Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

YENİ GEZEGEN: BRS

“Geri sayım başlasın.”
“On-dokuz-sekiz…”
“Kapaklar kapandı!”
“Altı-beş-dört…”
“Koordinatlar belirlendi!”
“İki-bir…”
“Işınlama gerçekleşiyor.”

Yükselen sesler heyecanla bekleyen merkez salondaki sessizliği yok ediyordu. Prof. Dr. Bilgin, merkez destek ekranına bakarak olanları takip ediyordu, tüm dünyanın şu anda onu takip ettiği gibi. Heyecanı büyüktü. Yıllardır bu proje üzerinde çalışıyordu ve artık emeklerinin karşılığını alma zamanının geldiğine inanıyordu. Yıllar önce yaşam belirtisinin olduğunu keşfettiği ve adını BRS koyduğu bu gezegene ulaşabilmek için uykusuz kaldığı geceler aklına geliyordu şimdi. 2011 yılında keşfettiği bu gezegeni yıllar boyunca takip etti. Türkiye’de geliştirilmiş olan uydu sistemini kullanırken aklına gelen bazı fikirler üzerine uydu sistemini geliştirerek Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığının iki katı kadar uzaklıkta bulunan bu gezegeni bulmuştu. Bulunan merkez bölgenin Bursa olmasından dolayı birkaç kaç profesörün öngördüğü ve kendisinin de kabul ettiği Bursa’nın kısaltılmış ismi olan BRS ismini koydular. Uzay gemilerinin bu kadar uzun bir yolculuğa kapasitesi yetmeyeceği ve yolculuk yıllarca sürebileceğinden, ulaşmayı imkânsız olarak görüyordu. Şimdi ise kendi icadı olan ışınlanma sayesinde oraya gidilebilecekti. İlk başlarda gezegene, o zamanın teknolojisiyle gitmeyi düşünmüş, ancak bunun yetmeyeceğinin bilinciyle, oraya gidebilmek için yıllarca ışınlanma üzerine çalıştı. Otuz beş yılını alan bu ışınlanma projesine binlerce profesörü dâhil etti. İşte artık yolculuk tamamlanacaktı. Binlerce astronot arasından seçilmiş olan iki kişi BRS’ye ilk ayak basacaklarının heyecanıyla yola çıkmışlardı.

Bilgin, gözlerini ayırmadan merkez destek ekranına bakıyor bir yandan da astronotlarla iletişim kurmaya çalışan profesörlerin sesine kulak veriyordu. O kadar odaklanmıştı ki yanına kadar gelen meslektaşının sesini duymamıştı. Birden omzunda birinin dokunuşunu hissederek başını hafifçe çevirdi ve dinledi. “Efendim, astronotların ulaşmasına son bir buçuk dakika kaldı. İletişime geçmek için bekleyecek miyiz? Yoksa şu anda iletişime başlayalım mı?” Sert sesiyle dik bir şekilde Bilgin’in karşısında durarak konuşmuştu.

“Hemen iletişime geçilmesini istiyorum. Orada olanlar benim için saniye saniye önemli.” Karşısındaki profesörün gözlerinin içine bakarak konuşmuştu.

“Peki, efendim hemen iletişime geçmeye hazırlanıyoruz. BRS’ye indikleri anda ilk mesajımız ulaşacak.” Hızlıca Bilgin’nin yanından uzaklaştı.

Bilgin, kalp atışlarını parmaklarının ucunda hissediyordu. Yıllardır uğraştığı bu projenin mutlu sona ulaşmasını o kadar çok istiyordu ki. Artık yapması gereken bir şey kalmadığını biliyordu. “Yapılması gerekenler yapıldı. Şu anda sadece izlemek ve iletişim bağını koparmamam gerekiyor” diye düşündü. Gözlerini arka tarafa çevirdiğinde herkesin ne kadar gayretle uğraştığını, BRS’nin yanında astronotların hayatlarının da önemli derecede yer tuttuğunu görebiliyordu. Çünkü sadece BRS değil, astronotlar da sürekli takip altındaydı ve her türlü tehlikeye karşı ışınlanma koordinatlar dâhi hazır tutuluyordu. Gözlerini tekrar merkez destek ekranına çevirdi ve astronotların ilk ayak basmaları için kalan on dokuz saniyeyi gördü. “On dokuz saniye sonra yeni bir çağı başlatma imkânım var. Küçüklüğümde kurduğum hayallerim gerçek olacak. On altı, on beş…” sessizce konuşurken arkasına dönerek “Her şey için hazırlıklı olun. Küçük bir aksilikte yapmanız gerekeni biliyorsunuz. Bizim için BRS’den önce astronotların hayatları geliyor.” Bağırarak konuşuyordu artık. Tüm salonun duymasını istiyordu. Gözlerini salonda gezdirdiğinde herkesin onaylarcasına başını hafifçe eğdiğini gördü. Ellerinin titrediğini fark ediyordu, çünkü son beş saniye kalmıştı. “Lütfen, lütfen bir aksilik yaşanmasın”. Sessiz bir şekilde yalvarıyordu adeta.

* * *

Astronotlar ışınlanma sırasında belli bir ilaç sayesinde gidilecek yerin süresine göre uyutulmuşlardı. Verilen dozajla, tam vardıkları zamanda uyanacaklardı. Aksi takdirde ışınlanma yolculuğu ani kalp krizlerine sebep olabilir. Kobaylar üzerinde yıllardır yapılan deneylerde yaşanan sorunlardan dolayı ilaç kullanımına geçilmişti.

Hafifçe gözlerini açmaya başladılar. Işınlanma cihazına girilen koordinatlara gelmiş olmalıydılar. Hava alabilmeleri için başlarına geçirdikleri fanus biçimli başlıkta rahat nefes alıyorlar, giydikleri kıyafetler sayesinde dış etkilerden korunuyorlardı. Onur, iletişim cihazına gelen ilk titreşimi hissetti. Hemen göğüslerinde takılı olan cihazı öğrendikleri şekilde çalıştırarak her on saniyede bir merkez binaya fotoğraf gönderimini başlattılar.

Hızlıca çevreyi incelemeye başladılar. Nasıl bir yere geldiklerini tam olarak bilemiyorlardı. İkisi de farklı yönlere dönmüşlerdi ve ikisi de gözlerine inanamıyordu. Burası müthiş bir yerdi. Orman görüyorlardı. Bu kadarını tahmin bile edememişlerdi. Şu an çevrelerini saran bir ormana bakıyorlardı. Her yer yemyeşildi. Artık Dünya’da bile kalmayan orman vardı burada. Birbirlerine tekrar bakarak küçük bir gülücük attılar. Burada bir yaşam belirtisi bulacaklarına emindiler. Ağaçlar o kadar uzundu ki, buranın oksijen miktarının iyi olabileceğini düşündüler. İkisinin aklında da merkez binaya gönderilen bu resimler karşısında oluşan şaşkınlık vardı. “Hepsi şu anda şaşkın şaşkın ekrana bakıyorlardır” diye geçirdi içinden Emre.

* * *

Merkez binaya ulaşan ilk görüntüler herkesi o kadar çok heyecanlandırmıştı ki. Çoğu gözlerini ekrana dikmiş ağzı açık bir şekilde bakıyordu. Emre ve Onur’dan gelen iki ayrı görüntü de yeni bir çağı başlatacakları ümidini arttırıyordu. Yollanan kobaylardan gelen resimlerin bulunduğu koordinatlar biraz daha farklı olduğundan, onlar çölü andıran bir bölgenin resimleriydi. Ama bu kez yaklaşık iki yüz elli kilometre daha uzağa yollanan astronotlar orman resimleri gönderiyorlardı. Bu gezegen herkesi çok umutlandırıyordu.

Bilgin kendinden emin bir şekilde arkasını dönerek “İkinci mesaj yollansın” dedi. Artık o da yaşayan bir canlı olup olmadığını öğrenmek istiyordu. “Tam kırk beş yıl oldu seni keşfedeli. O zaman daha üniversite öğrencisiydim.

Tekrar gözlerini ekrana diktiğinde Emre ve Onur’un birbirlerine verdikleri işaretleri gördü. “İkisi de korkuyor olmalı” diye düşündü. Her gelen görüntüden sonra gelecek olan görüntüyü beklerken geçirdiği on saniye ona yıllarmış gibi geliyordu. Son gelen görüntüden sonra hızlıca arkasına döndü ve sert bir şekilde bağırarak “Acele mesaj iletin. Görüntü sıklığı üç saniye olmalı. Eğer bir tehlike olursa, geçecek on saniye içinde hayatlarından olabilirler” dedi. Salonda ani bir hareketlenme olmuştu. Sadece bir mesaj gönderilecekti aslında ama geç kalmak iki kişinin hayatına malolabilirdi.

* * *

Onur tam başlığı kaldıracakken gelen mesajı işitti. Cihaz kulağına takılıydı ve robotumsu bir ses “Görüntü aktarımı üç saniyeye düşürülsün” diye üç kez tekrarladı. Cihazı tekrar ayarlayarak yine ellerini başlığa koydu. Başındaki fanusu kaldırmalıydı artık. Tüm tedbirler merkez tarafından alınmış olmalıydı zaten.

Sıkı bir şekilde başlığı tuttu ve bir komplikasyon oluşmaması için hafifçe kaldırmaya başladı. Nefes alabilmişti. İkinci, üçüncü ve dördüncü nefes alma denemesini yaptı ve başarılıydı. Bedenine zarar verebilecek derecede farklı bir gaz oranı yoktu. Bunu vücuduna bağlı bulunan, bedene giren havayı tespit eden cihazdan görebiliyordu. Zaten daha önce yollanan kobaylardan nefes alma problemleri yaşanmamış olduğunu biliyorlardı ama yine de yeni bir gezegene ilk adımı atmanın heyecanıyla biraz korkmuşlardı.

İkisi de gökyüzüne baktığında inanılmaz bir görüntüyle karşılaşmışlardı. Oldukça temiz görünen bir gökyüzü ve parlayan bir güneş. Isı kontrol cihazını havaya doğrultarak ölçme işlemini başlattı. Hava sıcaklığı 32 dereceydi. Bu oldukça iyi bir sonuçtu. Onur vücut ısısını ayarlayan cihazı yavaşça devreden çıkardı ve yüzüne vuran sıcaklığı hissetti. Aynı şekilde Emre de cihazı devreden çıkardı. İkisi de yeni bir çağı başlatacak olan bu projede başrollerden biri olduğuna inanmıyordu. Bu onlar için yıllarca süren çalışmalarının ve katlandıkları testlerin getirdiği bir ödüldü.

Merkezden gelen yönlendirme doğrultusunda yaşayan bir canlı olup olmadığını araştırmaya başladılar. Daha önce iki kez kamera yerleştirilmiş robotlar ve kobaylar yollanmış olmasına karşın, yaşayan bir varlık gözlenmemişti. Hızlı adımlarla ilerliyorlardı. Gökyüzünde iki farklı yönde yükselen iki ay burada da karanlığın basacağını gece gündüz kavramının olduğunu gösteriyordu. Dünyadan biraz daha farklıydı burada gece gündüz kavramı. Yapılan araştırmalarda gün uzunluğu otuz altı saat olarak hesaplanmıştı. On sekiz saat gece ve on sekiz saat gündüz.

Ağaçların arasından geçerken ikisi de heyecanlıydı. Küçük de olsa ağaçlardan farklı yaşayan bir canlı görmek istiyorlardı. Hafif adımlarla yürürken bir ses duyarak irkildiler. Sen de duydun mu Emre?”

“Evet, duydum. Sanki bir kanarya sesiydi. Haydi koş, ileriden geliyordu.”

“Haydi hızlı, hızlı. Bulduk galiba.” Hızlı bir şekilde sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladılar. İkisi de ses duyduklarına emindiler. Yaklaşık yüz metre ilerlediklerinde yerde bir kuş pisliği görerek durdular. Onur yavaşça eğildi ve iğrenerek elledi. “Daha yeni bu. Haydi yetişeceğiz.” koşmaya devam ettiler. Tam iki yöne ayrılan bir yere gelmişlerdi ki sesi tekrar duydular. Bu sefer ses tam yanlarında durdukların ağacın tepesinden geliyordu. Kafalarını hafifçe yukarı kaldırdıklarında gördükleri görüntü ikisinin de mutluluktan çığlık atmasına sebep olacaktı. İki tane kanarya en üst dalda yan yana duruyordu.

Bir kaç saat içinde yaklaşık beş farklı canlıya daha ulaşmışlardı. Maymun, yılan, kertenkele, fare ve yabani bir güvercin. Hepsinin bir çok karesini kaydetmişlerdi. Artık geri dönmeleri gerekiyordu. Birbirlerine bir daha bakarak sarıldılar. Mutlu sona ulaşmışlardı artık. ışınlama cihazlarını ayarlayarak BRS’den ayrıldılar. Ayrılırken ikisi de çok mutluydu ve ikisi de merkezdeki mutluluğu düşünüyordu.

* * *

Merkez bina sevinç çığlıklarıyla inliyordu. Hepsi birbirini tebrik etmeye başlamıştı bile. Hızlı bir şekilde Bilgin’nin önünde sıraya geçerek onu da tebrik etmeye başladılar. Çünkü kırk beş yıl önce o başlatmıştı bu projeyi. O zamanlar bir öğrenciydi ve şimdi Dünya’nın en iyi profesörlerinden biriydi. Yeni bir çağ başlatmıştı. Bulduğu yeni gezegen sayesinde yok olmaya yakın olan Dünya’dan ayrılacaklardı. Herkesin tek bir dileği vardı. BRS Dünya gibi kullanılmasın.

Dünyadaki tüm kanallarda o yayınlanıyordu. BRS için konuşma yapacaktı. Yeni bir çağ için konuşacaktı.

“Yüzyıllardır yaşadığımız bu gezegen artık yok olmaya yüz tutmuş durumda. Bunu bizler yaptık. Yıllardır yaptıklarımız yüzünden Dünya’yı yok olmaya terk ettik. Ancak bugün, yaşam belirtisini de bulduğumuz artık gidebileceğimiz yeni gezegenimiz BRS’yi bu hale getirmek hiçbirimizin isteği değil. Bir daha BRS keşfedilmek zorunda kalınmasın!”

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



Konular
avatar

Emre BAHADIR

1995 yılında Bursa da doğdum. Bursa Mustafakemalpaşa'da yaşıyorum ve Mustafakemalpaşa İbrahim Önal Anadolu Öğretmen Lisesi'nde okuyorum. İlk öncelerde çok sık kitap okumakla başlayan fantastik kurguya olan ilgim son yıllarda daha çok kısa hikayeler yazmakla devam ediyor..

14 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

blg. için bir yanıt yazın İptal

  • okunulası 🙂 ilklerinden olmasına rağmen gayet sürükleyici ve güzel kurgulanmış. tebrikleer 🙂

  • Emre yazın çok hoş ve orjinal olmuş gerçekten.Öğretmenin olarak gurur duydum.Çok daha güzel şeyler başarabileceğinden eminim.Kutluyorum

  • Emre öncelikle hoşgeldin diyelim. Hikayeni dikkatle okudum ve kurguda gördüğüm birkaç teknik hata ve yazım hatalarını belirtmeden geçemeyeceğim.

    Teknik problemlerle başlarsak, öncelikle hikayenin geri sayımla başlamasında problemler var. Geri sayım sürerken kapakların kapanması, koordinatların belirlenmesi vs. işlemleri yapılmamalı. Bunların tümü sayım öncesinde bitirilmiş işler olmalıydı.

    İkinci bir teknik hata da şu cümlede. “Türkiye’de geliştirilmiş olan uydu sistemini kullanırken aklına gelen bazı fikirler üzerine uydu sistemini geliştirerek Dünya’nın Güneş’e olan uzaklığının iki katı kadar uzaklıkta bulunan bu gezegeni bulmuştu.” Yani öyleyse bu gezegen zaten güneş sistemimiz içinde olur ve onu da çok daha önceleri keşfetmiş olurduk. Hatta ışınlanma teknolojisi bulunana kadar geçen zamanda gezegen çoktan kolonileştirilmiş olurdu. Bu durumda bu gezegen birkaç ışık yılı ötede olsa mantıklı olurdu.

    Bunun dışında ışınlanmada da kavram karmaşası var. Teknik olarak gezegenin konumu dünyanın güneşe olan mesafesinin 2 katı ise tamam o ışınlanma bahsedilen süreç içinde gerçekleşebilir ancak o zaman yukarıda da belirttiğim gibi gezegenin çok daha önceleri keşfedilmiş olmasının gerektiği sorunu öne çıkıyor. Eğer gezegen birkaç ışık yolu mesafede ise bu seferde ışınlanmada teknik problemler ortaya çıkıyor. Personeli ışık hızında göndersek bile bunun süre olarak birkaç ışık yılı alması sorunu yani. (:

    Bunlar dışında aynı paragrafta, di’li geçmiş zaman, miş’li geçmiş zaman ve geniş zaman kullanman iyi olmamış. İmla ve cümlelere bira daha dikkat edersen hikayelerini daha iyi ifade edebileceğine eminim.

    Umarım yanlış anlamazsın bunları yazmamdaki amaç daha iyi hikayeler yazabilmeni gerçekten istediğimden. Başka hikayelerini de okumak ve çok daha iyilerini yazabilmen dileğiyle.

  • Sevgili Emre, öncelikle genç bir yaşta okumaya ve yazmaya ilgi duyduğun için seni tebrik ederim ve umarım bu ilgin günden güne artarak devam eder. Öyküne dönecek olursak, kendini geliştirmen açısından bir kaç eleştiri yapacağım.

    Çoğu insanın hayallerini süsleyen, çok güzel bir düşünceyi, yani Dünya’ya benzeyen başka bir gezegenin keşfini yazıya dökmüşsün. Bunu yaparken de bilimkurguyu biraz hafife almışsın. Sana tavsiyem bu konuyu işleyen kitapları mutlaka oku. Metis Yayınları’nın çok ucuza satın alabileceğin bilimkurgu serisi kitaplığında bulunsun. Bu seride Robert A.Heinlein’ın gençlere uzayı öğreten bir dizi kitabı mevcut. “Uzay Elbisemle Yolculuğa Hazırım” benim de çok sevdiğim, faydalı kitaplarından biridir.

    Ayakları yere basan bir bilimkurgu hikayesi ortaya çıkartmak istiyorsan kendini her zaman geliştirmen gerekiyor. Bu gerçekten hafife alınacak bir konu değil, yaklaşık yüz elli yıllık bir külliyattan bahsediyorum. Mesela oturuyorum orjinal sandığım bir konu buluyorum sonra biraz araştırma yapıyorum ve bir bakıyorum, 1940’lı yıllarda bu konunun çoktan düşünülmüş ve üzerine birçok hikayenin yazılmış olduğunu görüyorum=))Ama konular kimsenin tekelinde değil tabiki bizim hayal gücümüz ve anlatım tarzımız önemli olan. Dikkat etmemiz gerken nokta, 2011 yılında yani iletişim hatta uzay çağında yaşayan bizler, bilimkurgu yazacaksak çok daha fazla derin araştırma yaparak bu konuları işlemeliyiz.

    Gürkan’ın söylediği teknik problemleri mutlaka araştır; Yazarken nelere dikkat etmen gerekiyor, Güneş’e uzaklığımızın iki katı olan mesafede hangi gök cisimleri yer alıyor, gezegenlerin arasındaki mesafeler nekadar, ışığın hızı ve bunlar gibi daha birçok konu…

    Eleştirileri de sakın olumsuz alma, genç bir yaşta bilimkurguya ilgi duyman çok önemli ve çok güzel, sadece yazacağın diğer öyküler için bu eleştirileri dikkate alman, Gürkan’ın dediği gibi ilerde çok daha iyilerini yazmana vesile olacaktır. Başka hikayelerini de görmek dileğiyle, kalemine sağlık.

  • yani kim nederse desin sonuçta bu bir amatör yazı tekik hatalar tabikide olacak bunlar zamanla düzeltilir.Bence bu yazı çok hoş olmuş tebrik ederim

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da