Bilimkurgu Makale Makale

UYUMSAL BİR TEPKİ OLARAK BİLİMKURGU

Dikkat: Bu yazının amacı psikolojik bilgi vermek değildir. İnsanların stres karşısında verdikleri tepkiler ile ilgili bilgiler uzmanlar tarafından yazılmamıştır. Sağlık açısından merak ettiğiniz konuları doktorunuza danışınız.

 

Yazın tarihinin başlangıç dönemine kadar edebiyatta bilimkurgunun izlerini görmek mümkündür. Bununla beraber bugün bilimkurgu edebiyatı olarak tanımladığımız eserlerin büyük çoğunluğu, sanayi devrimi sonrasında, teknolojik gelişmeler ile başlayan değişim süreçlerinden sonra yazılmıştır.  Bu değişim süreci günümüzde de devam etmektedir.

Sanayi devrimi ile başlayan değişim, insan ömrü ölçeğinde uzun bir süreç gibi görülse de insanlık tarihi ölçeğinde ele alındığında, oldukça ani ve hızlı gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 19. yy sonu ile başlayıp günümüze kadar devam eden bu süreçte toplumların ve toplumsal ögelerin verdikleri tepkileri, insanların değişen koşullara verdikleri tepkiler ile benzeştirmek bu benzerliğin bilimkurgu külliyatı içerisinde izlerini aramak mümkündür.

1920’li yıllarda, Amerikalı fizyolog Walter Bradford Cannon, ilk defa ‘savaş ya da kaç (fight or flight)‘ tepkisini tanımlamıştır [1]. Bu terim, evrimsel süreç boyunca insanların geliştirdiği, zararlı bir durum karşısında ortaya çıkan fizyolojik tepki anlamına gelmektedir. Savaş ya da kaç tepkileri dışında bir de ‘don (freeze)‘ veya ‘itaat et (fawn)‘ tepkileri bulunmaktadır [2]. Buna ek olarak son dönemde yapılan araştırmalar, hızlı değişen koşullar karşısında verilen bir diğer tepkinin ‘evrimsel adaptasyon‘ olduğunu belirtmektedir [3].

Beş grupta toplanabilecek bu tepkiler, insan vücudu bir tehdit algıladığında ortaya çıkmaktadır. Bu tehdit gerçek bir tehdit olabildiği gibi hayali de olabilir. İnsanların, biyolojik ve psikolojik anlamda, hızlı çevresel değişimler karşısında hayatta kalmak için verdikleri tepkiler, stres ve korku ile yakından ilişkilidir. İnsan vücudu stresli bir durumla karşılaştığında, kalp atışları ve nefes alış verişleri hızlanır, vücuda hormon pompalanması gerçekleşir ve harekete geçmeye hazır bir hale gelir. Adrenalin ve diğer hormonların etkisi ile vücut, normalde baş edemeyeceği bir zorlukla dahi mücadele edebilir.

Toplumlar da mevcut veya hayali bir tehdit ile karşılaştıklarında, beklenmeyen tepkiler verebilirler. Sanayi devrimi, daha önce hiç olmadığı kadar teknolojiyi insan yaşamının içerisine sokmuştur. Yaşanan ani değişim de kimi toplumlarda tehdit hissini körüklemiş ve farklı düzeylerde tepkiler ile sonuçlanmıştır. Teknolojinin hızı ve buna bağlı olarak gerçekleşen dönüşümler, toplumların tıpkı bireylerdeki hayatta kalma tepkilerine benzer tepkiler vermesi ile sonuçlanabilir. Edebiyat ve özellikle bilimkurgu alanı, insanları tehditlere karşı uyaran, önlemler alınması ve mücadele edilmesine yol gösteren projeksiyonlar sunar. Bu durum bilimkurgu edebiyatı içinde teknolojiyi kullanarak daha iyi bir geleceğe ulaşmaktan, teknolojiye savaş açmaya kadar değişen bir yelpazede yer bulmuştur.

Bilimkurguda toplumların karşılaştıkları tehditler çok çeşitlilik göstermektedir. İnsanlığın sonunu getirecek olaylar; Camille Flammarion’ın, “Omega: The Last Days of the World” (1893-1894) kitabında ele aldığı gibi dünyaya çarpacak bir kuyruklu yıldız veya Hugh Kingsmill’in “The End of the World” (1948) hikayesinde olduğu gibi güneşin süpernovaya dönüştüğü kozmik bir felaket olabilir. Ward Moore tarafından kaleme alınan 1947 tarihli “Greener Than You Think” adlı romanda durdurulamaz bir bitkinin dünyayı ele geçirdiği biyolojik bir felaket resmedilmektedir. Özellikle atom bombasının kullanımı, insanlığın sonunu yine insanların getireceği düşüncesini tetiklemiştir. Ursula K. Le Guin’in 1985 tarihli “Always Coming Home” romanı, modern toplumun kendini yok etmesinin ardından geçmişin kıyametinden uzak bir gelecekte yaşan Kesh toplumunun teknoloji ve sosyal düzene dair keşifleri ile ilgilidir. 1984 tarihli “The Terminator” ise hem nükleer savaş hem de insanlığı yok etmeye çalışan Skynet adlı yapay zekâ ile teknolojinin yaratabileceği karanlık geleceğe dair karamsar bir tablo çizmiştir.

The Terminator

 

Tarih boyunca yükselen faşist politikaların etkisiyle ortaya çıkan zenofobi (yabacılara karşı duyulan korku) bilimkurguda çoğunlukla uzaylı istilaları şeklinde resmedilmiştir. H. G. Wells’in 1898 tarihli, “The War of the Worlds” (Dünyalar Savaşı) hikâyesi bu korkunun ilk örneklerinden biridir. Soğuk savaşın izlerini “Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb” filminde görmek mümkündür. Doğal kaynakların aşırı kullanımı ise Dirk C. Fleck’in “GO! – Die Ökodiktatur: Erst die Erde, dann der Mensch” adlı kitabında, insanlığın devamı için kurulan ekolojik diktatörlüğün hikayesinde kendine yer bulmuştur. Robert A. Heinlein’ın “The Moon Is a Harsh Mistress (1966)” (Ay Zalim Bir Sevgilidir) isimli kitabında, bilinç kazanan yapay zekânın, Ay sakinlerini dünyaya karşı kışkırtması gibi dolaylı ve Daniel H. Wilson’ın “Robopocalypse”inde (2011), bir yapay zekânın, Dünya’nın ekosistemini korumak için insanlığı yeryüzünden silmeyi amaçlaması gibi doğrudan yıkıma götüren bir teknoloji korkusu da bilimkurgudaki başlıca korku ögelerinden bir olmuştur.

Toplumların yüzleştikleri tehditler bunlarla sınırlı olmadığı gibi zengin bilimkurgu külliyatında insanlığın bu tehditlerle ne şekilde yüzleştiği çok farklı şekillerde resmedilmiştir. Bununla beraber toplumsal stres ve bilimkurgu içerisindeki tepki reflekslerini yukarıda bahsedilen beş tepki grubu dâhilinde takip etmek mümkündür.

Savaş tepkisi, canlının karşılaştığı tehdit ile saldırgan bir şekilde yüzleşmesidir. Belki de bilimkurguda en çok kullanılan temalardan birisidir. Tehdit kaynağı ile savaşarak kurtulma teması, ister uzaylılarla, ister robotlarla olsun, insanlığın elindeki tüm kaynaklarla savaşması şeklinde kendine yer bulmuştur. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, soğuk savaş ve yapay zekâ konusundaki ilerlemelerin yarattığı korku ve endişe ortamı, savaş tepkisinin bilimkurgunun en yaygın ögelerinden biri olması ile sonuçlanmıştır. Örneğin 1985 yılında Orson Scott Card tarafından yazılan “Enders’s Game” (Ender’in Oyunu) adlı kitapta, gelecekte Formics adındaki uzaylılarla savaşan bir dünya resmedilmiştir. H. G. Wells’in 1898 tarihli, “The War of the Worlds” adlı hikâyesi ise edebiyatın gerçek hayatla kesiştiği noktada kaçış tepkisinin canlı bir örneğini temsil etmektedir.  Orson Wells tarafından radyo uyarlaması yapılan hikâye, gerçekçiliği nedeniyle Amerikan halkını panik içerisinde sokaklara dökmüştür.

Kaç tepkisi, tehlikeden olabildiğince uzağa kaçmaktır. Kaçış, ekosistemi yaşanmaz hale gelmiş bir dünyadan nesil gemileri ile uzaklaşmak ve başka gezegenlere yerleşmek şeklinde olabilir. Örneğin Alexei Panshin tarafından yazılan “Rite of Passage” (Ergenlik Ayini) adlı kitapta dünyanın yok olmasının ardından dev bir uzay gemisiyle yolculuk eden insanlığın son üyelerinin hikâyesi anlatılmaktadır.

Kaç tepkisinin kimi zaman intiharla temsil edildiği de bilimkurguda görülen bir temadır. İntiharın edebiyatta nihai bir kaçış yolu olarak gösterilmesi, antik zamanlara kadar uzanır. Bilimkurgu alanında da bu strateji, kendine yer bulmuştur. Örneğin Aldous Huxley tarafından yazılan ve 1931 yılında yayınlanan “Brave New World” (Cesur Yeni Dünya) kitabında yer alan John adlı karakter, kitabın sonunda kendisini asarak intihar eder.

*Bir kurbağa, kaynar suya atıldığında zıplayarak kaçar ve kurtulur. Bunun yerine soğuk suya konulup, su yavaş yavaş ısıtılırsa, suyun sıcaklığı ile birlikte vücut ısısı da artan kurbağa, suyun ısındığını fark etmez ve en sonunda ölür.
Don tepkisi, fiziksel olarak hareket edememe şeklinde ortaya çıkar. Canlının karşılaştığı tehlike, bununla mücadele etme kapasitesinden fazla ise canlıyı korkudan hareket edemeyecek şekilde felç eder. İnsanlar, ezici bir güç karşısında diğer insanlar ya da uygarlıklardan yardım alamadıklarında da don tepkisi tetiklenir. Bilimkurgu içerisinde don tepkisine örnek olarak 1953 yılında Arthur C. Clarke tarafından yazılan “Childhood’s End” (Çocukluğun Sonu) verilebilir. Kitabın konusu, haşlanan kurbağa hikâyesi* ile benzeştirilebilir.

Hikâye, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliğinin uzay yarışı kapsamında gönderdikleri ilk uzay gemilerinin ardından bir anda Dünya üzerinde beliren devasa uzay gemilerinin Dünya barışı ve teknolojisine katkı sunmaları ile başlar. Ancak asıl amaçlarını açıklamadan önce uzaylılar sabırla insanların tepki vermeyecekleri bir zamana kadar beklerler. En sonunda insanlık artık uzaylıların varlığına alıştıktan ve uzaylılar sayesinde altın çağlarını yaşadıktan sonra insanlığın sonunun geldiğini öğrenirler. Bununla beraber artık yapacak hiçbir şey kalmamıştır.

İtaat et tepkisi, tehlikeden sakınmak şeklinde ortaya çıkar. Canlının kendisini korumak amacıyla tehdidin kaynağına itaat ettiği pasif bir tepkidir. Stockholm Sendromu bu duruma örnek olarak verilebilir. Önemli olan tehdit kaynağının beklentilerini yerine getirmektir.

V

1984-1985 yılları arasında yayınlanan ‘V ‘ adlı dizide, Sirius sisteminden gelen uzaylılar, dost olduklarını ve gelişmiş teknolojilerini insanlık ile paylaşacaklarını vaat ederler. Bununla beraber uzaylıların amacının dünyayı ele geçirmek olduğu ortaya çıktıktan ve uzaylılarla savaşmak için bir direniş örgütü kurulduktan sonra dahi uzaylılarla işbirliği içerisinde olan insanlar da bulunmaktadır.

Savaşmanın yararsız olduğu ve tehdide boyun eğmenin kişisel çıkar açısından daha faydalı görülmesi tepkisi, 1999 yapımı “The Matrix” filminde de karşımıza çıkar. Karakterlerden Cypher, tehdidin savaşılamayacak kadar güçlü olduğunu düşünmekte ve bildiği tüm gerçekleri unutarak eski, cahil ama mutlu hayatına dönmeyi arzulamaktadır. Bu uğurda arkadaşlarına ihanet etmekten de çekinmez. The Matrix filminde itaat, mavi hapı alarak gerçekleri unutma, yani gerçekleri değiştirmeden zihinsel olarak tehditten kaçma tepkisi ile ilişkilendirilmiştir. Bu durum, tehdidin devam edeceğinin bilincinde olunmasına rağmen işbirliği içerisinde olma, bir diğer deyişle, devekuşuna benzer şekilde tehdide karşı gözlerini kapatarak korunma stratejisi geliştirme şeklinde yorumlanabilir.

 

*Üstinsan, Nietzsche’nin geliştirdiği, yapıtlarında kullandığı ve özellikle ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ adlı kitabında açık bir şekilde tanımladığı felsefi terimlerden birisidir. Nihilizm ve güç istenci ile ilişkili bir kavramdır.
Evrimsel adaptasyon ya da “adapte ol” tepkisi: Bu tepki, hızlı değişen koşullara karşı ani evrimsel tepkilerin verilmesi ile ilgilidir. Bu tepkiyi en çok süperkahraman hikâyelerinde görmek mümkündür. X-Men, mutasyon sonucunda süper güçler kazanan mutantların hikâyesidir. Burada ilginç olan mutantların, kendi içlerinde, insanlarla yaşamanın bir yolunu arayanlar ve kendilerini übermensch* olarak görüp insanlığın geleceği olduklarını düşünenler olmak üzere iki gruba ayrılmasıdır. X-Men evreninde kötü karakterler, sadece güçlü oldukları için dünyaya hâkim olmaya çalışmazlar. Onlar, güçlü olmalarının yanı sıra kendilerini ‘gelecek’ olarak da görmektedirler.

Sonuç

Bilimkurgu eserleri insanın hayal gücünün sınırsızlığıyla paralel şekilde çok zengin temalara ve kurgulara sahiptir. Elbette sadece sorunlar karşısında gösterilen bir tepki olarak tanımlanması mümkün değildir ancak insanların ve insanlığın günümüzde karşılaşılan sorunlarla mücadele şekillerinin araştırıldığı bir alan olarak özgün bir niteliğe sahip olduğu söylenebilir.

Bu anlamda bilimkurgunun okumasını, endüstrileşme ve hızlı gelişen teknolojik dönüşüme karşı bir cevap olarak yapmak mümkündür.

Yirminci yüzyılın başında -ve günümüzde de- teknolojik dönüşüm eğilimlerini hayal etmek çok zordur. Tek görülen, o anda neler olduğudur. Birden bire bu yeni teknoloji insanları işinden ettiğinde, insanlar şaşkınlığa uğramışlardır. Bu nedenle ileride bilimsel gelişmelerin hangi doğrultuda seyredeceğini ve bilimsel altyapı üzerine inşa edilen toplumların neye benzeyeceğini hayal etmek, bu beklenmedik durum karşısında gösterilen korku ve umuda yönelik bir cevap niteliği taşımaktadır. Bu cevap savaş ya da yeni durumu tamamen ya da kısmen kabul etmek şeklinde gerçekleşebileceği gibi toplumda teknolojik değişimin yarattığı çatışmaların ortadan kaldırılmaya çalışılması da olabilir. Bilimkurgu, gerek teknolojik cihazlar ve kültürel normlar, gerekse yeniden tanımlanan sosyal düzenlemeler gibi araçları kullanarak, insanların olası tepkilerini yaratıcı bir şekilde cevaplandırmaya ve onları olası geleceklere hazırlamada önemli bir rol üstlenmiştir.

 

Yararlanılan siteler

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Cstinsan).

https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_nuclear_holocaust_fiction

https://en.wikipedia.org/wiki/Dr._Strangelove

https://en.wikipedia.org/wiki/Apocalyptic_and_post-apocalyptic_fiction#Aliens

http://www.sf-encyclopedia.com/entry/kingsmill_hugh

https://medium.com/@RealDorianDawes/ethics-in-world-building-the-alien-invasion-story-4af371e17499

http://www.sf-encyclopedia.com/entry/sun

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Fatmagül Bolat

1981 doğumluyum. Peyzaj Mimarıyım. Her zaman bilimkurguya ilgim olsa da dönüm noktası, Tübitak Kaçkarlar Doğa Eğitiminden Doğa Felsefesi Dersini veren Prof.Dr. İhsan Fazlıoğlu'nun bana "Mutlaka Asimov okumalısın" tavsiyesi oldu. Arada bilimkurgu öyküleri de yazıyorum.

4 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

Fatmagül Bolat için bir yanıt yazın İptal

  • Bilimkurguyu insan evrimi odağında incelemek harika bir fikir

    İlham verici bir yazıydı

    Kaleminize sağlık.

  • Modern toplum ve bilimkurgu arasında orjinal bir bağlantı olmuş. Üzerine daha birçok şeyin düşünülebileceği bir başlangıç noktasına işaret ettiği için de ufuk açıcı aynı zamanda. Satır aralarında benim için birçok çağrışım yaptı bu yazı. Tebrik ederim.

    • Teşekkürler Metin Hocam, umuyorum ki bu konuda ileri sohbetler ve çalışmalar yapma şansımız olacaktır. Değerlendirmeniz için teşekkür ederim.

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da