Fantastik Fantastik Hikaye Hikayeler Sesli Hikaye

KATEDRAL

Eski katedralin içerisinde yüzyıllardır nefretten doğan öfke, şiddetle saçılan dehşet, kanla beslenen kaos hâkimdi.

Katedral denildiğinde akla gelen şey; yasaklanmış, bilinmez dinlerin kanlı törenleri, kaçırılan insanlar, onlara uygulanan işkencelerdi.

Tamamen terk edilmiş yapının yakınlarına kimse yaklaşmasa da kaybolan pek çok yolcu, köylerden kaçırıldığı iddia edilen birçok insan biliniyordu.

Çevredeki yakın ahali, bu katedralin çok çok uzaklarından geçmeyi tercih ederlerken geceleri bu taş binadan yayılan çığlıklar, etrafını saran ormana ulaşır ve duyan herkesin kanını dondururdu.

Rivayete göre bu katedralin yakınından hayvanlar dahi geçmezmiş.

Katedrale yaklaşan adam özellikle geceyi seçmişti.

Katedral daha önce pek çok masum insanı içine kabul etmişti; ama hiçbirinin dışarı çıkmasına izin verdiği görülmemişti.

Gri, uzun saçları gece rüzgârında savrulan adam sakin adımlarla avluda yürüyor, kapıya yaklaşıyordu. Pelerini rüzgârda dans ederken sert tabanlı botları mermer taş döşeli yolu dövüyordu. Güçlü fiziği, cüssesinin heybetine yansıyordu.

Boz renkli, uzun kapüşonlu pelerini başından ayakuçlarına kadar tüm vücudunu örtüyordu. Bulutların örtüsünden taşan ay ışıkları adamın gölgesini yere desenliyordu.

Adam kendinden fazlasıyla emin, güçlü adımlarla katedralin girişindeki merdivenleri aştı. Ana binanın kapısının tokmağına elini uzattığında arkadan vuran ay ışığının yarattığı uzamış gölgesi çift kanatlı, hantal kapıya düşmüştü bile.

Güçlü adam, kapıyı açmadan önce kısacık bir süre bekledi. Sonra kasılan elinde şişen damarlar gölgelendi. Adam tüm gücüyle ittiğinde kapı isyan edercesine gıcırdadı. Adeta misafiri içeri girmemesi, ölmemesi için uyarıyordu.

Fakat eğer adamın yüzündeki kendinden emin gülümsemeyi görseydi…

Herhalde bu kez korkuyla inlerdi.

Adam içeri doğru ilerledi. Zifiri karanlığa adımını attığında devasa salonu dolduran gece iblislerini gördü.

Gece iblisleri iğrenç tıslamalarla sesler çıkarıyor, çılgınca dans ediyordu. Destek sütunların üstünde yükselen, kubbeli büyük salonun ortasına konmuş dört adet dev kandil kazanında yanan ateşlerin çevresinde hoplayıp duruyorlardı. Ateşlerden yayılan ışıklar salonu turuncuya boyuyordu. Etraflarında çılgınca koşturup, huşuyla dans eden iblislerin deviniminin alevlerde yarattığı hareketler bir yana gulyabanîlerin perdelemesiyle de duvarlarda çirkin gölgeler biçimlenmişti.

Tiksinti doğuran, iğrenç ayinleri içinde kendilerini kaybetmişlerdi. Salondaki yanan ateş kandillerinin tam ortasında iki mermer sunak ve üzerlerinde parçalanmış, tanınmaz hale gelmiş iki ceset göze çarpıyordu. Bunlar kurban edilmek üzere getirilmiş bir köylü kızı ya da ıssız ormanın ortasından geçen toprak yolu kullanmış bahtsız bir yolcu olabilirdi.

Gece iblislerinin çığlıkları salonu inletiyordu. Küçük sivri kulakları, çıplak tenleri, insandan bozma vücutları, titrek kuyruklarıyla çirkinliğin timsali olan tiplerdi bunlar. Sivri dişlerini arada sunaktaki bedenlere gömüp çıkarıyorlardı. Bazıları ise birbirleri arasında tepişiyordu.

Bir an için havada tuhaf bir akım hissedildi. İblisleri susturan, durduran bu garip enerji adeta alevleri dondurmuştu. Saliseler içinde her şey tekrar normale dönüp gece iblisleri törenlerine devam ederken, kandil ışıklarının rengi de turuncudan mora değişmişti.

Parlak mor alevlerin büyülü olduğu belli olan ışıkları gece iblislerini çok daha ürkütücü kılıyordu. Gece iblisleri, cesetten et parçaları kopartırlarken keyifle çığlıklar atıyorlardı.

Katedraldeki çirkinlik dolu ritüelin bu aşaması başladığında mahlûkatların içindeki kasvetli, çarpık hevesler de artmış, daha da coşmuşlardı.

Gri saçlı adam bu iblisleri seyrediyordu. Yaratıkların gelenden haberleri yoktu.

Tüm bu çirkin yaratıkların hepsi aslında meczuplardı. Karanlıkların şevkine, kötülüğün çirkin zevklerine, tuhaf tanrıların anlaşılamaz buyruklarına, kafalarında yarattıkları putların kulaklarına fısıldadıklarını düşündükleri acibeliklere kaymış insanlardı. Bu insanlar başlarda bu garip törenlerde eğlence aramışlardı. Zaman geçtikçe bu törenlere bağımlı hale gelmişler nihayetinde de benliklerini tamamen yitirmiş, sapkınlaşmışlardı. Artık yarattıkları çirkin dünyalarını bu katedrale sığdırmış, klanlaşmışlardı.

Ortaçağ’ın esrarengiz, karanlıklar içindeki, teknolojiden uzak hayatta bu barbarlık dolu, işkenceyle beslenen sapıklıkları yaşamak kolaydı.

Gri uzun saçlı adamı fark ettiklerinde iblislerin çığlıkları da dansları da bıçak gibi kesildi. Tören durmuştu. Karanlık salona çok ürkütücü bir sessizlik çöktü. Mor ateşin ışığı altında; kel kafalı, çıplak-buruşuk tenli, iğrenç iblisler merakla kapıya bakıyorlardı.

Gece iblisleri daha önce hiç bu kadar kendinden emin bir av görmemişlerdi.

Karşılarına çıkan tüm insanlar, çığlıklarla kaçmaya çalışırlardı. En büyük ve güçlü gözükenleri bile karşılarında küçük çocuklar gibi ağlarlardı.

İblislere karşı bu kadar sakin olmak bir yana; insanlar iblislerin gözlerine bakamazlardı bile. Hele salonu dolduran kırktan fazla ucubeyle karşı karşıyayken…

Sadece bir iblisin yüzünü yakından gördüğü için çıldıran insanların sayısı hiç de az değildi.

Gece iblisleri, törenlerini durdurmuşlardı. Kutsal zamanın kesilmesinden dolayı son derece sinirli oldukları belliydi. Öte yandan dehşetle dolu böylesi bir salona sakince girip kendilerine bakan adam onları şaşırttığı gibi korkutmuştu da…

Kırktan fazla iblis tıslayıp, garip sesler çıkarırken salon girişindeki iri adama bakıyorlardı. Katedralin diğer odalarından çıkıp gelen, koridorlardan yaklaşan, merdivenlerden inen birçok yeni iblis de diğerlerine katılmıştı.

İblisler merak içindeydi.

Çift kanatlı katedral giriş kapısının önünde duran adam, elini uzun pelerininin kopçasına uzattı. Büyük kancayı çözdü ve pelerin olanca ağırlığıyla süzülerek yere düştü.

Pelerinsiz kalan adamın üzerinde normal kıyafetlerden başka hiçbir şey olmadığını gördü, iblisler!

Ne zırh!

Ne kılıç!

Ne kalkan!

Ne de bir büyücü asası!

İblisleri korkutacak hiçbir şey yoktu.

Sadece; basit yolcu kıyafetleri vardı adamın üzerinde.

Hırpalanmış, parçalanmış kıyafetler! O kadar…

İblisler daha da rahatladılar. İçlerinde sırıtanlar olduğu gibi kıkırdaşmaya cesaret bulabilenler bile vardı.

Hatta öndekilerin bazıları, arkalarındaki kalabalık güruhtan cesaret alıp birkaç adım daha attı. Adama doğru!

Adam ise sakin gözlerini bu mahlûkatlara dikmişti. Mırıldanmaya başlamıştı.

Gri saçlı adamın dudaklarındaki belli belirsiz hareketler hızlanırken, elleri göğüs hizasına kalktı ve iblislere doğru avuçlarını açtı.

İblis’ler kudretli bir büyü beklentisiyle geri çekildiler.

Adamın gözleri sıkıca kapanmıştı.

Tüm hayatı boyunca yaşadıklarını düşünüyor ve hızlıca mırıldanıyordu.

Başına gelenleri…

Gördüklerini…

İşittiklerini…

Karşılaştığı iğrençlikler, zulüm…

Zalimler, işkenceler…

Yüreksiz insanların kudret, güç, başarı için yapabildikleri…

Sevgiler, aşklar…

Aldatılmışlıklar…

Dostlukların kurulması…

Kuruş karşılığı güvenlerin yok oluşları…

Mutluluklar…

Ailesi…

Karısı…

Kaybettiği çocukları…

Esrarengiz adam; bir yandan tüm bunları düşünüp aklından tüm hayatını geçirirken;  öte yandan da hatırladıkları hakkında mırıldanıyordu…

Adamın aklından geçen eski anılar, vücudunun tüm hücrelerinde muhteşem bir enerji akışı başlattı. İçinde öyle bir güç doğdu ki; oluşan ışık bedeninden taşıyordu.

Ortaya çıkan enerji belki de adamı öldürecekti. Coşkun sel suları gibi köpürdü bu güç…

Sonunda enerji, soluk mavi bir ışık olarak adamın gözlerinden, burnundan, ağzından çıktı.

İblislere doğru…

Adam aynı anda bağırdı:

“SİZİ YOK EDECEĞİM.

SİZLERİN VARLIĞINI ORTADAN KALDIRMAK, KÖKÜNÜZÜ KURUTMAK İÇİN BURADAYIM, CEHENNEM TOHUMLARI!

İBLİSLERİN VAR OLDUĞU BİR ZİHİN İSTEMİYORUM.

BU ŞEKİLDE YAŞAMAYACAĞIM!”

O kadar muhteşem bir güç ortaya çıkmıştı ki; bütün gece iblisleri parçalanarak çığlıklar içerisinde yok oldu. Etleri kavruldu. Pek çoğu üstlerine gelen mavi ışıktan kaçınmak için yararsızca yüzlerini örtmek için ellerini kaldırdılar. Önlerine diğerlerini siper ettiler.

Tüm çabalar faydasızdı. Öfkeyle yaratılmış mavi ışık, dalgalar halinde güruha daldı. Tüm yaratıklar parçalanarak yok olurken, salon muhteşem bir şekilde aydınlandı.

Katedralin girişindeki, sütunlar önce titredi. Enerji dalgasına dayanmaya çalıştı. Yıprandı, çatırdadı.  Sarsıldı. Ama sonunda durdu.

Salonda tek bir yaratık kalmamıştı.

Adam eğilip pelerinini aldı. Örtündü ve kopçasını kilitledi.

Hakir görürcesine salonun ortasına tükürdü ve sırtını dönüp çıkıp gitti.

Katedralin derinlerindeki yaratıklar geriye, mahşerden açılan deliklerine doğru kaçıştılar. Hiçbir yaratık esrarengiz adama karşı koymak istemiyordu. En azından bugün!

Ve hiçbir yaratık cehennemde ruhsuz şekilde sonsuzluğun bitmesini beklemek istemiyordu.

Bu gece; artık yeni bir katliam yaşanmayacaktı…

Bina tamamen temizlenmişti.

Artık huzur hâkim olacaktı, bu katedrale… Gri saçlı adam bir kez daha ilaçlarını içmeyi unutana kadar…

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Korkut ALDEMİR

1978 Eskişehir doğumlu olan Kırka, İnönü, Eskişehir, İzmir ve Ankara'nın harmanladığı Korkut Aldemir, evli, Azra'nın babası ve Uzman Diş Doktoru'dur. Halen Ankara'da yaşamakta, hayatın olanca ağırlığı ve ciddiyeti içinde, nefes kesen gerçek anların avcılığını tapmaktadır. Edebiyata ve fantastik dünyaya olan ilgisi uzun yıllara dayanan yazarın ilk romanı "Ankara'da Soğuk Gece"dir. Biri Ankara'da Soğuk Gece'nin devamı olmak üzere üç roman üzerinde çalışmalarını devam ettirmektedir.

7 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

  • Korkut bey merhabalar…

    Kitabınızı okumuş ve çok beğenmiştim. Aynı şekilde bu hikayenizden de çok etkilendim. Artık kayıp dünya yazarı olduğunuza göre başka hikayelerinizi de okuyacakmıyız?

    Bir sorum daha var. Ankara’da soğuk gece gibi bir kitap daha çıkarmayı düşünüyor musunuz?

    Saygılar..

    Cenk


    • Değerli Cenk;
      Sana da merhaba.

      Gerek romanım gerekse de ‘Katedral’ hakkındaki güzel eleştiri ve yorumların için teşekkürler.

      Evet! Belirttiğin gibi artık Kayıp Dünya yazarlarından birisiyim. Dolayısıyla kısa hikayelerim ve bazen makalelerimle bu güzel buluşma merkezinde olacağım.

      Diğer Soruna gelince;
      Ankara’da Soğuk Gece Tam macera olan bir roman. Çünkü seri özelliği olmamasını ‘Devam kitapları bir-bir buçuk yıl sabırsızlıkla beklemeyi sevmeyen bir okur’ olarak inatla istemedim.
      İşte o nedenle de romanda ucu açık nokta bırakmadım.
      Diğer romanlarım üstüne çalışmalarım devam ediyordu.
      Bunun yanı sıra Ankara’da Soğuk Gece ciddi bir okur kitlesi ve beni gülümseten oranda beğeni aldı.
      ÇOK KARAKTERLİ bir roman olmasının yanı sıra GENİŞ bir Fona-karmaşık bir kurguya sahip olduğundan dolayı da bana ulaşan arkadaşlar devamı olmasını özellikle istedi.

      Eh! Zaten benim de aklımda böyle bir proje vardı. Ben de öykünün yazarı olarak içimdeki her fikri sunamamıştım!
      Son aylarda tüm çalışmaları durdurup Ankara’da Soğuk Gece’nin devamı olan ikinci kitabı yazdım.
      Artık bu projenin sonlarındayım. 2.Kitap yakında tashih-basım mutfağına girecek.

      Sevgi ve Saygılarımla.

      • Güzel haberler bunlar 😀

        çok teşekkür ederim, böyle özenli ve ilgili cevap verdiğiniz için. genel Türk kitap yazarı çizgisinin dışındasınız. Doktor muşsunuz da..

        Saygılar, sevgiler….

        Cenk

  • Kayip Dunya’da pek rastlamadigim karanlik hikayelere guzel bir katki olmus. Giris ve gelismeden ziyade sonuc havasinda ilerlemesi yuzunden anlatilanin degil anlatilmayanlarin ilgimi daha fazla cektigini soylemeliyim.
    Paylastiginiz icin tesekkurler.

  • Ve bir gün ilaçlarını almadı adam. Öldürdüğü iblisler onun çocuklarıydı çünkü, onun küçük parçaları. Çok daha önceleri gitmişti o katedrale aslında,güvenli ve sakinken. Rahat salonunda oturup, pencerelerden bakmakla yetinmedi adam,gezdi yasak odalarını göründüğünden çok daha büyük ve karmaşık olan katedralin. Yasak odalarında doğurdu gizli iblislerini. Bir gün ilaçlarını almadı adam. Çünkü doğurduklarıyla savaşmak,sakince oturmaktan daha keyifliydi çoğu zaman…

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da