Adam sıkıntıyla mavi gözlerini açtığında önce parlak beyaz ışık gözlerini aldı.
– Bu rüzgâr da ne? diye düşündü önce.
Gözleri alıştıkça yukarı ve ileri doğru süzüldüğünü farketti. Yeşil çayırları ve tepeleri uçarak geçiyor, küçülen dünya’yı hızla ardında bırakıyordu. Başını geri çevirip baktığında, yaşadığı şehrin ufukta kaybolmak üzere olduğunu gördü.
Eli istemsizce göğsüne kaydı. Biraz önce orada olan sancı hafifliyordu. İnce bir sızı kalmıştı şimdi sadece.
Uçarken elini cebine sokup sokamayacağı ve sırtüstü uçulup uçulamayacağı arasında bir şeyler düşünürken, asıl nasıl uçabildiğini düşünmesi gerektiğini fısıldadı içinden bir ses.
– Üşümüyorum, uçuyorum, hem de hızla, aşağısı karlı ama rüzgâr ılık esiyor. Demek ki.. O zaman.. Aaa!..
Bir anlık şaşkınlık ve hayret gelip geçti mavi gözlerinden ve kısa beyaz sakalını yalayan rüzgârın rahatlatıcı esintisine bıraktı kendini. Şarkıda dediği gibi, bu er geç olacaktı zaten. Bakışlarını tekrar aşağı çevirdiğinde karlı dağları hızla aşıyordu. Birkaç bulutun üzerinden daha sekip hızla dağlara doğru giderken, karşısındaki dağdan yükselen ince bir duman ilişti gözüne.
Dosdoğru üzerine doğru uçtuğu bu dev çatılı, eski görünümlü binadan geliyordu duman ve birileri ocağı fena harlamıştı anlaşılan.
– o –
Uzun masanın iki yanındaki adamlar büyük salonun dört yanında gürül gürül yanan ateşlerin ısıttığı ve lezzetli yemekler ve içeceklerle bezeli masanın tadını çıkarıyor, birbirlerine aralarında bazılarının da olduğu maceraları anlatıp kahkahalarla gülüyorlardı.
Masanın başındaki en iri kıyım adam gerine gerine gülerken kemerinden kurtulan gür sakalını tekrar kemerin içine sıkıştırmaya çalışırken salonun sonundaki çift kanatlı dev kapılar savrularak açıldı.
Masadaki herkes susup kapılara doğru dönerken, tüm bakışlar, dışarıdan süzülerek salonun içine doğru hafifçe konan yakışıklı genç adama sabitlenmişti.
Yere yumuşakça inerken önce kendi ayaklarına ve sonra ilginç şekilde ona tanıdık görünen bu salona ve yüzlere kaydı bakışları. Gözleriyle salonu tararken masanın başındaki iri adam yavaşça ayağa kalktı ve,
– Hoşgeldin delikanlı, dedi.
Bu gür sesli adamı bir yerden çıkaracaktı ama, adı dilinin ucunda da olsa söyleyemedi.
– Hoşbulduk. Diyebildi sadece.
Masanın başındaki adam sakalını kemerine iyice sıkıştırarak ona doğru yürümeye başladı. Yürürken masadan da bir kadeh alıp kokladı ve yeni gelene uzattı.
– Buraya nasıl ve neden geldiğini, buranın neresi olduğunu biliyor musun?
– Evet, galiba biliyorum. Ama buraya gelebileceğimi gerçekten düşünmezdim.
– Öyle veya değil. Seni sevenler buraya gelmeye değer olduğunu düşündükleri sürece misafirimiz ve sohbet ortağımızsın. Gel oturalım.
Eliyle masanın kapıya yakın ucunda bir yeri işaret etti ve karşılıklı ahşap sıralara yüz yüze oturdular.
– Adını deftere yazmam gerekiyor. Epeydir oldu, salonumuzun kapılarından senin gibi gelen olmayalı delikanlı.
Yeni gelen, mahçup bir ifadeyle gülümsedi.
– Beni buraya layık görmüşler demek ki.
– Çünkü iyi bir adamdın ve hala da öylesin yakışıklı, diye araya girdi tombul bir kadın ve gür sakallı adamın önüne üzerinde koca bir V harfi olan eski görünümlü çok kalın bir defter bıraktı.
Sayfalar boyunca isimlerin yazılı olduğu bu defter belli ki salondakilerin isim listesiydi ve Gür sakallı adam tek hamlede son ismin yazılı olduğu sayfayı açıp kalemi eline aldı.
– Evet yakışıklı dostum, adını yazma zamanı. Valhala’nın son misafirinin adı nedir?
– Can.. Adım, Can Abanazır.
Gür sakallı adam ciddiyetle bu adı deftere yazdı ve kapağını kapatıp getiren kadına iade etti.
– Şimdi geldiğin yerdekiler senin hikayeni anlatırlarken, gel sen de bize kendi hikayeni anlat.
Diğerleri masanın o tarafına doğru merakla yaklaşırlarken Can gülümsedi ve gözlerini bir anlığına kapatıp içinden
– Merak etmeyin, diye geçirdi. Çok güzel bir yerdeyim.
—————
—————
Can Abanazır’ın Kayıp Dünya’da yayınlanan yazıları.
Okuduğunuz için teşekkürler
Fikirlerinizi paylaşmanız bizi çok sevindirir.
Yorum yazarak bizi daha iyi içerikler hazırlamak için destekleyebilirsiniz.
Bozkırın son gulyabanisine de “Meqanı uçmaq bolsun” demek düşer…
Can Bey çok iyi bir yerde olsa da garip bir üzüntü doldu içime.
Sofrasindan Meti basindan Valkyrieleri eksik olmasin. Heidrun’un sütünden kana kana icsin.
Üretken bir yazarı genç yaşta kaybetmek çok acı. Tam uygun bir anma yazısı olmuş, daha güzeli olamazdı.
Böyle bir yazarın arkasından böyle bir hikaye gerekirdi elbette. Eğer okuyorsa bir yerlerden eminim gülümsüyordur.
Özledik…