Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

PERDE – 2

2. Perde

Denizden gelen tuz kokulu esinti yüzüme çarptığında, evimizden kasabaya inen patikayı yarılamıştık bile. Henüz ilkbaharın başı olduğu için güneş fazla yakmıyordu, ama Funda’yla ellerimiz terlemeye başlamıştı. Elimi silmek için onun elini bırakmam gerekiyordu, ama bunu yapacak da değildim.

Revirde geçen nekahet döneminden sonra, güney sahilinde turistik bir kasabaya yerleştirmişlerdi bizi. Bedenlerimiz iyileşmişti belki, ama tam olarak eski kuvvetimize ulaşmak için aylara, belki yıllara ihtiyacımız vardı. Bir de atlatmamız gereken bir travma vardı elbette. Perde hala çalışıyordu ve bizim gerçek hayata alışmamız için geçecek sürede de çalışacaktı.

Kasabanın parlak beyaz boyalı evlerini gördüğümüzde “Duralım,” dedim Funda’ya. Daha ileride masmavi denizin üzerinde güneşin pırıltılarının yansıdığını ve küçük balıkçı kayıklarının uzaklarda ağlarını sakince derinlere saldığını görebiliyordum buradan.

Eskiden de var mıydı bu güzellikler? Yoksa ben görmemeyi mi tercih ediyordum? Hep günün acil işleriyle uğraşmaktan, yaşamayı ıskalamış mıydım?

“Hep burada kalsak keşke,” dedi Funda.

Ona baktım.

Eskisinden daha güzeldi.

Derisindeki yanıklar tamamen iyileşmiş, yeniden gür şekilde çıkan saçlarını atkuyruğu şeklinde bağlamıştı. Gözlerinin yeşili bile eskisinden daha parlaktı sanki. Ona baktığımda dünyadaki en şanslı adam olduğumu hissediyordum.

Yıllar sonra ilk kez bu kadar mutluydum.

O da benim bakışlarıma sevgiyle karşılık veriyordu; ama “Hadi yürüyelim,” dedi ve devam ettik.

Kasabaya indiğimizde, doktor randevusuna daha yarım saat zaman vardı. Zamanı sakin sokaklarda biraz dolaşarak geçirmeye karar verdik. Küçük dükkânların vitrinlerine bakıyor ve turistik eşyaları gülerek birbirimize gösteriyorduk.

Sokaklardaki insanlar, bazen bize kaçamak bir bakış atıyor, sonra yollarına devam ediyorlardı. Bu normaldi, ne de olsa buranın yabancısıydık.

Funda bir giysi mağazasına girdiğinde onu dışarıda beklerken, Haluk’u gördüm.

Bizi bir süredir izliyor olmalıydı. Onu gördüğümde başımı çevirmeme rağmen karşı kaldırımdan bana doğru geldi.

“Söylediklerimi düşündün mü?” diye sordu.

Haluk da M.K.İ.M.’dendi ve hayatta kalan bir kaç kişiden biri olduğunu biliyordum. Onu da bizimle aynı kasabaya yerleştirmişlerdi, muhtemelen aynı ülkeden olduğumuz için. Ama Haluk’un tam olarak iyileşmediği belliydi. Burada kaldığımız iki – üç hafta içinde defalarca yanıma gelmiş ve rahatsız edici şeyler anlatıp durmuştu.

O gece neler yaşandığını hatırlayıp hatırlamadığımı soruyordu. Kendisi de hatırlamıyordu gerçi; sadece çok kötü şeyler olduğunu söylüyordu. “Perde’den kurtulmalıyız; bizi körleştiriyor,” demişti son seferinde.

“Pek düşünmedim Haluk,” dedim. “Sen de fazla düşünmesen iyi olur. Buradayız ve iyiyiz, mutluyuz. Önemli olan da bu. Kendini boş yere harap etmeyi bırak. Bizi de daha fazla rahatsız etme.”

Haluk söylediklerimi daha önceki seferler gibi duymazlıktan gelerek, “Gerçekler bizi özgürleştirecek,” dedi ulvi bir ses tonuyla. Söylediklerine inanıyor gibiydi, ama bu saçmaladığı gerçeğini değiştirmiyordu.

Funda dükkândan çıkmıştı. Bunu fırsat bilerek, onun eline yapıştım ve hızlı adımlarla oradan uzaklara doğru yürümeye başladım. “Doktora geç kaldık,” diye seslendim omzumun üzerinden Haluk’a.

“Çok yanlış şeyler dönüyor ortalıkta,” diye bağırdı arkamızdan, ama biz sokağın köşesini dönmüştük bile.

Doktorun muayenehanesine girdiğimizde, hala bir kaç dakikamız vardı ve bekleme salonunda oturup masalardaki eski dergileri karıştırarak zaman geçirdik.

Bizden başka bir kişi daha vardı – kirli sakallı, bıyıklı bir genç. Özellikle kalın kaşları dikkat çekiciydi, sanki olduğundan daha fazla asık suratlı gösteriyordu. Fazla bakmadım, ama dergilere bakarken onun bakışlarını üzerimizde hissettim.

Neyse ki, fazla beklemek zorunda kalmadık. Doktor, içeriden ağlamaktan gözleri şişmiş orta yaşlı bir kadınla birlikte çıktı.

“Parası neyse veririm,” diyordu kadın düşük bir ses tonuyla, “Yeter ki kabul edin…”

Doktor ona net bir cevap vermeden, “Sonra konuşuruz,” diye mırıldandı ve dışarıya çıkardı.

Sonra bize döndü ve “Oluyor böyle şeyler,” diye gülümsedi. “Buyurun, içeri geçelim.”

Biz içeri geçerken, sakallı gencin yavaşça kalkarak diğer kadının peşinden gittiğini fark ettim. Kadının yakını olmalıydı, ona eşlik etmek için buradaydı muhtemelen. Ama kadına hiç de benzemiyordu diğer yandan ve sanki ona eşlik ediyor değil, onu takip ediyor gibi bir hali vardı.

Bu konuya daha fazla kafa yormamaya karar vererek Funda’yla beraber doktorun odasına girdim. İnsanları gözleyip fikir yürütmekten de hiç hoşlanmam; burada dikkat çekmemeye çalışan bizdik ne de olsa.

Doktorumuz kırklı yaşlarda, bronz tenli ve sağlıklı görünümlü bir adamdı. Onu her gördüğümde neşeli bir hali vardı. Yapmacık bir neşe de değil; sanki bizimle zaman geçirmekten gerçekten hoşlanıyormuş gibi bir hali vardı. Alnının yanlarından seyrekleşmeye başlayan kır saçları ise, bana aslında stresten o kadar da uzak olmadığı izlenimini veriyordu. Belki de, bizim durumumuz gereği bize böyle davranması gerektiğini düşünüyordu. Her halükarda onun oyununa ortak oluyor ve her doktor kontrolümüzden neşe içinde ayrılıyorduk.

O günkü kontroller bittiğinde doktor, önceki kayıtlara da bakarak, “Gayet iyi,” diye mırıldandı. Sonra bize dönerek, “Düşündüğümden çok daha hızlı toparlıyorsunuz,” diye ekledi. “Kaza öncesi halinize dönmüş gibisiniz.”

Yaşadıklarımızdan hiç bahsetmiyor, zorunlu kaldığında ise hep ‘kaza’ diyordu. Büyük ihtimalle neler olduğu ona söylenmemişti, ama bir kazadan daha fazlası olduğunu tahmin ediyor olmalıydı. Gerçi biz de pek bir şey hatırlamıyorduk, o yüzden pek bir farkımız yoktu.

Doktor ikimize bakarak devam etti: “Bir kaç hafta içinde, egzersizlerinizi aksatmazsanız fiziken tamamen hazır hale geleceğinizden kuşku duymuyorum.” Sonra bana bakarak ve gülümseyerek ekledi: “Aslında siz çoktan hazırsınız, ama Funda Hanım’ın geçirdiği operasyondan sonraki iyileşme sürecinin çok daha uzun sürmesi beklenir. Ama o da gayet iyi gidiyor. Zaten çabuk iyileştiğiniz için sizi tek başınıza geri göndererek cezalandıracak değilim.”

Bu söylediklerine karşı çıkacak değildik. Buradan ayrılmayı ne kadar geciktirirsek o kadar iyiydi bizim için.

Sonra, “Psikolojik açıdan da gayet iyi görünüyorsunuz”, dedi. “Perde konusunda bir sıkıntı var mı?”

“Yok,” diye cevap verdi Funda. “Her şey gayet iyi. Hiç olmadığımız kadar mutluyuz bu aralar. Belki burasının havasındandır, belki de Perde’dendir, bilmiyorum.”

“Evet,” dedi doktor. “Perde’nin böyle bir etkisi olduğundan da söz edilir. Ben hiç kullanmadığım için bilemiyorum tabii. Zaten hala yeni bir uygulama sayılır, yeni yeni yayılıyor. Yakın zamana kadar sadece devlet kontrolündeydi, şimdilerde yeni düzenlemelerle biraz gevşedi. İnsanlar duydukça, bunu yaptırmak için karaborsaya bile gitmekten çekinmiyorlar.”

“Perde’yi niye istiyorlar?” diye sordu Funda. “Yani, eğer bir kaza falan yaşamışlarsa bunu yaptırmaya zaten hak kazanmıyorlar mı? Bunun dışında ne işe yarar ki?”

Doktor cevap vermeden biraz durdu. Düşünürken yüzündeki gülümseme sanki bir anlığına yok oldu, sonra tekrar gülümsedi. “Yaşanan başka travmalar da var tabii,” dedi. “Mesela, yakınları ölenler tarafından çok talep geldiğini duyuyorum. Şu biraz önce çıkan kadını hatırlıyorsunuz, değil mi? Bir kaç yıldır burada yaşıyor, eşinden boşandıktan sonra oğluyla beraber buraya taşındılar. Geçen ay talihsiz bir deniz kazasında oğlunu kaybetti. O günden bu yana buraya gelip duruyor, kendisine Perde uygulatmak için. Halbuki, bu özel bir operasyon ve ben bu konuda uzman değilim. Yine de gelmekten vazgeçmiyor.”

“Ama bu çok acı,” dedi Funda. Yüzündeki hüznü görebiliyordum. “Yaşadıklarını tahmin bile edemem elbette, ama Perde ile neye ulaşacağını sanıyor acaba? Oğlu geri gelmeyecek ki.”

“Doğru, gelmeyecek,” dedi doktor. “Ama yaşadığı acıyı azaltmasını sağlayacak. Belki kaybını tamamen unutturacak ona, Perde’nin kalitesine bağlı. Oğluyla ilgili tüm anılarını bastıracak, aklına bile gelmeyecek.”

“Ama bu çok…” dedi ve durdu Funda. “…korkunç,” diye tamamladı.

“Böyle diyenler de var,” dedi doktor. “İnsanların acılardan kurtulmasının doğal olmadığını, bunların bizi hayatın güzellikleriyle birlikte tanımladığını ve bir denge oluşturduğunu savunanlar var tabii. Ama her türlü yeniliğin de ilk başta böyle tepkilerle karşılandığını unutmamalıyız. Hem hepimiz mutlu olmak için çabalamıyor muyuz? Başa çıkılamayacak kadar büyük acılar, üzüntüler yaşayan insanlardan böyle bir imkânı, bir kurtuluşu esirgemek ne derece doğru? Zaten bize ters gelse bile, Perde artık ortada ve insanlar istedikten sonra ona bir şekilde ulaşıyor.”

“O kadın hariç sanırım,” dedim.

“O kadar emin olmayın,” dedi doktor usulca. “Bekleme odasındaki adam, bu konularda bazı çözümlere ulaşma imkânına sahip birisiydi. Talep ile arzı buluşturan birisi olarak düşünebilirsiniz. Sanıyorum, şimdi ona bu konudaki seçeneklerini anlatıyordur.”

“Karaborsacı mı yani?” diye sordum.

“Öyle söyleyince kulağa kötü geliyor elbette,” dedi doktor. “Çok yasal mı? Değil. Ama, insanlara zarar vermiyor sonuçta. Çaresiz kalan insanlara bir çözüm sunuyor bir yerde.”

“Ücreti karşılığında,” diye ekledim.

Doktorun bir an yüzü asıldı. “Tabii, kimse bedavaya yapmıyor bunları. Sonuçta bir risk alınıyor. Hem sadece Perde uygulamasının yapılması olarak düşünmeyin. Perde’yle birlikte yapılabileceklerin sınırı yok. Çünkü duyularınızı ve algınızı istediğiniz gibi filtreleyebiliyorsunuz. Perde’si olanlara uygulanabilecek çok çeşitli iyileştirmeler var piyasada. Örneğin, bazı kişilerin, inançları gereği, karşı cinsten insanları ‘görmemeleri’ sağlanabiliyor.”

Buna ikimiz birden güldük.

“Nasıl yani?” diye sordu Funda. “Kadın veya erkek görünce günaha girecekleri için mi?”

“Nasıl görmüyorlar yani?” diye de ben sordum. “İnsanların yarısını birden tamamen yok sayarak nasıl yaşayabiliyorlar ki? Hem sırf bunun için Perde yaptırılabiliyor mu?”

Doktor, “Perde’nin kullanımının hızla arttığını söylemiştim,” dedi. “Sadece bu nedenle bile karaborsada buna önemli bir talep olduğunu duydum. Hem Perde tek başına bunu sağlamıyor. Perde, temel bir operasyon. Söylediğim gibi bazı isteğe bağlı filtreleri ise ayrıca hap şeklinde sunuyorlar. Yani sadece istenen filtreye göre üretilmiş bir hapı yutuyorsunuz ve sizin Perde’niz artık buna yönelik çalışıyor.”

“Yani hapçılığa başlamamız gerekiyor,” dedim. “Yeni bir çeşit uyuşturucu gibi…”

Doktor bunu duymazdan geldi. “Bahsettiğim filtreyi kullanan insanlar karşı cinsten insanları sadece hatları belirsiz birer siluet olarak görüyorlar. Yani orada olduklarını biliyorlar, fakat gerçek görüntülerini görmüyorlar.”

“Yani günaha girmiyorlar,” dedi Funda.

“Bahsettiğiniz yoksaymaya gelince,” dedi doktor, “tam da buna yönelik başka bir filtre daha var ortalarda. Artık görmek istemediğiniz birisini tamamen yoksaymanız mümkün. Aynı e-postalarda veya diğer iletişim araçlarında olduğu gibi…”

“Bu nasıl oluyor?” diye sordum şaşkınlıkla. “İstemediğiniz kişiyi görmüyor musunuz?”

“Aynen öyle,” dedi doktor. “Tamamen ‘yoksayıyorsunuz’. Belki gerçekte önünüzden geçiyor, size bir şeyler söylüyor; ama onu görmüyor ve duymuyorsunuz. Hemen tepki vermeyin, sizin de hiç görmek istemediğiniz, hayatınızdan silmeyi tercih edeceğiniz kişiler yok mu?”

Funda’yla birbirimize baktık. İkimizin de aklına Haluk gelmişti.

Gülerek, “Yok diyemem,” dedim. “Ama bunun hapı için paramız yeter mi, onu da bilemem.”

“Para sorun değil,” dedi doktor. “Sizin tüm tedavi masraflarınız karşılanıyor. Sadece benim bunu normal tedaviniz içinde göstermem yeterli.”

Doktorun da bu işin içinde olduğu belliydi artık. O karaborsacı ya da her kimse, onunla birlikte çalışıyordu. Kendisine gelen ve Perde isteyen ya da Perde’si olan bütün hastalarına bu satış konuşmasını yapıyordu anlaşılan.

Ben bunları düşünürken Funda, “O adamı nasıl bulacağız peki?” diye sordu. “Adını bile bilmiyoruz.”

Şaşkınlıkla Funda’ya baktım. Sanki bunu yaptırmaya karar vermişiz gibi konuşuyordu.

“Adamın adı Baki,” dedi doktor. “Merak etmeyin, o sizi bulur.”

Funda’yla bunu daha sonra etraflıca konuşmamız gerekiyordu. Daha bir karar vermiş değildik ne de olsa.

Ama doğrusu Haluk’u yoksaymak fikri bana da güzel gelmiyor değildi…

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



Konular
avatar

Badahan CANATAN

1971 yılında İstanbul'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Tarsus'ta bitirdikten sonra İstanbul'a gelerek Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü'nü bitirdi. İskoçya'daki University of Strathclyde'da MBA yaptı.

1994 yılından bu yana finans sektöründe çalışıyor.

2008 yılında ilk kez katıldığı Türkiye Bilişim Derneği Bilimkurgu Öykü Yarışması'nda finale kaldı.

İlk bilimkurgu romanı olan "Adsız İnsanlık", 2009 yılında basıldı. Adsız İnsanlık evreninde geçen yeni romanlar için çalışmaları devam ediyor.

Evli ve iki kız çocuk babası.

Okumayı çok seviyor.

5 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

NEsLi için bir yanıt yazın İptal

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da