Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

Europa

1. Bölüm

Kendine geldiğinde bir yatakta yatıyordu. Onu her yerinden bağlamışlar vücudu üzerinde bir şeyler yapıyorlardı. Var gücüyle bedenini sıkan kemerlerden kurtulmak için çırpındı. Ama kendisini bağlayan kemerlerden kurtulması imkânsızdı. Bir taraftan alnına ve kulak arkasına bir şeyler yapıştırıyorlardı. Belki cebindeki çağrı cihazına ulaşırsa gemiye sinyal gönderebilirdi. Usulca parmaklarını cebine soktu. Parmak uçlarında cihazı hissedebiliyordu. Çevresindeki beyaz yaratıklar, çağrı cihazını cebinden çıkarır çıkarmaz fark ettiler. Hemen cihazı elinden aldılar.

“Bu da ne?”

“Bir kart.”

“İlk enjeksiyonu yaptınız mı?”

“Evet şimdi miyorölaksanı yapacağız.”

Aniden bastıran uykuya engel olamıyordu. Göz kapakları ağırlaştı. Bitmesinden korktuğu zorunlu bir uykuya daldı.

– o –

“Her yıldızın bir ömrü vardır. Her yıldız ömürlerini büyüyerek devam ettirir. Ve sonunda dış çevrelerindeki gazlar uzay boşluğuna savrulur. Nebulalar çoğunlukla bu gazlardan oluşur. Büyük boyuttaki yıldızlar süper devlere dönüşür. Ve ömürlerinin sonuna geldiklerinde içine bir çöküş meydana gelir ve kara delik oluştururlar. Küçük ve orta büyüklükteki yıldızlar ise büyüyerek kırmızı dev olurlar. Ve sonra tüm gazları çekiminden çıkınca da beyaz cüce olurlar. Güneş de şu an kırmızı dev olma aşamasında. Bir süre sonra Merkür, Venüs ve nihayetinde Dünya’yı içine alacak. Ama merak etme, zaten Dünya’yı içine alana kadar, Dünya’daki tüm buz kütleleri çözünmüş olacak ve korkunç kurak bir gezegen olacağız. Birçok şehir sular altında kalacak. İçme suyu bitecek. Zaten bu kadar yoklukta birbirimizi yemiş oluruz çoktan.”

Hakan’ın karşısındaki eleman boş boş bakmaktaydı.

“Anlamıyor musun? Bunların olacağını bilecek teknolojimiz var. Bu durumdan kurtulabiliriz. Mars’a oksijen üreten canlılar gönderildi. Neden? Orada bir atmosfer üretiliyor. Başka gezegenlerde yaşayabileceğimiz bir ortam yaratabiliriz. İnsanoğlu hayatını devam ettirebilir.”

“Tamam da abi. Bence artık işe dönmeliyiz. Yoksa patron kızacak yine.”

Hakan insanların yaşantısına anlam veremiyordu. Sabah erken kalk çalış çalış çalış… Başka şey düşünme, patronun ne düşüneceğine kafa yor. Sanki insanlar neden yaşadığını bile bilmiyor gibiydi. Bir gün kendisi gibi düşünen birilerini bulacağını umuyordu. Bazen işe ara verdiği zamanlar internetten araştırmalar yapıyordu. İşte o gün de patron bilgisayarın hemen yanına damladığında, Dünya’ya alternatif gezegen araştırıyordu. Patronun varlığını hissettiğinde öylece donup kaldı. Zaten o hiçbir şey diyemeden patron çoktan konuşmaya başlamıştı bile.

“Senin ihtiyacın olan profesyonel bir grup. Tabi burada seni anlamıyoruz. Ama benim bağlantılarım var. Biraz kafayı çalıştırır da bu gruba katılırsan senin için en sağlıklısı olacak. Buyur masana bırakıyorum.”

Hakan masaya eğilip baktığında incecik bir cihaz gördü. Küçük elektrikli aletlerin küçük uzaktan kumandasına benziyordu. Tam ortasındaki şey tıpkı bir gezegene benziyordu. Kenarında küçük harflerle yazılmış yazıya baktı. Europa yazıyordu. Tabi ya! Jüpiter’in uydusu olan Europa bu. Hemen internetten grubu araştırmaya koyuldu. Basit bir astronomi kulübü değildi bu. Belki de halktan gizledikleri bir şeyler vardı. Hemen adresini alıp o gece oraya gidecekti.

Hakan tesise ulaşıp ismini verdiğinde onu direk içeriye buyur ettiler. Patronu bağlantıları olduğunu söylemişti. Acaba kendisinin geleceğini haber vermiş miydi? Karşısındaki kadın kendisini bir süre konuk edeceklerini ve herkesin burada önemli bir amaç için toplandığını söylüyordu.

Özel odalardan birine yerleştirildi. Odası gayet konforlu görünüyordu. Her yer anlayamadığı teknolojik cihazlarla doluydu. Yemeğe çıktığında tesiste 50’ye yakın insan olduğunu gördü. Herkes çok samimi görünüyordu. Hayatlarında bir amaç olan insanlardı tabi. Popüler kültürün yozlaşmış toplumundan değildi kimse. Arkadaş edinmek için can atıyordu. Yanına ilk oturduğu adama selam verdi. Hemen tanışıp kaynaştılar.

“Evet buraya herkesi almıyorlar. Anlarsın ya seçilmiş kişileriz biz.”

İlk defa bir anons duydu. Herkesi yemekten sonra toplantı salonuna davet ediyorlardı.

Toplantı salonunun önünde çay, kahve ikramı vardı. Kesinlikle buradan hoşlanmıştı. İşe gitmeyişini patronun anlamasını diledi. Ancak kendisini buraya yönlendiren de patronuydu. Belki de patronunun haberi vardı.

Işıklar söndü. Europa ve Jüpiter fotoğraflarının slaytları geçmeye başladı. Arkadan hoş bir klasik müzik geliyordu. Gözlüklü, orta yaşlı, oldukça aristokrat görünüşlü bir adam kürsüye çıktı.

“Merhaba. Eminim birçoğumuzun gezegende gelecekte karşılaşacağımız ciddi sorunlardan haberi vardır. Birçok kişi bunu umursamazken sizler her daim bilinçli bireyler oldunuz. Ancak çok değerli arkadaşlarım, yıllarca insanlara anlattık. Fakat onlar tüketmeye devam ettiler. Yarın bu gezegenin tükeneceğini bile bile, kat be kat üremeye devam ediyoruz. Peki sizce de insan ırkı kurtarılmaya değmez mi? Sizler insanlığın kurtarıcıları olacaksınız.”

2. Bölüm

Kalabalığa heyecan hakimdi. Konuşmacı devam ederken bir yandan slaytlar değişiyordu.

“Çoğunluğunuzun bildiğini tahmin ediyorum. Arkamda gördüğünüz Jüpiter’in uydusu Europa. Jupiter’e ikinci en yakın uydu. Biliyoruz ki Güneş ömrü boyunca büyümeye devam edecek. Bu süreç içinde şu an bir buz gezegeni olan Europa, tıpkı Dünya gibi bir su gezegenine dönüşecek.”

Slaytlar şimdi alışılmadık teknolojide, yaşam alanlarını göstermekteydi.

“Elimizdeki son teknolojiyle, tüm insanlıktan saklayarak Europa’ya bir üs kurduk. Bu üste yaşayacak kişilerin konforu için her şey düşünüldü. Sağlık merkezleri, sinemalar, eğlence merkezleri, kütüphaneler…” Tüm bunları söylerken hızlıca slaytlar geçiyordu.

“Üsteki iklim, basınç seviyesi, ortam koşullarının tamamı Dünya’ya adapte edilmiş durumda, sizleri beklemekte.” bu cümlenin üstüne salonda fısıldaşmalar duyuldu.

“Evet yanlış duymadınız. Amacımız Europa’da koloni kurmak. Ve bizim sayemizde insan genleri geleceğe taşınacak.” salondan bir alkış koptu.

“Ancak birtakım sınırlamalarımız var. Elbette ki yapacağınız bu uzay yolculuğu yıllar sürecek. Bu da ömrünüzden yiyecek. Ama bizim kaybedecek zamanımız yok. Şimdi sizlere biyolojik dondurma teknolojimizden bahsetmek istiyorum.” Slaytlar artık başka cihazları gösteriyordu.

“Bu kapsüllerin içine girip dondurulduğunuz zaman, metabolizmanız çok yavaş bir hale geliyor. Çevrenizde kaç yıl geçerse geçsin sizin vücudunuz sapasağlam duruyor. Bu metot özellikle astronotlar üzerinde denendi. Uzay yolculuğunun insan bedenine olan zararlı etkilerinin de en aza indirgendiği ortaya çıktı. Korkmayın dostlarım, hiçbir riski yok. Kalbinize bağlı monitörler her şeyi kontrol altında tutacak ve kalbinizin yanındaki elektrik veren minik bir cihaz sayesinde size hiçbir zarar gelmeyecek. Gereken tüm sağlık kontrollerinden geçeceksiniz.”

Hakan böyle bir oluşumun içine girdiği için çok mutluydu. Artık bir yaşam amacı vardı. Aradığı şeyi bulmuştu. İnsanlık için çok büyük bir adım atılmasına katkı sağlayanlardan biri olacaktı. Ve bilinçli bir kişi olarak genleri, Dünya’da yaşayanlara göre çok daha uzun bir süre korunacaktı. Çevresindekiler de en az kendisi kadar heyecanlıydı. Artık buradakiler onun kardeşiydi. Hepsiyle arkadaş olmuştu.

Grubun hazırlıkları gayet hızlı ilerliyordu. Birçok tıbbi teste tabi tutuldu. Beyin tomografisi çekildi. EEG çekildi. Özellikle beyinsel aktivitelerine çok önem veriliyor gibi görünüyordu. Ayrıca birçok defa kan verdi. Birkaç kere hayati değerleri incelendi.

En sonunda dondurulacakları gün geldi. Oradaki herkes çok heyecanlıydı. Kapsüle oturduğunda bir hemşire gelip ona enjeksiyon yaptı. Enjekte ettikleri sıvının damarına soğuk soğuk aktığını hissedebiliyordu. Europa’ya kişisel hiçbir şeyini götürmeyecekti. Üstünde herkese dağıtılan beyaz bir tulum vardı. Bir süre sersemledi. Kendinden geçmişti. Sonra kapsülde uyandığında, görüntü uzun süre bulanık haldeydi. Karnının içi gurul guruldu. Kapsülün kapısı açıldı. Havadan şeffaf bir boru sarkıyordu. Anons suyu içmesini söyledi. İnce borudan gelen şey meyve suyuna benziyordu. Midesi kendine gelmişti. Artık daha iyi hissediyordu.

Bir anda çevresinde birçok kişinin kapsülünden çıkıp, kendisiyle aynı şeyi yaptığını fark etti. Önündeki zemin hareket etmeye başlamıştı. Herkes ayağa kalktığı gibi zemine çıkıp ilerideki büyük kapıya doğru gidiyordu. Hakan da vakit kaybetmeden diğerlerine katıldı. Büyük kapıdan geçtikten sonra ilerledikleri koridor iyice daraldı. Derken kendilerini dar bir borunun içinde buldular. Bulundukları uzay gemisinden tesise doğru giden bu şeffaf boru sayesinde Europa’nın geniş buzlu yüzeyini seyredebiliyorlardı. Gökte devasa bir yarı küre halinde görülen Jüpiter’in manzarası ise tam anlamıyla nefes kesiciydi.

3. Bölüm

Bundan sonra tesisin içinde yaşayacaklardı. Artık orman, bahçe gibi doğal ortama giremeyecek olmak çok garipti. Gerçi özellikle son on yılda yaşam beton yığını binalar arasında geçmişti. Çocuklar doğadan, ormanlardan habersiz büyümüşlerdi. Yani herkes bu duruma alışkındı. Ancak tesis için yapay bahçe bile düşünmüşlerdi. Hem de gayet büyük bir bahçeydi. Doğal bir bahçeden beklenmeyecek kadar düzenliydi. Hava da gerçek bahçe havasını andırıyordu. Bu konuda gerçekten çok başarılılardı. Çevredeki bitkilerin gerçek olduğunu fark etti. Dünya’dan toprak ve bitki tohumları getirmiş olmalılardı. Bahçenin küçük bir alanında rengârenk çiçekler bile vardı. Rahatlıkla oturup kafalarını dinleyebilecekleri koltuklar da vardı.

Onun dışında da tesiste birçok şey bulunuyordu. Sinema, kütüphane, sağlık merkezi, toplantı salonları, spor merkezleri, konforlu koltuklara gömülüp sıcak çikolatalarını yudumlayabilecekleri kafeler…

Tesisin belli başlı kuralları vardı. En önemli kural sağlıklarının korunmasıydı. Yemeklerde onlarca çeşit meyve sebze vardı. Tesisin ana görevi grup üyelerinin mümkün olduğunca ömrünü uzatmaktı. Et vermiyor değillerdi. Ama çok seyrek çıkıyordu. Alıştıktan sonra problem yoktu. Aslında yemekler gayet lezzetliydi.

Her gün kahvaltıdan bir süre sonra spor tesisine gidiyorlardı. En az bir saat eğitmen eşliğinde spor yapıyorlardı. İlk günler alışkın olmadığı için kasları tutuldu. Fakat bir hafta sonra vücudu bu tempoya alışmıştı. Hem vücudu şekle de giriyordu. Günde iki kez ara öğün alıyorlar, akşamları yatmadan önce bitki çayı içiyorlardı. Her gün sağlık merkezine uğruyor, gerekli kontrolleri yapılıyordu.

Ama en garibi henüz gelmemişti. Eşleştirme işleminin sonucunun, bir gün sonra duyurulacağıyla ilgili bir anons yapıldı. Europa’da bulunma amaçlarının en önemlilerinden biri, soylarını devam ettirmekti. Hepsinin DNA’sı tesisin elindeydi. DNA’lar eşleştirilerek, en mükemmel çocuklar doğurmak için en uygun eş belirleniyordu. Bu gerçekten çok ama çok garip olacaktı. Eşler belirlenince karşısındaki kadına ne diyecekti? Bu çok utanç vericiydi.

Sonunda eşlerin açıklanma zamanı gelmişti. İsteğe göre dışarıdan döllenme de yapılabilecekti. Her halükarda kadınlara çok daha büyük bir fedakârlık düşecekti. Ama insanlık için çok önemli bir görevi yerine getiriyorlardı. Ve sonunda liste açıklandı. Herkesin fotoğrafları eşlenmiş halde listede sergileniyordu. Kalbi ağzından çıkacak gibiydi. Kendi fotoğrafının yanındakine baktı. Büyük, kahverengi gözlü, kumral saçlı, Meral adında bir kızdı. Henüz çarpıntısı geçmemişti. Yavaş yavaş kızı bulmak için etrafa bakınmaya başlamıştı. Daha yerinden kıpırdamaya vakit bulamadan kızın karşısından geldiğini fark etti. İkisinin de yüzü kıpkırmızıydı. Hakan utançtan gözlerini yerden kaldıramıyordu.

“Merhaba ben Hakan.”

“Ben de Meral memnun oldum.” Elini uzatmadı. Görgü kurallarına göre bayanın elini uzatması gerekirdi. Meral yavaş yavaş elini kaldırdı. Parmakları birbirine değdiğinde daha fazla heyecanlandılar.

“Şey istersen dışarıdan döllenmeyi de…”

“Hayır hayır, önemli değil.” dedi gözlerini yerden kaldırmadan.

Bir süre beraber tesisi gezdiler. Ama Hakan tesisin neresini gezdiklerinin ya da nereye gittiklerinin hiç farkında değildi. İlk bir saat çok tutuklardı. Ancak bir süre sonra Dünya’daki yaşamlarından konu açtılar ve birbirlerine alışmaya başladılar.

Yapmaları gereken şeyi yapmadan önce Hakan iyice ısınmak istiyordu. Böylelikle gençlerin flört ettiği gibi her gün buluşup sinemaya ve kafeye gitmeye başladılar. Bir hafta geçtikten sonra artık sıkı dost olmuşlardı. Hakan Meral’i odasına çağırmak istiyordu ama çok çekiniyordu. Bir gün tüm cesaretini topladı ve onu odasına davet etti.

“Beraber muhteşem bir Jüpiter ve Europa manzarası izlemeye ne dersin?” diye bir köşeden sıkıştırmıştı bahanesini. Tüm odalarda muhteşem bir uzay manzarası vardı. Odaların pencereleri devasaydı. Uzaktan kumandalı perdeleri de bu sebeple genişti. Kendisi gece uyumadan önce perdeyi açıp bu manzarayı izlemeyi çok seviyordu. Işıklar kapanınca hem yer kabuğu hem de Jüpiter, tüm ışıltısıyla gözler önüne geliyordu.

Özellikle yer kabuğunu daha net görebilmek için kendilerine bir dürbün edinmişlerdi. Perdeyi açıp koltuklara gömülmüşlerdi. Sırayla dürbünden bakacaklardı. Aslında izlenecek boylu boyunca uzanan buz kütlelerinden başka bir şey yoktu ama bu manzarayı izlemek insana tuhaf bir huzur veriyordu. Denize bakmak gibiydi. İnsan hipnotize edilmiş gibi bakakalıyordu.

Meral bir an heyecanla parmağıyla bir yeri gösterdi.

“Hey orada bir şey var.”

“Ne var?” diyerek heyecanla koltuktan kalktı Hakan.

“Bak orada buza benzemeyen, açık mavi renkli bir alan var.”

“Hani nerede?”

“Bak bak. Dürbünle bak.” dedi ve Hakan’ın gözüne yapıştırdığı dürbüne bir yön verdi. Gerçekten Meral’in tanımladığı gibi bir alan vardı. Bu bir göle benziyordu.

“Bu bir göl olabilir. Araştırmalarda bazı alanlarda göller hatta denizler gözlenmiş.”

Dürbünle bakmaya devam etti. Göldeki su bir anda püskürmeye başladı. Acaba volkan gibi bir şey mi vardı? Eğer böyle bir şey varsa tesis tehlikedeydi. Artık ikisi de ayağa kalkmış sırayla dürbünü alıp göle daha dikkatli bakıyorlardı.

“Ya da suda yaşayan canlılar olabilir.”

“Tabi ya. Buzun altı tamamen su olduğu için suda yaşayan canlıların varlığı olası.”

Bu Hakan’ın aklına hiç gelmemişti. Eğer böyle bir şey varsa tesistekilerin mutlaka haberi olması gerekiyordu. Bu çok olası bir durumdu aslında. Sonuçta Dünya’da da ilk yaşamın suda başladığı düşünülüyordu. Neden bu durum kendilerinden saklanıyordu ki? Ayrıca tesisten çıkmaları yasaktı. Güvenlik için olduğu söylenmişti. O yüzden de kimse sorgulamamıştı. Belki de gezegende akıllı başka canlılar vardı. Hakan görevin geleceği için endişelenmeye başladı.

4. Bölüm

Endişelerinden Meral’e de bahsetti. Meral de Hakan’ı haklı buldu. Bilmedikleri çok şey vardı. Tesis kurulmadan önce mutlaka uyduyu incelemiş olmalılardı. Bu canlılardan kesinlikle haberleri olmalıydı. Ancak neden bunu saklıyorlardı?

“Mesela tesis çok büyük. Sence tesisin yarısını bile gördük mü?”

“Hiç sanmıyorum. Mesela basınç ve ısıyı kontrol eden cihazlar tesisin alt katlarında. Bence orada bir şeyler gizleniyor olabilir.”

“Bence hiç beklemeyelim. Hazır gece herkes odasına çekilmişken, ışıklar kapanmadan merdivenlere ulaşalım.”

Acele etmeleri gerekiyordu. Işıklar kapanmak üzereydi. Tesiste bir yerden başka yere yürümesi de epey uzun sürüyordu. Ayrıca çok dikkat çekmemeleri gerekiyordu.

Heyecandan kalpleri ağızlarında atıyorken bir taraftan da hızlı yürümekten kasları yanmaya başlamıştı. Sonunda merdivenlere ulaştıklarında rahatlamışlardı ancak alt kata ulaşmayı başaramadan ışıklar sönmüştü. Neyse ki alt kattan gelen cılız bir ışık, el yordamıyla yollarını bulmalarına az da olsa yardım etmişti. Alt kata indiklerinde ne olduğunu asla bilmedikleri cihazlar gördüler. Üst kattan çok daha sıcaktı. Cihazlara değerlerse elektrik çarpması tarzı bir şey yaşamaktan korkuyorlardı. Sonra cesaretlerini toplayıp cihazların arasından geçmeye karar verdiler. Alan gerçekten çok genişti. O kadar uzun mesafe yürümeden sonra bir o kadar daha yol yürüdükleri için yorulmaya başlamışlardı. Bir süre sonra Hakan, Meral’i arkada bıraktığını hissetmişti. Arkasına dönüp baktığında Meral’in durduğunu gördü.

“Canım yoruldun mu?”

“Hayır arkamdan bir şey geçti sanırım.”

“Ne olabilir ki? Belki de bir cihazın çalışmasını hissetmişsindir.”

“Olabilir.” deyip yürümeye devam etti. Bir süre sonra Hakan arkasında Meral’in çığlığını duydu. Ses sanki uzaktan gelmiş gibiydi. Hemen arkasına döndü. Meral yoktu. Geriye doğru koşmaya başladı. Bir taraftan Meral’e sesleniyordu. Birinin kolunu tuttuğunu hissetti. Sonrası karanlıktı.

Sanki hiçbir şey olmamış gibi yatağında uyandı. Çok şaşırmıştı. Her şey bir rüya mıydı? ‘Hiç sanmıyorum.‘ dedi kendi kendine. Muhtemelen tesis görevlileri tarafından oyuna getirilmişlerdi. Bunu tesisteki diğerlerine bahsederse deli gibi görünecekti. Demek ki tesisin yönetimi, uzaylılarla iş birliği yapıyordu. Tüm grubu kandırmış olmalılardı. Belki çok daha farklı bir amaçla getirmişlerdi kendilerini. Hala daha kan vermeleri ve sürekli aynı sağlık kontrollerinden geçmeleri onu endişelendirmeye başlamıştı. Kanları ve hücreleriyle bir şeyler mi yapmayı planlıyorlardı?

Yemekhanede Meral ile karşılaştıklarında Meral’i çok şaşkın buldu. O da kendisiyle aynı şeyleri yaşamıştı. Bunu anlaması için söylemesine gerek yoktu.

“Tesis ile Europa’da yaşayan canlılar, ortak bir amaç için birlikte hareket ediyorlar bence.”

“Biliyor musun ben de aynı şeyi düşünüyorum.”

“Kesin şu an bizi gözetliyorlardır. Sence de pek birlikte görünmesek mi?”

“Bence anlamsız olur. Biz eşleştirilmişlerdeniz unuttun mu?”

“Doğru söylüyorsun.”

Hakan arkasında bir çift gözün ona baktığını hissedip döndü. Bu grup başkanıydı. Hakan ona dönünce yaklaşmaya başladı.

“Hakan Bey benimle sağlık merkezine gelmeniz gerekiyor.”

“Ne oldu? Yoksa testlerde bir şey mi çıktı?”

“Endişelenecek bir şey yok. Buyurun gidelim.”

Hakan bunun hayra alamet olmadığını biliyordu. Korka korka başkanı takip ederek sağlık merkezine gitti. Başkan onu bir odaya soktu. Yalnız kalmışlardı.

“Hakan Bey beraber bir takım testler yapacağız.”

Sakince koltuğa oturdu. Bir dosyanın içinden kâğıtlar çıkardı.

“Burada ne gördüğünüzü söyler misiniz?”

Hakan şaşırmıştı. Bir süre düşündü.

“Hakan Bey kâğıttaki şeyi görebiliyor musunuz? Buraya odaklanmaya çalışın. Burada ne görüyorsunuz?”

Hakan çok sinirlendi ve ayağa kalktı.

“Ne yapmaya çalıştığınızın farkındayım. Beni deli olduğuma inandırmaya çalışıyorsunuz. Ben ne gördüğümü ne yaşadığımı biliyorum. Kimse beni aptal yerine koyamaz.”

Başkan arkasından ‘Hakan Bey, lütfen.’ diye seslense de Hakan kapıyı çarparak çıktı. Akşam yemeğine kadar odasından çıkmadı. Akşam yemeğinde Meral’e yeni planlarını anlatacaktı.

“Gece saat onda odama gel. Bu sefer ne yapacağımızı biliyorum.”

Bu sefer çok daha hızlı olacaklardı. Makinelerden ileride bir şey vardı ve Hakan onu görmek istiyordu. Gerçekten koşarken geçen sefer yakalandıkları yeri göz açıp kapayana kadar geçiverdiler. Yolun sonunda bir merdiven daha çıktı. Çok daha dar merdivenlerdi bunlar. Merdivenlerden kafalarını uzatıp baktıklarında çok yüksekte olduklarını fark ettiler. Birbirlerine korku dolu bakışlar fırlattılar. Ancak Hakan cesaretini topladı ve merdivenlerden inmeye başladı. Meral de hemen peşinden onu takip etti.

Aşağı indiklerinde bembeyaz bir alana indiklerini fark ettiler. Burası Europa’nın yüzeyiydi. Ortasında da bir delik vardı.

“Hakan dur. Yüzey eğer çok soğuksa donabiliriz.”

Ama daha Meral sözünü tamamlamadan ayağını yere basmıştı bile. Bir şey de olmamıştı. Sanki betona basmış gibiydi. Deliğe doğru ilerledi. Delikte su vardı. Elini suya soktu.

“Hakan yapma.”

Belki burası uzaylıların tesise giriş yeriydi. Belki insan şekline girebiliyorlardı. Hakan bunları düşünürken sudan devasa bir pençe çıkıp onu boynundan kavradığı gibi suya düşürdü.

Suya düşmeden saliseler önce Meral’in çığlığını duymuştu. Su dondurucu soğuktu. Bir şey onu suyun içinde sürüklemişti. Zar zor gözlerini açtığında bulanık suda çevresinde hiçbir yaratık göremiyordu. Ancak girdiği deliği de kaybetmişti. Suyun yoğunluğu çok farklıydı. Yavaş yavaş dibe çekiliyordu. Yukarıya doğru çırpınsa da başarılı olamıyordu.

Tam bilincini kaybetmek üzereyken bir şey onu yukarı çekti.

– o –

“Bu da ne?”

“Bir kart.”

“İlk enjeksiyonu yaptınız mı?”

“Evet şimdi miyorölaksanı* yapacağız.”

“Uyudu sanırım.”

“Efendim bunu yapmak zorunda mıyız? Elektrokonvulsif tedavi** beni hep ürkütmüştür.”

“Çok eskilerden kalma bir yöntem olmasına rağmen halen oldukça etkili bir yöntem olarak kabul ediliyor. Hem merak etme hastaya genel anestezi yaptık. Hiçbir şey hissetmeyecek. Normal tedaviden cevap alamadığımız şiddetli olgularda kullanıyoruz. Özellikle de hasta kendisine ya da başkasına zarar verme eğilimindeyse. Maalesef bu hastaya bu tedaviyi uygulamak zorundayız. Baksana geceleri hastaneden kaçıyor. Bir de dün gece göle atlamış. Neredeyse boğuluyormuş.”

“Meral kim acaba? Eski sevgilisi falan olabilir mi?”

“Olmaz değil. Bu hastaların hayali bir karakter uydurma gibi bir eğilimi oluyor.”

“Adamcağız nasıl halüsinasyonlar görüyor kim bilir?”

“İnan başka bir gezegene bile gidiyor olabilir. Cihazı hazırladın mı?”

“Ah affedersin. Baksana elimde kart kaldı. Adamın cebinde hastanenin kartı varmış.”

“Evet. Adamın patronu yönlendirmiş.”

“Neden kartın üzerinde uzay resmi var ki? Akıl hastanesiyle ne alakası var?”

“Eskiden burası bir gözlem eviymiş.”

“Neyse başlayalım mı?”

“Başlayalım. Elektriği verdikten sonra kasılmalar başlayacak. Hastayı tutun.”

*Kas gevşetici
**Şizofreni tedavisinde elektrik şokları kullanılarak yapılan tedavi

 

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Fatma Uğuz Selçuk

1986 doğumluyum. İlk ve orta eğitimimi Denizli'de tamamlayıp 2009'da Hacettepe Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümünden mezun oldum. 5 yıldır reiki, ezoterizm, tasavvuf ve felsefe ile ilgileniyorum. Müzik, kitap, resim ve sinema ilgi alanlarım arasındadır.

Ayrıca Türkiye'deki uzun antik yolları yürüyorum. Halen fizyoterapist olarak görevime ve lisansüstü eğitimime devam etmekteyim.

5 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

  • Öncelikle elinize sağlık. Şu güzelim sistemimizde Europa’yı oldum olası sevmişimdir. İnsanın aklına pek çok potansiyel gelecek ve hikaye getiriyor.

    Sizin Europa hikayeniz de güzel başladı ancak Hakan Europa’ya gittikten sonra tempo düştü biraz. Bir de bitişi biraz klişe olmuş. Aslında klişelikte bir sorun yok ancak daha vurucu bir son düşünülüp hikayenin devamına açık kapı bırakılabilirdi belki…

    Diğer bir dikkatimi çeken konu hikaye başlarken “…bir şeyler yapıştırıyorlardı. Belki cebindeki çağrı cihazına ulaşırsa gemiye sinyal gönderebilirdi.” şeklinde başlamasına rağmen hikayenin geri kalanında bir gemi yok. Gözden kaçmış olabilir sonraki hikayelerde dikkat etmekte fayda var.

    Biraz daha dikkatle gelecek hikayelerin çok daha iyi olacağını düşünüyorum. Başarılar.

  • Başlangıçta mantık hatası var ya da inceleme yapanlar da bir sorun var. İncelemeyi elbiselerle mi yapıyorlar.. Yoksa cebi derisinin üzerinde mi? Bu konuyu açıklığa kavuşturmanız gerek… Yazma konusunu parmaklarınıza bırakırsanız sonrasında konuyu toparlamakta zorlanırsınız.. Ve asla yaşamadığınız ya da hissetmediğiniz şeyi yazmayın.. Başarılar…

  • Hikayeyi baştan sona okusaydınız incelemelerin ve başlangıçtaki her şeyin gerçek olmadığını fark ederdiniz. Okumayı sadece gözlerinize bırakırsanız okuduğunuzu anlamakta zorlanırsınız. Herkes sadece yaşadığını yazsa fantastik ve bilim kurgu türleri nasıl yazılacak acaba? Ya da şizofreni yazmak için şizofren mi olmak gerekiyor bu mantıkla?

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da