu alevlerin homurtusunun dahi onu uyandıramamasıydı.
İstanbul, Mart 2009

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



Konular
avatar

Misafir Yazar

Henüz Kayıp Dünya'ya üye olmamış yazarların hikaye ve makaleleri "Misafir Yazar" olarak tanımlanmaktadır.

1 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

  • Çok güzelmiş hikayeniz Ahmet bey. Bunun gibi hikayeleriniz devam edecekse beni de bir kayıp dünyalı yaptınız demektir 🙂

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da