Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

Deli

Irkından nefret ediyordu… Sebeplerini bir bilseler, kesin deli damgası yerdi. Bu yüzden kimseye anlatamazdı. Yoksa bir yere kapatırlardı onu. Sözde tedavi adı altında önce deli olduğunu kabul ettirirler ve sonra da gerçekten deli olanların arasına atarlardı.

Irkından nefret etmesi için yüzlerce sebep vardı ama asıl sebep ırkının galaksideki bütün yaşamın düşmanı olmasıydı. Hepçil bir ırk olarak yaptıkları tek şey galakside yeni yaşam biçimleri bulup onları yemekti. Kendi dünyalarındaki hayvan, bitki ne var ne yoksa hepsini yiyip bitirmişlerdi. Bu arada bir süre birbirlerini de yedikten sonra bir şekilde uzay yolculuğunu başarmışlar ve yakınlardaki güneş sistemlerinden başlayarak bütün galakside yaşam olan dünyaları bulup yemeye devam etmişlerdi.

Gezegenlerinin dışında hayat bulur bulmaz bütün doğum kontrol programlarını iptal ettiklerinden nüfus patlaması yaşamışlardı. Artan nüfusun bir türlü doymak bilmeyen midelerini doldurmak için hayat keşfettikleri gezegenlerde iaşe kolonileri kurmuşlar ve hayvan, bitki yenilebilecek ne varsa toplayarak ana gezegenlerine göndermeye başlamışlardı.

O da bu kolonilerden birinde görevliydi. Görevi, önüne getirilen her şeyi testlerden geçirip yenilebilecek olanların besin değerlerini hesaplayarak kataloga eklemekti. Bu yüzden kendinden de nefret ediyordu. Mesela az evvel besin değeri yüksek olarak etiketlediği kuşa benzeyen ama uçamayan şu hayvan, birkaç ay sonra tüm galakside tüketilmeye başlanacaktı. Bu sevimli hayvanın milyonlarcasının tek tek kafası kesilecek, tüyleri temizlenecek, derisi yüzülecek, etleri, kemikleri, iç organları yani yenilebilen her yeri yenildikten sonra geriye kalanlardan da kimyasal maddeler üretilecekti. Bunların hepsi sırf o bu hayvanı yenilebilir diye etiketlediği için olacaktı. Bu düşünce onu çıldırtıyordu.

İşin kötüsü, kendisi de yemek zorundaydı. En azından günde sadece bir öğün, o da sadece bitkiyle beslendiği için içi bir nebze rahattı ama bu durum diğerleri arasında alay konusuydu. Bu yüzden de son zamanlarda yemeklerini hep tek başına yemeye başlamış, nefreti de artmaya devam etmişti.

Irkının yaşam biçiminin vahşeti artık dayanılmaz hale gelmişti. Bunu durdurmalı, bir şekilde engellemeliydi. Bir şeyler yapmak istiyordu ama elinden ne gelirdi? Milyarlara karşı sadece bir kişi, okyanusta bir kum tanesiydi. Yüzlerce gezegendeki yaşamı kendi ırkından kurtarmak için bir tek kendisinin gücü yeter miydi? Her şeye rağmen gerçekçi düşünüyordu. Her gezegeni kurtaramazdı ama şu anda bulundukları gezegeni… Evet bunu yapabilirdi. Buraya ineli sadece birkaç gün olmuştu ve henüz olumlu bir rapor verecek kadar yaşam formu keşfedilmemişti. Bu sevimli küçük gezegeni kurtarabilirdi. Şimdi tek ihtiyacı olan iyi bir plandı. İyi ve basit bir plan. Mesela, ana gemiyi havaya uçurmak gibi…

Kesin kararını verdiği için keyfi yerine geldi. Ama vakit kaybedemezdi. Rapor gönderilmeden önce hemen bu planı uygulamalıydı. Böylece kimse bu geminin başına neler geldiğini bilemeyeceğinden bu gezegene kimseler gelmeyecekti. Uzayda kaybolup giden gemilerin sayısı az değildi. Kendi gemisi de kayıp gemilerden biri sayılabilirdi. Planı uygulamak için en iyi zamanın gemi mürettebatının çoğunun bir arada olacağı akşam yemeği saati olduğuna karar vererek sabırsızlıkla akşam olmasını bekledi.

Akşam yemeğinden bir saat önce geminin cephaneliğine geldi. Her mürettebatta standart olduğu gibi onun da ordu malı GB33-X model bir ışın silahı vardı ve rutin bakım günü de şansına tam olarak o gündü. Cephanelik nöbetçisiyle bir süre ayaküstü lafladıktan sonra bakım gününün geldiğini ve bakım yapmak üzere silahını istediğini söyledi. Bu son derece normal bir istek olduğundan nöbetçi bir şeyden şüphelenmemişti. Nöbetçi kapıyı açmak için arkasını döndüğünde elindeki ağır çekici kafasına indiriverdi. Aradığı bomba cephanelikte fazlasıyla mevcuttu. Birkaç tane alarak geminin belli bölümlerine yerleştirmesi, sonra da tek bir düğmeyle gemiyi ve içindeki herkesi yok etmesi işten bile değildi.

Son bombayı yerleştirmek için en iyi yer yemekhanenin altıydı. Diğer bombaları kimseye fark ettirmeden yerleştirmiş ve uzaktan patlatma düzeneklerini kurmuştu. Son bombayı da kurup sakin bir şekilde yemekhaneye çıktı. Herkesle birlikte yemek sırasına girdi. Sırası geldiğinde sakince yemeğini aldı ve bir masaya oturdu.

Tepsilerde birkaç çeşit hayvan ve bitki kızartılmış, şişe geçirilmiş, pişirilmiş ve soslara bulanmış halde tepeleme yığılmıştı ve görüntü iğrençti. Diğerleri bir yandan tıkınırken bir yandan da bütün bunların ne kadar lezzetli olduğundan ve böyle lezzetli şeylerle dolu bir gezegen buldukları için ne kadar şanslı olduklarından bahsediyorlardı.

Bütün bu vahşetten tiksinerek yüzünü çevirdi. Bombaları patlatacak ateşleme mekanizmasını eline aldı. Derin bir nefes alacak, düğmeye basacak ve sonra her şey bitecekti. Bir dünya kurtulacaktı. Derin bir nefes aldı… Düğmeye dokundu… Ve kafasına yediği çekiç darbesiyle bayıldı.

* * *

“Günaydın Hüseyin Çavuş! Kafanız nasıl oldu?”

“Günaydın Komutanım. Teşekkür ederim hala acıyor ama doktor birkaç sene daha yaşayacağımı söyledi.”

“Şaka bir yana ucuz atlatmışsın. Hepimiz ucuz atlattık, sayende.”

“Eh, şans işte. Sinirden gözüm dönmüş olmasaydı… Cephanelikte ayıldığım gibi bana vurduğu çekici kapıp koştum peşinden.”

“Maalesef, o sinir yüzünden askeri mahkemeye çıkacaksın. Ama dert etme. Sen cephanelikten 5 bomba çalmış ve gemiyi havaya uçurmaya çalışan bir adamı durdurdun. Koloniyi kurtardın. Yani değil ceza, madalya bile alacaksın Çavuş.”

“İnşallah Komutanım. Peki o deliye ne olacak?”

“Ehh, dediğin gibi belli ki delirmiş. Yazık. Şimdilik hapsettik. Bütün galaksiyi yiyip bitireceksiniz diye bağırıp duruyor akşama kadar. Bu gezegenden topladıklarımızı almaya gelecek ilk kargo gemisiyle de dünyaya geri postalıyoruz. O’nu da herhalde Bakırköy’e kapatırlar artık.”

Gürkan Kara / Nisan 2011


Görsel : ~TheUnlikedOne

 

 

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş

avatar

Gürkan KARA

Fantastik edebiyata ilgim ilkokulun ilk günü babamın aldığı "Alaaddinin Sihirli Lambası" ile başladı. Lise yıllarında fantastikten bilimkurguya doğru bir geçiş dönemi yaşasamda zaman içinde bunu dengeleyerek her iki türünde sıkı bir okuyucusu oldum. Uzun yıllar okumanın ardından nihayet fantastik ve bilimkurgu türünde kısa hikayeler yazmaya cesaret edebildim. İleride daha iyi öyküler yazabilmeyi umuyorum.

14 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

Altuğ GÜRKAYNAK için bir yanıt yazın İptal

  • Demek kahramanımız radikal vejeteryanmış. Günümüzde de benzer eylemler görüyoruz ara sıra. Neyse ki, kimseyi içeri kapatmıyoruz…

    Elinize sağlık Gürkan Bey…

    • Teşekkürler Badahan Bey. Aslında kahramanımızın bayağı bir psikolojik sorunları mevcut olsa gerek. Koloni gemisini havaya uçurmaya kalkmasa sorun yoktu aslında ama o andan itibaren delirdiğine hükmettik… (:

  • Asimov’un kısa öykülerini hatırlatan bu tarz kısa hikayeleri seviyorum. Sevgili dostum Gürkan, yine güzel bir öykü yazmış.

    Bence karakter aslında o kadar da deli değil. İnsanların galaksiye sınırsızca dağıldığı böyle bir ortamda, hele ki bizim karakterinki gibi bir işte çalışıyorsa insanın dengesini kaybetmemesi, ya da bu tarz davranmaması zor olabilir 🙂

    Karakter tahlillerini ve yazıya dökme tarzını çok beğeniyorum 🙂 Eline sağlık dostum.

  • Hikayenin sonunda hınzırca gülümserken buldum kendimi.

    Kısa, güzel bir hikaye olmuş. Kaleminize sağlık 🙂

    • Mehmet beğendiğine sevindim. Senin öykülerin de gerçekten çok kaliteli ve okumaktan çok keyif aldığım öyküler. Çok daha iyilerini yazabilmemiz dileğiyle.

  • Çok güzel bir hikaye olmuş. etkileyici. Gerçeken akılda bir düşünce bırakıyor. Düşünüosun ve bir çok olayla eşleştirebiliyorsun. Ancak dikkatimi tek şey bir çok gezegene Dünya diye hitap etmiş olman.
    Eline sağlık…

    • Emre teşekkürler. Bir çok gezegenden dünya diye bahsetmem konusunda haklısın. Yazarken dikkatimi çekmemişti ancak tekrar okuyunca biraz kavram karmaşası olduğunu gördüm. Bundan sonra bu konularda daha dikkatli davranacağım.

  • Delilik, kendi ırkından nefret etme, tahta kılıç, çocukluk… Bunlara bir de Heavy Metal öğeleri eklersen Gürkan öykülerinde aynaya bakıyormuşum gibi hissedeceğim=)) Hoş bir kısa hikaye olmuş, kalemine sağlık…

  • Altuğ’a katılıyorum, Asimov’un kısa hikayeleri tadında olmuş. 🙂 Bir de gezegenleri yiyor deyince Marvel evrenindeki Galactus geldi aklıma. Gezegenleri yaşam enerjilerini almak için yutan bir yaratık olur kendisi.

    • Müge beğendiğine sevindim. 🙂 Önümüze fırsat çıkarsa eminim insanlık olarak Galactus kadar gezegen yiyebiliriz. Önce şu kendi gezegenimizi bir yiyip bitirelimde…

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da