Bilimkurgu Bilimkurgu Hikaye Hikayeler

KABUKİ – 4

Nasıl olabilirdi? Güneş sisteminde bizden başka hayat olmadığından o kadar emindik ki…

Eğer bu doğruysa, Amerika’daki Kabuki’nin bir yalanı daha ortaya çıkmış demekti. Çok uzaklardan geldiklerini söylemişti; oysa yanı başımızdan, komşu gezegenden geliyorlardı…

“Mars’ta hayat yok diye biliyoruz,” dedim heyecanla. “Defalarca araçlarımız indi oraya ve fotoğraflar çektik, toprak örnekleri aldık, yapılabilecek her türlü analizleri yaptık… Bulunacak bir şey olsa mutlaka bulurduk. Gerçekten orada yaşıyorsanız ve bir medeniyetiniz varsa, ki buraya kadar gelebildiğinize göre var demektir, mutlaka izlerinizi görürdük.”

Ortak dil programı söylediklerimi çevirmeye çabalarken, bazı kısımları birkaç kere, farklı şekillerde tekrar etmem gerekti. Kabuki bu sırada sadece soğuk mavi ışığıyla ışıldıyordu.

Sonunda, “Çok sorun var,” dedi. “Ama zamanımız az. Her şeyi konuşmamıza yetmeyecek.”

Saatime baktım. Beş buçuğu geçiyordu. Birazdan sabah olacak, laboratuvara diğer insanlar gelmeye başlayacak ve Kabuki de ölecekti. Bunlardan hangisinin daha önce olacağını bilmiyordum. Şüphe uyandırmamak için ortalığı biraz toparlamam gerekiyordu. Ama konuşmamız gittikçe daha ilginçleşiyordu.

Devam etti: “Siz kendiniz gibi olanları arıyordunuz. Sizin koşullarınızda gelişmiş olan ve sizin beklentilerinize uyan bir yaşamı ve medeniyeti. Aramadığınız şeyi bulamazsınız.”

Burada haklıydı işte. Yaşamın gelişmesi için hep belli koşulların olması gerektiği söylenirdi. Su, oksijen, belli bir sıcaklık, vs. Teknoloji üretmek için eller ve kollar olmalıydı, hatta başparmağın konumu bile, aynı insanlarda olduğu gibi alet tutmak ve kullanmak için diğer parmakların tersinde olmalıydı.

Sadece bunları ararsanız, diğer olasılıkları göremezsiniz.

“Hem benim düşüncemi paylaşanlar, barışçılar, size işaretler gönderdi, ama göremediniz.”

“Ne işareti?” dedim.

“Sizin yüzünüz.”

Mars’ın yüzeyindeki o meşhur, insan yüzünü andıran görüntünün fotoğrafını hemen hatırladım. “Bir dakika, o fotoğraf 1970’li yıllardaki düşük teknolojiyle çekilmişti. Daha sonra, daha yüksek çözünürlükle ve daha yakından çekilen görüntülerde, ortada insan yüzü falan yoktu. Bir göz yanılsamasından ibaret olduğu ortaya çıktı.”

Ortak dile bunun çevrilmesi on beş dakikayı buldu ve Kabuki bu sırada sabırsızlanıyor gibi parlayarak sönüyordu.

“Sizin çekim yapacağınız/göreceğiniz göze göreydi… Siz göresiniz diye öyleydi… Sadece siz görebilirdiniz… Kendi yüzünüz…”

Ortak dil bu kadarını çevirebiliyordu. Kabuki, tam da o zamanki teknolojimizle görebileceğimiz bir insan yüzü şekli oluşturduklarını söylemeye çalışıyordu. Bundan daha açık bir mesaj da veremezlerdi.

Kendi yüzümüz… O eski Japon tiyatrosundaki, Kabuki’deki maskeler gibi… Demek ilk Kabuki maskesi buydu. İnsan yüzü…

Görmüştük, ama gerçek anlamını anlamamıştık…

Ama asıl konu dağılıyordu. “Neden buraya gelmemeliydiniz?” diye tekrarladım. “Dünya’ya gelmenizin asıl amacı neydi? Neden şimdi?”

“Çünkü siz bizim evimize/dünyamıza geliyordunuz.”

Biraz düşünmem gerekiyordu. Evet, bunu ben de medyada okumuştum. Mars’a ilk insanlı yolculuğun yakında, birkaç yıl içinde yapılması planlanıyordu.

“Hepimiz değil,” dedim. “Mars’a sadece bir kaç kişilik bir yolculuk yapılacak. Hem bir yıldan daha kısa bir sürede geri dönecekler ve…”

“Haberlerinizi izliyoruz,” diye sözümü kesti Kabuki. “Bunun Mars’ta/bizim evimizde kalıcı bir koloni için ilk adım/başlangıç olduğunu biliyoruz. Sizin dilinizi cihazlarımızla çözebiliyoruz ve çok uzun bir süredir dinliyoruz/izliyoruz. Daha önce gittiğiniz yerlere, kendi dünyanızda/evinizde bile, neler yaptığınızı biliyoruz. Kendi doğanızı/dünyanızı tüketmekle yetinmeyerek başkalarının evlerine giriyorsunuz. Çoğu Kabuki bu nedenle sizi tehdit/kötülük olarak görüyor.”

“Dilimizi çözebiliyor musunuz?” diye sordum. “O zaman bizi bunlarla neden uğraştırdınız?” Elimle, iletişimimizi sağlayan üç boyutlu silindir örtü görüntüsünü gösterdim.

“Cihazla çözebiliyoruz,” dedi. “Ve anlaşılan çevirici cihaz da gemimizin içinde, kaza nedeniyle kullanılamaz durumda. Hem konumuz bu değil. Zamanımız bitiyor.”

Saatime baktım. Yediyi birkaç dakika geçiyordu. Kabuki’yle konuşmak, çevirinin zorluğu nedeniyle, gerçekten çok zaman alıyordu ve ben zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım.

“Fikirlerden bahsetmiştin,” dedim.

“Evet,” dedi. “Fikirler… Siz/insanlar, yavaş da olsa uzaya yayılmaya başlıyorsunuz. Ay’ınızda/uydunuzda birkaç kişilik bir koloni kurdunuz bile. Ve yakında Mars’a geleceksiniz. Dikkatiniz dışarıya yöneldi. Çünkü arıyorsunuz. Çünkü merak ediyorsunuz. Çünkü etrafta sizden başkaları, başka zeki canlılar var mı, bilmiyorsunuz, bulmak istiyorsunuz. Tabii aynı zamanda yayılmak ve başka dünyaları kendi dünyanız gibi yapmak da istiyorsunuz.

“Bizim Dünya’nıza/evinize gelişimizle ise bütün dikkatinizin, hepinizin ilgisinin bize/Kabuki’lere yönelmesini bekliyorduk. İlk kez Dünya’nızın dışından olanlarla karşılaşacaktınız. Ve ilk kez bu kadar güzel varlıklar görecektiniz.”

Nefesimi tutarak dinliyordum.

“Evet, sizin uzun süredir inceliyorduk. Gözünüze neyin güzel göründüğünü ve sizi nasıl etkileyebileceğimizi biliyorduk. Bunun için bilim uzmanlarımız uzun bir süredir çalışıyordu.”

Demek her şey bir maskeden ibaretti. Kabuki’lerin istediği zaman, bizi istedikleri yönde etkilemek için taktıkları ve çıkarttıkları Kabuki maskeleri… Bütün o güzellikler, o boyutlar, o tarif edilemez derinlik, hepsi, her şey…

“Bizi gördükten sonra, seyrettikten sonra, türünüzden hiçbir bireyin, hiçbir insanın Kabuki’lere hayran olmamasına imkân yoktu… Bütün ilginizi gezegeninize gelen Kabuki’lere yöneltecektiniz. Ve bir süre sonra, doğru zaman geldiğinde, bizi dinlemeye başlayacaktınız. Dinlemeye ve tavsiyelerimize/yönlendirmelerimize uymaya…”

Kabuki’lerle ortak dili daha yeni oluşturmuştuk. Karşımdaki Kabuki’nin söylediği zaman, doğru zaman, yeni başlıyordu. Amerika’daki Kabuki’nin her söylediği dikkatle dinleniyor ve kaydediliyordu. Hatta yakında Birleşmiş Milletler’de Kabuki’nin şeref konuğu olacağı ve bir konuşma yapacağı resmi bir tören yapılacaktı. Bütün Dünya’ya seslenecekti. Milyarlarca insana… Ve bizi istediği yönde etkilemeye başlayacaktı…

Devam ediyordu: “Arayışınız daha başlamadan sona erecekti. Evrende bizden daha güzel bir şey bulamayacağınıza inanacaktınız. Ve bizim etkimizle uzay programınız daha başlamadan sona erecekti. Bizim evimize/Mars’a gelmeyecektiniz. Sonsuza kadar kendi dünyanızda kalacaktınız ve bundan mutlu olacaktınız. Plan buydu.

“Ben bunu durdurmaya çalıştım, ama başarısız oldum. Diğer Kabuki/beni öldüren, senin söylediğine göre uzakta, ama burada ve canlı. Siz/insanlar onu dinliyor musunuz? Size neler anlatıyor/gösteriyor? Onu nasıl görüyorsunuz?”

“Henüz somut bir şey söylemedi,” diye yanıtladım. “Ortak dili daha yeni bulduk. Ama güzel… Çok güzel…” Durdum ve biraz düşündüm. “Bizim için, bizim gözümüzde evrendeki en güzel şey sensin. Ve o. Kabuki… Doğru söylüyorsun. Bir Kabuki’nin görüntüsünün/gösterdiklerinin/muazzam güzelliğinin yanında, diğer her şey önemsiz görünüyor. Uzay, diğer gezegenler, başka her şey sadece gittikçe küçülen ve silikleşen birer ayrıntı…”

“Onu durdurmak gerekiyor,” dedi bilgisayardaki programdan çıkan sakin sesiyle. “Ve bunu sadece sen yapabilirsin.”

“Nasıl?” diye sordum çaresizce.

“Onu ne zaman göreceksin?”

Birleşmiş Milletler’de bir hafta sonra gerçekleşecek törene Kabuki’den sonra en önemli konuk olarak ben çağrılmıştım. Dünya’nın en ünlü, en popüler insanı, Kabuki’yi ilk gören insan – ben, Onur…

“Yakında,” dedim. “Nasıl?”

“Onun bana yaptığı gibi. Işıkla…”

Geri dönülemez bir yola girmek üzere olduğumun farkındaydım. Fakat dinlemeye devam ettim.

“Benim evimde/Mars’ta sıcaklıklar sizin evinizden/Dünya’dakinden çok daha fazla değişkendir. Mevsim değişikliklerinde ve gece-gündüz arasında sıcaklık çok hızlı düşer ve yükselir. Bunlar olurken eğer dışarıdaysak, hayatta kalabilmek için sabitleşiriz/kabuk bağlarız ve bekleriz. İdeal şartlar geri gelince de uyanırız/canlanırız ve yaşamaya devam ederiz.”

Araya girdim: “Bunun olacağını da ışıktaki değişikliklerden anlıyorsunuz ve vücudunuz buna otomatik tepki veriyor, öyle değil mi?”

“Evet,” diye yanıtladı. “Bu, milyonlarca yıllık evrimleşmemizin/değişmemizin bir sonucu. Bizi dış şartlara karşı koruyan otomatik bir refleks. Ama bunun kötüye kullanılması da mümkün. Aynı bana karşı diğer/ben olmayan Kabuki’nin yaptığı gibi. Işığı ve onun dalga boylarını, renklerini, yoğunluğunu, değişimini kullanarak Kabuki hareketsiz/sabitleştirilebilir.”

“Öldürülebilir,” diye fısıldadım.

Saat sekize yaklaşıyordu. Masamdaki özel düğmeye basarak laboratuvarın dış kapısını içeriden kilitledim. Kimsenin girmesini ve bunu yarıda kesmesini göze alamazdım. İçeri girenler sadece, dün bıraktıkları gibi ölü bir Kabuki görmeliydiler. Diğer şeyleri, projektörleri açıklayabilirdim. Ortak dili çalıştıran bilgisayarın hafızasını sıfırlayabilirdim. Ama bu Kabuki’yi konuşurken, canlı olarak görmeleri her şeyin sonu olurdu.

“Dinle,” dedi Kabuki…

Sırada: Kabuki – 5

Okuduğunuz için teşekkürler

Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.

Düşüncelerini Paylaş



Konular
avatar

Badahan CANATAN

1971 yılında İstanbul'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Tarsus'ta bitirdikten sonra İstanbul'a gelerek Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü'nü bitirdi. İskoçya'daki University of Strathclyde'da MBA yaptı.

1994 yılından bu yana finans sektöründe çalışıyor.

2008 yılında ilk kez katıldığı Türkiye Bilişim Derneği Bilimkurgu Öykü Yarışması'nda finale kaldı.

İlk bilimkurgu romanı olan "Adsız İnsanlık", 2009 yılında basıldı. Adsız İnsanlık evreninde geçen yeni romanlar için çalışmaları devam ediyor.

Evli ve iki kız çocuk babası.

Okumayı çok seviyor.

6 Yorum

Yorum yazmak için tıklayın

Son Yazılarımız

44. Sayı Spotify’da

44. Sayı Spotify'da