Fantastik Fantastik Hikaye Hikayeler

Şans

6. 8. 24…

Sayıları, uykuyla uyanıklık arasındaki birkaç saniyeye sığan upuzun rüyalardaki gibi duyuyorum. Görüntü yok, sadece sesler.. Bir duvarın ardından geliyor gibi boğuk. Kendi sesime benziyor. Bu sefer uyanmayacağım. Dışarının sesleri, kuş cıvıltıları, çöp arabasının gürültüyle boşalttığı konteyneri yerine bırakması, apartmanın içindeki bir dairenin kapısının çarpılarak kapanması… Gözlerimi sımsıkı kapatıp rüyamın devam etmesini bekliyorum.

‘Sonra kaç?’

Yine uyanıyorum. Geç kaldım.

Alarmı duymamışım, gecikeceğim. Hızla polis üniformamı giyip evden çıkıyorum. Sabahtan, gözaltındaki birisi için akıl sağlığı raporu almam gerek, dün savcı yardımcısı istemişti. Hastane yolunda arabayı genç bir memur kullanırken pencereyi açarak kendime gelmeye çalışıyorum… Şüpheli şahıs arkada, kelepçeli.

Asırlık ağaçların içinde küçük bir ada gibi tek başına duran hastane eski ama bakımsız değil. Yemyeşil bahçesinden içeri girerken çektiğim derin nefesle oksijenin hücrelerime dolduğunu hissediyorum. Bizi psikiyatri bölümünde yeni başlayan bir kadın doktora yönlendiriyorlar. Ortak kullanılan bir muayene odasına alınıyoruz. Bir masa, birkaç sandalye, parmaklıklı bir pencere. Sade, temiz. Duvarda bir manzara resmi bile var.

Doktor biraz tereddütlü, sanırım bir şüpheli ile ilk kez karşılaşıyor. Aynı üç yıl önce Organize Suçlar’da başladığım ilk günlerdeki halim gibi.

Hafifçe gülümsüyorum. “Ben de içeride olacağım,” diyorum. “Prosedür böyle.” Aslında öyle değil. “Kelepçesi de takılı olacak.”

Kız da gülümsüyor sanki ya da bana öyle geliyor.

Sonra o masanın bir tarafına, şüpheli ve ben diğer tarafına oturuyoruz.

Güzel, orası kesin. Ama bağıran, iddialı bir güzellik değil. Çaylak olsa da beyaz doktor önlüğü içinde kendinden emin hareket ediyor. Saçları her hareketinde yüzünün etrafında hafifçe dalgalanıyor. Siyah gözlerinde ne kadar zeki olduğunu görüyorum…

Standart başlangıç soruları ile başlıyor. Şüphelinin adı, yaşı, tıbbi geçmişi, vs. Sonra asıl konuya giriyor. “Neden buradasınız?”

Bana sorduğunu anlamam için birkaç saniye geçiyor. “Piyango yolsuzluğu,” diyorum fazla ciddi olmamaya çalışarak, laubali de olmadan. Çok zor, iki kelime söylerken bu dengeyi tutturmak.

Şüpheliye dönüyor, bana o arada yine mi gülümsedi?

Şüpheli, “Lotoda büyük ikramiyeyi kazandım,” diyor. “Üç sefer, hepsi son 2 yıl içinde. Bundan dolayı gözaltına alındım. Bu kadar şanslı olamam diye düşündüler herhalde.”

“İzin ver de düşünelim,” diyorum kendimi tutamadan. “Sayısalda kazanma ihtimali 12 milyonda bir. Süperde 26 milyonda bir. Üç kere kazanma ihtimaliyse, bunları birbiriyle üç kere çarparsan kaç çıkarsa o.”

“Ama imkansız değil,” diyor. İlk kez inceliyorum adamı. Otuzlarının başında, temiz yüzlü; dolandırıcıların çoğu gibi. Gülümseyerek konuşuyor, dalga geçercesine… “Ve üç seferde de tek kuponda tek kolon oynamışsın,” diyorum. “Araştırmaya değer.”

“Peki nasıl bildin kazanacak sayıları?” diye soruyor güzel doktor. “Önceden mi ayarladınız?”

Bunu ben de merak ediyorum. “Önceden değil, sonradan,” diyor adam muzip bir ifadeyle. Yaptığı müthiş espriye kendi kendine gülüyor. Doktor önündeki kağıda not alıyor.

“Gazetelerde lotoda kazanan numaraları yazdıkları o köşeye bakarken,” diye devam ediyor adam. “içinizden o basit 6 numarayı bir gün önce bilseniz hayatınızın ne kadar değişeceğini geçirmiyor musunuz?”

Hem de her seferinde! Lotonun esprisi de burada. ‘6 sayıyı mı bilemeyeceğim?’ diye düşünerek her hafta oynayıp para kaybetmemizi sağlıyorlar.

“Bir de bunu gerçekten yapabildiğinizi düşünün,” diyor.

Gülüyorum, doktor notlar almaya devam ediyor.

“15 yıl kadar önce bunu kafaya taktım. Olay basit aslında, kazanan sayıları karşıma alarak konsantre olmaya ve geçmişteki kendime iletmeye dayalı.”

“Çok basitmiş,” diyorum. Bu adam kesin organize bir işin içinde ve bizimle dalga geçiyor. Deli raporu alarak yırtmaya çalışıyor.

Doktor, “Geçmişteki kendinle konuşabiliyorsun demek,” diyor. Dalga geçmiyor, kendi söylediklerinin kesin doğruluğuna inanan delilere alışık gibi.

“Konuşabilsem yakalanmazdım herhalde,” diyor adam.

Eh, bu söylediği doğru. Bazen suçluları konuşturmanın en iyi yolu susmaktır. Susuyoruz.

“Her hafta kazanan numaraları, sadece düşünerek, bir gün önceki kendime iletmek için saatler harcadım. Yıllar boyunca. O kadar kolay değil tabii, çok iyi odaklanmak ve bilincini zaman içinde dolaştırabilmek gerekiyor. Başka birisine ulaşmıyorsun, sadece basit bir mesajı kendi bilincinin daha önceki haline iletiyorsun. O nedenle imkansız değil. Önceleri işe yaramadı. 10 yıldan uzun bir süre her hafta yaptım. Ama sonuç alamadım.”

“O sayıları gerçekten çekilişten önce kendine ulaştırmış olsaydın,” diyor doktor, “ve lotoyu kazansaydın, bir gün sonraki sen aynı sen olmayacaktın.”

“Ama yine kendime o sayıları yollayacaktım,” diyor. “Dolayısıyla ortada paradoks falan yok.

“Bu konudaki teorilerin hepsini okudum. Benim aklıma yatan şu: Zaman akan bir nehir gibidir. Bir değişiklik yaptığınızda, bu nehirde yeni bir kol açarsınız. Bu kol diğer nehirle yan yana ilerler. Yolu biraz farklı, ama en az içinden çıktığı asıl nehir kadar gerçek.

“Hayatta yaptığınız kritik seçimleri düşünün. Doktor olmasaydınız ne olurdunuz? Eski sevgilinizle ayrılmasanız nasıl olurdu? Bunun gibi sonsuz sayıda yol ayrımı var. Her biri için de, başka kararlar veren bir siz varsınız. Her değişik karar da farklı bir nehir kolu. Ve hayat elbette sadece sizden ibaret değil. Milyarlarca insanın milyarlarca seçimlerinden oluşan sonsuz sayıda gerçeklikler var. Dolayısıyla benim kendime ilettiğim o sayılar, sadece farklı bir gerçekliğe geçmemi sağlıyor.”

“Ne oldu da kazanmaya başladın peki?” diye soruyor doktor.

“Dinlemeye başladım,” diyor. “Her hafta kendime sayılar göndermeye çalışıyordum, ama bunları nasıl alacağımı bilmiyordum. Loto kuponunu önüme aldığımda içime bir şey doğmuyordu. Ben de her gün belli saatlerde, yarınki kendimden gönderilen sayıları duyabilmek için konsantre olmaya başladım. Sessizlik içinde, meditasyon yapar gibi. Önceleri yine bir şey olmadı. Sonra uzaklardan belli belirsiz bir şeyler duyar gibi oldum.

“Bir gün sabaha karşı, uyanmadan az önce, rüyamda sayıları net olarak duydum. Tam 6 tane sayı.”

İrkiliyorum.

“Uyanır uyanmaz sayıları yazdım. Rüyalar hemen unutulur çünkü. O gün loto çekiliş günüydü. Gidip tek kuponda tek kolon oynadım. İlk ikramiyeyi o gün kazandım.

“Zihnin en açık olduğu zaman, uyanmadan önceki o saniyeler. Dinlemeye niyetliyseniz, o zaman duyuyorsunuz kendi sesinizi. Henüz söylemediğiniz sayıların yankısını…

“Kazanacak sayıları işte  bu şekilde bildim.” Adam susarak duvara bakıyor. Ciddi mi alaycı mı?

Bense donup kalmış durumdayım. O sayıları ben de duydum çünkü.

“Bunu sadece sen mi akıl ettin?” diye soruyor doktor. “Yoksa kazanan herkes bu yöntemi mi uyguluyor?”

“Kimseyi bilmiyorum Ben tek başımayım.”

“Peki söylediklerin doğruysa,” diye devam ediyor doktor, “bunları bize neden anlatıyorsun?”

“Bana inansanız bile, bunu kimseye söyleyemeyeceğiniz için,” diyor adam, kendinden emin. “Size de deli gözüyle bakarlar. Hem siz hep aynı ilçeye ikramiye çıkmasını sağlayan bir örgütü arıyorsunuz. Beni değil..”

Doktorla birbirimize bakıyoruz.

“Bir neden daha var,” diyor adam.

“Dediğiniz gibi, bunu tek akıl eden ben olmayabilirim. Bu konuda elimde hiçbir kanıt yok, ama aynı yöntemi suç işlemek için kullanan kötü niyetli insanlar olabilir. Suç şebekeleri, terör örgütleri… Eğer varlarsa, bunları ben bulamam. Ancak siz bulabilirsiniz.” Bunu  söylerken bana bakıyor.

“Ne yapabilirler sence?” diye soruyorum. “Sen geçmişteki kendine sayıların dışında bir bilgi iletebildin mi?”

“Hayır,” diyor. “Çok kereler denedim – kelimeler, harfler, görüntü, ses, koku, aklınıza ne gelirse. Sadece sayılar iletilebiliyor.”

“Sayı ileterek ne suç işleyebilirler ki?” diye soruyor doktor. Ama ben yanıtı biliyorum.

“Koordinat iletebilirsiniz mesela,” diyor. “Bir şeyin zamanını… Neyle ilgilendiğinize bağlı.”

Doktor önündeki kağıtları toparlayıp sıraya koyuyor. Bir süredir hiç not almadığını fark ediyorum. “Benim başka soracağım yok,” diyor bana.

Başımı sallayıp ayağa kalkıyorum. Şüpheliyi dışarıda bekleyen memura teslim edip tekrar odaya girerek kapıyı kapatıyorum.

“Ne yazacaksınız raporda?” diye soruyorum. Bu soru sorulmaz normalde, rapor gelince görürsünüz. Ama bu normal bir durum değil.

Omuzlarını silkerek, “Kendi söylediklerine inandığı kesin,” diyor. “Kimseyle de işbirliği yaptığını sanmıyorum.” Bir an susarak bana bakıyor. Söylemediği bir şeyler var.

“Anlattıkları doğru olamaz herhalde, değil mi?” diyorum.

“Burada yatan hastalarla konuşurken, mümkün olduğunu düşünmediğim şeylerle karşılaşıyorum,” diyor. “Hiçbir şeye imkansız demem. Ama rapora bunu yazamam tabii. Akli dengesinin bozuk olduğunu yazacağım.”

Birbirimize bakıyoruz. Birkaç metre ötemde güzellik ve tereddüt içinde duruyor.

“Ne olacak ona?” diye soruyor.

“Savcılık bırakacaktır,” diyorum. “Elimizde suça karıştığını gösteren hiçbir kanıt yok. Sizin raporunuz da cabası. Bir süre bağlantılarını, görüştüklerini, para akışını falan takip ederiz dışarı çıkınca. Kuşkulu bir durum bulamazsak peşini tamamen bırakırız.”

Başını sallıyor. Ona duyduğum sayıları söyleyemiyorum.

Hastaneden çıkarken danışmadan doktorun telefon numarasını alıyorum. Unutmadan yazmam lazım, ama vaktim yok.

Şüpheliyi nezarethaneye bıraktıktan sonra bir mazeret uydurup eve gidiyorum. Çünkü uyumam gerekiyor.

Bugün loto çekiliş günü. Elimde ise sadece 3 rakam var. Geri kalanları öğrenmek için çekiliş saatine kadar uyumalıyım. Bu erken saatte uykuya dalmak çok zor olsa…

 

Sayılar – ama çok fazlası. Birbirini takip eden 16 tane rakam – sonra iki haneli iki sayı. Yabancı gibi gelse de kendi sesimi duyuyorum; daha net artık. Ezberlememi istercesine devamlı tekrarlıyor sayıları… Uyanıyorum.

Sabah olmuş. Deliksiz uyumuşum, loto çekilişi de bitmiş.

Hemen kalkıp sayıları unutmadan yazıyorum. Onlara bakıyorum.

Ne diyorsunuz bana?

Ne demişti şüpheli? Koordinatlar, zaman…

Evet, ilk 8 sayı enlem, ikinci 8 sayı boylam olmalı. Hemen telefonumdan bir harita açıp koordinat kısmına bu sayıları giriyorum. Boğazda bir balıkçı lokantası burası. Son dört rakam 13 ve 55 saati gösteriyor olmalı. Burada, 13:55’te bir şey olacak. Sivil kıyafetle lokantanın civarına gidiyorum.

Etrafta şüpheli bir durum yok. Saatlerce sahil yolundaki insanları izliyorum; işe gidenler, yürüyüşe çıkanlar… Öğle yemeği zamanı geldiğinde müşteriler lokantaya gelmeye başlıyor. Grup halinde gelen iş arkadaşları… Lüks otomobilleriyle gelen birkaç çift… Sırt çantalı bir turist…

Sonra yolda bir hareketlenme oluyor. Saat 13:34.

Birkaç resmi araçla korumalar ve polisler geliyor. Korumaların bir kısmı yabancı. Lokantaya üst düzey birileri gelecek anlaşılan.

Polis kimliğimi gösterdiğim bir memur detaya girmeden, çok üst düzey bir konuk geleceğini söylüyor. Rusya Başkanı kısa bir ziyaret için gelmişti ülkemize; demek ki bizim başkanla öğle yemeği için bu lokantaya gelecekler. Son anda karar verilmiş olmalı. Yıllar önce Türk ve Yunan dış işleri bakanlarının bir anda karar vererek boğazda bir kafede oturmaları gibi…

Bu durumda, buraya gelecekleri önceden bilinmiyor olmalıydı.

Lokantadan çıkanlar oluyor. Şu çift aceleyle çıkıyor. İş yerinden gelen grup ve şu tek gelen turist de çıkıyor.

Turistin sırt çantası yok!

Hızlı adımlarla yürüyerek yokuş yukarı tenha sokaklardan birine dalıyor. Usulca takip ediyorum. Bir apartman girişine geldiğimizde adamı içeri itip duvara dayıyorum; silahımı da sırtına…

Şaşırdığı belli, ama direnmiyor. Masum olsa direnirdi.

Ellerini kelepçeliyorum. Telsizimden, kimliğimi gizleyerek, lokantada sırt çantasında gizlenmiş bir bomba ihbarı aldığımı söylüyorum. Saniyeler sonra polisler lokantayı boşaltıp yolları kapatıyor; bomba imha ekibi yolda…

Yüzü hala duvara dayalı olan adam gülüyor. Turist falan değil bu.

“Buraya geleceklerini nereden biliyordun?” diye soruyorum.

“Sen nereden biliyorsan,” diyor adam gülerek. Sinirimi bozuyor.

“Yakalandığın halde niye gülüyorsun?”

“Bu sadece taslak,” diyor adam sırıtarak. “Olması gereken olana kadar yeniden yazılacak. Gerçek bizim yanımızda.”

Dini bir metni tekrar eder gibi konuşuyor.

Telsizle, ismimi vermeden, şüpheliyi yakaladığımı anons edip yerimi söylüyorum. Tabancamın kabzasını adamın kafasına indiriyor, bayılan adamı düzgünce yere yatırıyorum. Sonra hızla apartmandan çıkıyorum ve ara sokaklardan uzaklaşıyorum.

Eve dönüyorum. Lokantadaki bomba bulunup etkisiz hale getirilmiş. Kafamda binlerce soru dolaşıyor.

Koordinatları ve zamanı öğrenip kendime iletebildiğime göre, bu bomba başka bir gerçeklikte, Türk ve Rus devlet başkanlarının lokantada olduğu saatte (13:55’te!) patlamış olmalı…. Şimdiyse bu bilgiyi geçmişteki kendime ileterek bunu engellemeyi başardım. Peki bu terörist, onların bu saatte orada olacaklarını nasıl biliyordu? ‘Sen nereden biliyorsan,’ demişti. Öyleyse o da benim gibi bir gün sonradan, kendisine bu bilgiyi (koordinatları ve saati) iletmişti.

Yani bugünün ilk taslağında devlet başkanları lokantada hiçbir şey olmadan yemek yiyordu. İkinci taslakta ise lokantada onların olduğu saatte bomba patlıyordu.

Üçüncü taslak ise bombalı suikastın olmayacağı şu andaki durum olmalı. En azından şimdilik… Daha kaç taslak olacak, bunu bilmem imkansız.

Terörist, ‘Gerçek bizim yanımızda,’ demişti. ‘Bizim’! Yani tek başına değildi. Dünkü şüphelinin söylediği gibi, gelecekten geçmişe bilgi iletebilen terörist bir grup olmalı. Kaç kişiler? Bugün edindikleri bilgileri yarın kullanarak daha neler yapacaklar? Ve ben buna karşı tek başıma ne yapabilirim?

Dünkü kendime iletmek için o koordinatların ve saatin yazılı olduğu kağıdı buluyorum. Konsantre olarak saatlerce aynı sayıları kafamda tekrarlıyorum.

Telefonumun titrediğini fark ediyorum. Saatlerce sessizde kalmış, onlarca arama var. Hiçbirine bakmıyorum.

Güvenebileceğim tek kişinin duru yüzü ve zeki bakışları aklımda. Ne yapacağıma karar vermek için doktor hanıma ihtiyacım var.

Numarası kaçtı? Almıştım, ama hatırlayamıyorum. Yazmam gerekirdi.

Çaresizce bekliyorum.

Telefon tekrar titriyor. Yine tanımadığım bir numara. Tamamen kapatmak için elimi uzatıyorum.

Kapatmadan önce ekrandaki sayılara bakıyorum. ‘….68 24’. Son birkaç gündür uyanmadan önce duyduğum sayılar bunlar: ‘6 – 8 – 24’.

Kimin aradığını biliyorum. Telefonu kulağıma götürürken gülümsüyorum. “Ben de seni aramaya…”

“Sus,” diyor telaşlı bir sesle. “Bütün gün sana ulaşmaya çalıştım. İyi dinle. Bu sayılar ne demek olabilir?”

Birbiri ardına 16 tane rakam ve ikişer haneli iki sayı sayıyor. Son sayılar 21 ve 15. 21:15. Şu anda saat 19:45. Diğer rakamlar ise başka bir koordinat olmalı. Bunları ona telefonda anlatırken silahımı alarak dışarı çıkıyorum.

Bugün daha bitmedi. Kaçıncı taslaktayız bilmiyorum, ama hala şansımız olduğunu biliyorum. Artık yalnız değilim. Beni anlayan birisi var. Tüm olasılıkları birlikte düşüneceğimiz, birlikte hareket edeceğimiz birisi.

“Numaramı nereden buldun?” diyorum.

Duruyor.

“Kendime söyledim,” diyor duru sesiyle. “Uyanırken öğrendim.”

Ne olacağı konusunda hiçbir fikrim yok, ama gülümsüyorum. Şanslıyım.

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



avatar

Badahan CANATAN

1971 yılında İstanbul'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Tarsus'ta bitirdikten sonra İstanbul'a gelerek Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü'nü bitirdi. İskoçya'daki University of Strathclyde'da MBA yaptı.

1994 yılından bu yana finans sektöründe çalışıyor.

2008 yılında ilk kez katıldığı Türkiye Bilişim Derneği Bilimkurgu Öykü Yarışması'nda finale kaldı.

İlk bilimkurgu romanı olan "Adsız İnsanlık", 2009 yılında basıldı. Adsız İnsanlık evreninde geçen yeni romanlar için çalışmaları devam ediyor.

Evli ve iki kız çocuk babası.

Okumayı çok seviyor.

6 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

Mehmet KARDAŞ için bir yanıt yazın İptal

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da